Ana içeriğe atla

Gıda terörüne savaş açma zamanı!

Ne zamandır yediklerimiz ve içtiklerimiz konusunda bir yazı kaleme almak istiyordum. Bugün yarın derken Rus sözcüsünün açıklaması işte şimdi sırası dedirtti bana.

Gündemi takip etmeyenler için Rus sözcüsü ne demiş ona bir bakalım önce. Rus sözcüsü Zaharova, “Han Şeyhun’daki olayla ilgili tespitleri Türkiye değil, Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü (OPCW) yapmalı” dedi. Zaharova, şöyle devam etti: "Türkiye Sağlık Bakanlığı, turizm sezonu öncesinde deniz sularının analizi, turizm bölgelerindekiler de dahil olmak üzere gıda ürünlerinin kalite-kontrolü ile uğraşmalı” şeklinde bir açıklama yapmış. Bu açıklamayı İdlip'te Sarin gazı kullanıldığının tespit edildiğini açıklayan Recep Akdağ'ın demeci üzerine yaptı. Aklınca suç bastırıyor. Rusya sarin gazı kullanılıp kullanılmadığı konusunda hop oturup hop kalkıyor. Açıklaması suçluluk psikolojisi taşıyan bir insanın haleti ruhiyesini yansıtıyor. Sözcünün bu açıklaması bana Rusya'yı ziyarete gelen ABD yetkilisi ile Rus yetkilileri arasında geçen bir diyalogu hatırlattı. ABD heyetine Rus yetkililer yeni yaptıkları metroyu gezdirmek isterler. "Efendim! Metro tam vaktinde istasyona ulaşır. En fazla yarım dakika gecikir" şeklinde metronun dakikliğini anlatır. Ardından metronun istasyona gelmesini beklemeye koyulurlar. ABD heyeti, " Efendim, metronuz zamanında gelmedi. Otuz saniye dolduğu gibi on saniyede geçti" deyince Rus yetkilisi: "Ama efendim! Siz de ülkenizdeki Kızılderelileri öldürdünüz" cevabı verir. Bu olayda da görüldüğü gibi suç bastırmada Ruslar baya maharetli. Zaten bir insanın gerçek yüzünü görmek istersen onu sinirlerdir. Sinirlenince kendini ele verir. 

Rus sözcüsünün açıklamasında dediği "gıda ürünlerinin kalite kontrolü" konusuna gelelim. Gıda ürünleri üretim ve yetiştirilmesinde ülkemizin sicili pek iyi değil. Son yıllar hariç sebze ve meyve ihracatımızın en fazla olduğu ülkelerden biri Rusya'dır. Zaman zaman gönderdiklerimiz geri gelir. Pazar ve marketlerden aldığımız sebze ve meyve konusunda halk arasında 'hormonlu' tabiri eksik değildir. Ne kadar sağlıklı gıda yediğimiz su götürmez bir gerçektir. Özellikle sebze satışlarında çok farklı fiyatlar dikkat çekmektedir. Fiyat farklılığı bile pazardan mutfağımıza giren sebzenin üretimi hakkında bilgi vermektedir. Çünkü hormonlu, sera, tarla, ilaçlı, ilaçsız ürünlerin fiyatları farklı farklı.

Sorun sadece sebze ve meyvede değil. Zeytininden, peynirine varıncaya kadar mutfak ürünlerinin taban ve tavan fiyatları arasında kapanmaz bir uçurum var. Halbuki üç aşağı, beş yukarı her bir ürünün bir maliyeti ve kar marjı var. Pekiyi bu uçurumun sebebini nasıl izah ederiz? Kafamızdaki şüphe ve algıların giderilmesi gerekir. Bu konuda Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığına büyük görev düşmektedir. Sebze ve meyve yetiştiriciliği, zeytin ve peynir üretimi başta olmak üzere insan sağlığını tehdit eden gıda ürünlerinin üretim ve imalatı konusunda Bakanlık sert ve caydırıcı tedbirler almalı, sıkı denetim yapmalı, merdiven altı üretime için vermemeli. Standartlara uymayan üretim malının satışına izin vermemeli. Gizli, açık ve ani denetimleri artırmalıdır.

Birçok üreticinin sattığı ayrı, yediği ayrı olacak şekilde ekim ve dikim yaptığı duyumları malumunuzdur. Üretim denetimlerine ürettiği malı üreticiye yedirmekle başlanabilir. Kişiler kendisinin yiyemediği malı üretmemeli. İnsanımıza bu bilinç verilmelidir. Sağlık ve hijyeni tehdit eden üretim yapan insanlar bilmeli ki; kime ne satarsa, kendi sofrasına da aynı ürün gelir. Çünkü sen nasıl üretirsen karşı taraf da aynı şekilde üretir şeklinde düşünülmelidir. Hasılı, kimse kendisinin yemediği, midesinin kabul etmediğini başkasına pazarlamamalıdır.

Sonuç olarak Rus sözcüsünün haddini aşan açıklamasını eleştirelim eleştirmeye. Fakat bu vesileyle sağlıklı, hijyen olmayan gıda üretimimiz varsa -ki var olduğu görülüyor- üretim, imalat ve yetiştirme konusunda kendi evimizin önünü temizleyelim. Kendi insanımıza insan sağlığını tehdit etmeyen yiyecek ve içecek üretelim. Bunu Rus sözcüsü dediği için değil, kendi insanımız için isteyelim. Hep beraber bu gıda terörüne savaş açalım. Yemediğimizi yedirmeyelim kimseye. Sağlıklı bir neslin geleceği için şart bu. 13.04.2017



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde