13 Nisan 2017 Perşembe

Gıda terörüne savaş açma zamanı!

Ne zamandır yediklerimiz ve içtiklerimiz konusunda bir yazı kaleme almak istiyordum. Bugün yarın derken Rus sözcüsünün açıklaması işte şimdi sırası dedirtti bana.

Gündemi takip etmeyenler için Rus sözcüsü ne demiş ona bir bakalım önce. Rus sözcüsü Zaharova, “Han Şeyhun’daki olayla ilgili tespitleri Türkiye değil, Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü (OPCW) yapmalı” dedi. Zaharova, şöyle devam etti: "Türkiye Sağlık Bakanlığı, turizm sezonu öncesinde deniz sularının analizi, turizm bölgelerindekiler de dahil olmak üzere gıda ürünlerinin kalite-kontrolü ile uğraşmalı” şeklinde bir açıklama yapmış. Bu açıklamayı İdlip'te Sarin gazı kullanıldığının tespit edildiğini açıklayan Recep Akdağ'ın demeci üzerine yaptı. Aklınca suç bastırıyor. Rusya sarin gazı kullanılıp kullanılmadığı konusunda hop oturup hop kalkıyor. Açıklaması suçluluk psikolojisi taşıyan bir insanın haleti ruhiyesini yansıtıyor. Sözcünün bu açıklaması bana Rusya'yı ziyarete gelen ABD yetkilisi ile Rus yetkilileri arasında geçen bir diyalogu hatırlattı. ABD heyetine Rus yetkililer yeni yaptıkları metroyu gezdirmek isterler. "Efendim! Metro tam vaktinde istasyona ulaşır. En fazla yarım dakika gecikir" şeklinde metronun dakikliğini anlatır. Ardından metronun istasyona gelmesini beklemeye koyulurlar. ABD heyeti, " Efendim, metronuz zamanında gelmedi. Otuz saniye dolduğu gibi on saniyede geçti" deyince Rus yetkilisi: "Ama efendim! Siz de ülkenizdeki Kızılderelileri öldürdünüz" cevabı verir. Bu olayda da görüldüğü gibi suç bastırmada Ruslar baya maharetli. Zaten bir insanın gerçek yüzünü görmek istersen onu sinirlerdir. Sinirlenince kendini ele verir. 

Rus sözcüsünün açıklamasında dediği "gıda ürünlerinin kalite kontrolü" konusuna gelelim. Gıda ürünleri üretim ve yetiştirilmesinde ülkemizin sicili pek iyi değil. Son yıllar hariç sebze ve meyve ihracatımızın en fazla olduğu ülkelerden biri Rusya'dır. Zaman zaman gönderdiklerimiz geri gelir. Pazar ve marketlerden aldığımız sebze ve meyve konusunda halk arasında 'hormonlu' tabiri eksik değildir. Ne kadar sağlıklı gıda yediğimiz su götürmez bir gerçektir. Özellikle sebze satışlarında çok farklı fiyatlar dikkat çekmektedir. Fiyat farklılığı bile pazardan mutfağımıza giren sebzenin üretimi hakkında bilgi vermektedir. Çünkü hormonlu, sera, tarla, ilaçlı, ilaçsız ürünlerin fiyatları farklı farklı.

Sorun sadece sebze ve meyvede değil. Zeytininden, peynirine varıncaya kadar mutfak ürünlerinin taban ve tavan fiyatları arasında kapanmaz bir uçurum var. Halbuki üç aşağı, beş yukarı her bir ürünün bir maliyeti ve kar marjı var. Pekiyi bu uçurumun sebebini nasıl izah ederiz? Kafamızdaki şüphe ve algıların giderilmesi gerekir. Bu konuda Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığına büyük görev düşmektedir. Sebze ve meyve yetiştiriciliği, zeytin ve peynir üretimi başta olmak üzere insan sağlığını tehdit eden gıda ürünlerinin üretim ve imalatı konusunda Bakanlık sert ve caydırıcı tedbirler almalı, sıkı denetim yapmalı, merdiven altı üretime için vermemeli. Standartlara uymayan üretim malının satışına izin vermemeli. Gizli, açık ve ani denetimleri artırmalıdır.

Birçok üreticinin sattığı ayrı, yediği ayrı olacak şekilde ekim ve dikim yaptığı duyumları malumunuzdur. Üretim denetimlerine ürettiği malı üreticiye yedirmekle başlanabilir. Kişiler kendisinin yiyemediği malı üretmemeli. İnsanımıza bu bilinç verilmelidir. Sağlık ve hijyeni tehdit eden üretim yapan insanlar bilmeli ki; kime ne satarsa, kendi sofrasına da aynı ürün gelir. Çünkü sen nasıl üretirsen karşı taraf da aynı şekilde üretir şeklinde düşünülmelidir. Hasılı, kimse kendisinin yemediği, midesinin kabul etmediğini başkasına pazarlamamalıdır.

Sonuç olarak Rus sözcüsünün haddini aşan açıklamasını eleştirelim eleştirmeye. Fakat bu vesileyle sağlıklı, hijyen olmayan gıda üretimimiz varsa -ki var olduğu görülüyor- üretim, imalat ve yetiştirme konusunda kendi evimizin önünü temizleyelim. Kendi insanımıza insan sağlığını tehdit etmeyen yiyecek ve içecek üretelim. Bunu Rus sözcüsü dediği için değil, kendi insanımız için isteyelim. Hep beraber bu gıda terörüne savaş açalım. Yemediğimizi yedirmeyelim kimseye. Sağlıklı bir neslin geleceği için şart bu. 13.04.2017



12 Nisan 2017 Çarşamba

Büyükler güvenilirlikte küçükleri örnek almalı!

Eskiden haber sıkıntısı çekerdik. Bir araya geldiğimizde birbirimize hal-hatır sorduktan sonra “dâ dâ ne var ne yok” diye sorardık. Aldığımız cevap “ne olsun” şeklindeydi. Baktık ki konuşacak konu yok. O zaman konuyu hava raporlarına getirirdik: Havalar da soğudu, bahar kendini gösterdi artık, bu sene rahmet iyi oldu, sizin oralarda yağmur var mı…” diye sorulur, konu açılması murad edilirdi. Şimdilerde pek haber sıkıntısı yaşamıyoruz. Üstelik haberlerin içerisinden haber seçmeye başladık.  Hava raporlarına pek sıra gelmiyor artık. Çünkü sanal alemden an be an hava raporlarını takip ediyoruz. Haber ajansı değilim ama ben de size bugün iki havadisten bahsetmek istiyorum. Biri üzdü, diğeri ise sevindirdi.

Anadolu Ajansının verdiği habere göre “Anayasa değişikliğine ilişkin halk oylamasında, yurtdışında kayıtlı Türk seçmenlerin oy kullanma işleminin tamamlanmasının ardından Türkiye’ye gönderilen 190 torba oy pusulası, ATO Kongre Merkezi’nde kapısında 5 asma kilidin olduğu özel güvenlikli salona konuldu.” Bunun neresi haber diyebilirsiniz. Haber ayrıntılarda… TV ekranından haberleri izlerken güvenlikli salon ekrana getirildi. Kapıda beş tane asma kilit var. Her bir kilitte dört siyasi partiden birinin adı yazılı. Kilitli kapının solunda HDP ve CHP temsilcisi, sağında ise AK Parti ve MHP temsilcisi  oturuyor. Beşinci kilit sanırım YSK temsilcisine ait. Kapının açılabilmesi için her bir siyasi temsilcinin cebinden anahtarı çıkarıp açması gerekiyor. Bu oy pusulalarını kilitli kapının önünde seçim günü akşam sandıklar açılıncaya kadar görevliler bekleyecekler. Sandık güvenliği. Elbette tedbir alınacak diyebilirsiniz. Oy pusulalarının güvenliğini sağlamak, herhangi bir sabotaja veya hırsızlığa karşı elbette emniyet tedbirlerinin alınmasında fayda var. Burada garip olan beş ayrı kilit, her bir anahtarın farklı siyasi parti temsilcilerinde olması. Burada dışarıdan gelebilecek saldırı, hırsızlık olaylarından ziyade içerideki 190 torbayı birbirine karşı koruma görevi sezdim ben. Bu beş kilidi görünce birbirimize hiç güvenimizin kalmadığını gördüm. Ülkem adına üzüldüm gerçekten. Güya biri içeriye girmeye kalkarsa diğer anahtarlar olmadığı için açamayacak, böylece oylar değiştirilmeyecek. Bu görüntümüz sınıfta kaldığımızın bir göstergesi. Bir defa seçmenin verdiği oy değerlidir. Hangisine verirse versin. Görevliler kimden, hangi partiden olurlarsa olsun, atılan oyu korumakla görevlidir. Tek kişi de olsalar değiştirme akıllarının ucundan bile geçmemeli. Odayı beklemekle görevli kişiler ise ayrı ayrı yere oturarak fikren ve zikren ayrıştıklarını da gösteriyor. Biz eveti, hayrı bırakalım da bence ilk önce aramızdaki bu güven bunalımını nasıl gideririz onu düşünelim. Bu toplumun bireyleri, yerde bulduğu para- pulu cebine koymaz, değişik yöntemlerle sahibini bulmaya çalışırdı, hala da bu davranışımızı devam ettiren insanımızın sayısı da az değildir.

İkinci gördüğüm örnek ise ülkenin geleceği adına bana ümit veren bir davranıştı. Zaten bu şekil göğsümüzü kabartan davranışlar da olmasa yaşamanın bir anlamı olmaz. Bugün altıncı saat 7/B sınıfına derse girdim. İki gün öncesinde yaptığım sınav sonuçlarını okudum. Yanlışlarını görsünler diye de sınav kağıtlarını verdim. Öğrenciler kağıtlarına bakarken Ömer isminde bir öğrencim geldi: “Öğretmenim kağıdıma baktım. Bir soruya verdiğim cevabı siz doğru olarak değerlendirmiş ve üç puan fazla vermişsiniz, düzeltir misiniz” dedi. 12 yaşındaki çocuğun bu güzel davranışı tüm yorgunluğumu götürdü. “Ömer! Değerlendirirken görmemişim. Bu şekilde kalsın. Fazladan verdiğim üç puanı almayacağım, helali hoş olsun, seni tebrik ederim” dedim. Ardından ayağa kalkarak aramızda geçen bu olayı sınıfa anlattım. Duygulandığımı ifade ettim. İnşallah hep böyle olur, hayat çizgin bu şekilde devam eder. Benim için dersten yüksek veya düşük almanız değil, önemli olan dürüstlüğünüz. Adın da güzel. İnşallah büyüdüğünde değişmezsin. Hep adil ve güven veren olursun, dedim.

Burada önemli olan üç puan değil. Ki üç puan öğrenciler için önemli. Bir soru yanlış yapıp da hüngür hüngür ağlayan öğrenciler bilirim.

Burada iki olaya bir bakalım. Büyüklerin birbirine güven duymadığı ve güven vermediği birinci olay. Daha 12 yaşında kalbi tertemiz bir öğrenci. Öyle zannediyorum oy pusulalarını bekleyen kişiler de küçüklüğünde belki bu öğrenci gibiydi. Şimdi birbirine güvenmiyorlar, biri diğerinden sandığı koruyor.

Küçüklerdeki bu masumluğu, saflığı, temizliği görünce keşke büyümeseydik, hep çocuk kalsaydık dedim. Çünkü büyüdükçe, okudukça daha dürüst olacağımıza daha fazla kirleniyoruz. Hazır 23 Nisan yaklaştı. Biliyorsunuz her 23 Nisan’da makam sahipleri koltuklarını temsili olarak küçüklere bırakırlar. Gelin bu 23 Nisan’da bu koltukları hep küçüklere sürekli olacak şekilde teslim edelim. İnanın bizden daha iyi yönetirler. Hiç olmazsa çalmazlar, çırpmazlar, sabah kavga ederler, akşam barışırlar. Dünya daha güzel olur. 12/04/2017


11 Nisan 2017 Salı

Analar Esed gibisini bir daha doğurur mu?

04/04/2017 günü Suriye'nin İdlip kentine sarin gazı atıldığı ve bunun sonucunda yüze yakın kişinin öldüğü haberlerini okumuşsunuzdur. Sağlık Bakanı AKDAĞ, sarin gazının kullanıldığının kesin olduğunu tahlil verilerine dayanarak açıkladı. Sarin gazı denilen bir kimyasal silah. Savaşlarda kullanımı yasak.

İran ve Rusya  Esed rejiminin ayakta durmasını sağlamak için Suriye'ye destek vermekle kalmadı. Bizzat savaşın içerisinde. Dünyanın kabadayısı olan ABD başta olmak üzere 2011'den beri Suriye'de yaşanan insanlık dramına  dünya seyirci kaldı. Nihayet sarin gazı kullanımından dolayı ABD, gazı kullanmak üzere havalanan hava limanını bombaladı. ABD kimyasal silahı Esat'ın kullandığını iddia ediyor. Rusya ise araştırılsın, diyor. BM'de kimyasal silah kullanmasından dolayı Esat yönetiminin kınanması gündemde. Bakalım toplanabilirlerse gündeme gelecek. Beş daimi üyeden biri olan Rusya veto ettiği zaman kınama da yapılmaz zaten. Anlaşılan Suriye'deki bu kör dövüşü, insanlık dramı ve komedi devam edeceğe benziyor. Süper devletler oradaki piyonlarıyla oyun kurmaya veya oyun bozmaya devam edecekler. Olan da Suriye halkına olacak. Ceremesini de sınır komşusu olan Türkiye çekmeye devam edecek.

İnsanoğlu hiç olmadığı kadar kuzu postuna girmiş bu şekil acımasız kurt olmadı. Değer miydi bir Esat ailesini korumak için veya Suriye’yi paylaşmak için bu ülkeyi tarumar etmeye. Esat’ın zulmü kadar dünyanın sessizliği de bu işte bir numaralı sorun. Eğitimini Batı’da almış Esat denen gözü dönmüş, vahşi adam koltuğunda durmalı ki yeri geldiği zaman sarin gazı kullanabilsin. Ondan başka kim kullanabilirdi ki! Kimyasal silahtan çocuklar ölmüş. Umurlarında mı? Çocuk yine doğar doğmaya da. Ama her ana  Esed gibisini doğuramaz… Hoş! Gazı Esat mı attı? Belli değil. Mesele Suriye ve dünyaya nizamat veren ülkeler olunca oyun içerisinde oyunun olabileceğini hesaba katmak lazım. Pekala bu sarin gazını oyun dışında kaldığını hisseden ABD de yapmış ve Esed’in üzerine atmış olabilir. Böylece tekrar sahaya dalış yapmış oldu ben daha ölmedim diye.

Kimyasal silahı kim attıysa, kim sebep olduysa, kim atanı koruyorsa Allah belasını versin. İnşallah kendi ölümleri de bu sarin gazından olur. Kendi dünyalık menfaatleri için Suriye’yi kan gölüne döndürenler kanın içerisinde boğulurlar. Ahirette huzur bulamayacaklarını biliyorum. Bu dünyada da huzursuzluklarını görmek istiyorum; kim zulüm yapmaya yeltenirse onlara ibret olsun diye.

Tarihe dönüp bir bakıyorum. Osmanlı’nın bıraktığı yerlerin çoğu huzur bulmuyor. Ortadoğu belki de zamanında Osmanlı'ya -yeterince- destek vermediğinin ceremesini çekiyor... Kim bilir? Dünya hiç olmadığı kadar Osmanlı’ya muhtaç ve hasret bugün. Hasta haliyle bile olsa Ortadoğu’da kimse bu şekilde cirit atamazdı. Birinci Dünya Savaşını çıkaranların amacı da paylaşımın önündeki en büyük engel olan Osmanlı’yı kaldırmakmış. Bunda da başarılı oldular, bizimkilerin çanak tutması sayesinde. Boşuna değil Batı’nın, ABD’nin küçük bir yere hapsedilmiş Türkiye’yi markaja aldıkları. Çünkü biz inanmasak da biliyorlar ki “Aslan düştüğü yerden kalkar.” Türkiye devletini kıskaca almalarının, nefes aldırmak istemediklerinin, sıkıştırdıklarının sebebi de bu olsa gerek. Çünkü Türkiye gelişir; güçlenirse, kendi haline bırakılırsa eski gücüne ulaşır, yine ayak bağı olur diye hop oturup hop kalkıyorlar. Yıllardır Batı kulübünün kapısında bekletilmesi de bundan zaten.

Türkiye bu misyonun farkına vardı. Bunun için mücadele ediyor. Doğum öncesi sancıyı çekiyor. İnşallah bugünleri atlatır. Mazlumun yüzünü güldürür. Buna yürekten inanıyorum. Yeter ki olaylara geniş bir ufuktan bakabilelim, sabredelim ve kenetlenelim. 11/04/2017