Ana içeriğe atla

Camilere neşter vurulmalı

Bir akşam yatsı namazına gittim. Baktım hocamız Berat gecesinin önemi üzerine konuşma yapıyor. Son beş dakikasına kulak misafiri oldum. "Allah'ın bu gece Peygamber Efendimize tam şefaat yetkisi verdiğini" söyledi. Ardından Allah'ın affetmeyeceği büyük günahları sıraladı: "Allah zinayı affetmez. Bir defa bu işi yapanlar bu dünyada iken ölümle cezalandırılır. Bugün uygulanmıyor başka. Hatta suç bile değil... Diğeri rüşvet... Eskiden kurumlara gidince 'Rüşvet alan da veren de lanetlenmiştir' yazardı. Şimdilerde göremiyoruz... Bir diğeri ise şirk." Konuşmasını toparlarken işi tekrar beratın anlamına getirdi. "Bu gece kıblemiz Mescidi Aksa iken Mescidi Harama döndürüldü. Bu gece bir yıl boyunca meydana gelecek olayların kararı verilir" dedi. Konuşmasına son verdi, namaza geçtik.

Namaz çıkışı yolda gelirken: "Şüphesiz Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz. Bunun dışında kalan (günah)ları ise dilediği kimseler için bağışlar. Allah’a şirk koşan kimse, şüphesiz büyük bir günah işleyerek iftira etmiş olur." Ayet(Nisa 48) meali geldi aklıma. Burada Allah şirkin dışında diğer suçları affedebileceğini buyuruyordu. İşin garibi affetmeyeceği şirk üzerinde hiç durmazken diğer günahlar üzerine birer ikişer cümle açıklamada bulundu.

2014 yılında yine bir Cuma vaazında hocamız: “Çalışmak ibadet değildir, ibadet olsaydı kafirler sizden daha çok çalışıyor, sabahleyin işe amir korkusu ve ekmek parası için gidiyorsun, bu ibadet değildir. İbadet, 5 vakit namazdır.” Şeklinde bir konuşma yapınca o zaman da aklıma “İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır” ayeti aklıma geldi. Sonra insanın çoluk ve çocuğunun iaşesini karşılaması için çaba sarf etmesi yine dinimiz nezdinde ibadet olarak değerlendirilir. Allah’ın rızasını ve onu hoşnut edecek her türlü davranış ibadet kapsamı içerisine girmektedir. İbadeti sadece namaz kılmak şeklinde daraltmamak lazım, dedim.

Cuma, bayram veya herhangi bir günde yapılan vaazı nasihatler genellikle irticalen yapılır. Çoğu zaman kitabi olmayan bilgilere girilir bu esnada. Eğer konuşan kimse o konuda yeterli donanıma sahip değilse zaman zaman dinin özüne ters gelen bakış açıları da ortaya çıkabiliyor. Tabii, söz bir defa ağızdan çıkmış oluyor.
***
Diyanet İşleri Başkanlığı hutbelere el attı. Hutbelerin içeriği dolduruldu. Hutbeleri dinlerken gerçek dini dinliyorum hissi uyanıyor bende. Uyuklamaya çalışmıyor, daha dikkatli kulak kabartıyorum. Diyanet, hutbelerde gösterdiği bu duyarlılığı vaazlara da getirmelidir. Vaazlara çeki düzen vermek hutbe gibi olmaz, bunu biliyorum. Ne kadar zor olursa olsun Diyanet bir yerden başlayıp vaazları masaya yatırmalıdır. Önüne gelen vaaz verme yoluna gitmemelidir. Çünkü vaazlara dinin özünde olmayan kültürümüze girmiş bidat ve hurafeler daha kolay girmektedir. Camilerde vaazı nasihatte bulunacak kişilerin hazırlayacağı konu için faydalanabileceği  ortak kitapları olmalıdır. Diyanet için böyle bir kitabı yazdırmak, çıkarmak ve görevlilerine dağıtmak zor olmasa gerek. Ya da Diyanet camilerde konuşma yapacak kişilerin faydalanabileceği kaynak eserleri belirlemelidir. Görevliler bu kaynakların dışına çıkmamalıdır. Biliyorsunuz dini alanda yazılan eserlerin haddi hesabı yoktur. Görevli eline geçirdiği kaynaktan faydalanma yoluna gitmemelidir. Tartışmalı konulara girmemelidir. Bu konuda diyanetin görüş açıklamasını beklemelidir. Birçok görevli her konuda görüş bildirme yoluna gitmektedir. Görüş bildirmek için benim bildiğim yeterli birikim sahibi olmak gerekir. Sadece imam-hatip, müezzin olmak yeterli olmaz.

Din alanı netameli bir alandır. Bizim yumuşak karnımızdır. İki tarafı keskin bir bıçak gibidir. Dozajı yerli yerinde vermemek kişiyi hasta eder. İnsanlara doğru dini ehli tarafından verdirmek  lazımdır. Bu yüzden Diyanet gerekli tedbiri almalıdır. Bir yerde vaaz edecek ehil kimse yoksa gerekirse orada vaaza yer verilmemelidir. Görevini yapmakta olan ama yeterli birikime sahip olmayan kişiler gerekirse kızağa çekilmelidir. Eğer böyle yapılmazsa aktarılan yanlış dini bilgiyi yıllar geçse de telafi etmek mümkün olamaz. 15/05/2017




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde