Ana içeriğe atla

Büyükler güvenilirlikte küçükleri örnek almalı!

Eskiden haber sıkıntısı çekerdik. Bir araya geldiğimizde birbirimize hal-hatır sorduktan sonra “dâ dâ ne var ne yok” diye sorardık. Aldığımız cevap “ne olsun” şeklindeydi. Baktık ki konuşacak konu yok. O zaman konuyu hava raporlarına getirirdik: Havalar da soğudu, bahar kendini gösterdi artık, bu sene rahmet iyi oldu, sizin oralarda yağmur var mı…” diye sorulur, konu açılması murad edilirdi. Şimdilerde pek haber sıkıntısı yaşamıyoruz. Üstelik haberlerin içerisinden haber seçmeye başladık.  Hava raporlarına pek sıra gelmiyor artık. Çünkü sanal alemden an be an hava raporlarını takip ediyoruz. Haber ajansı değilim ama ben de size bugün iki havadisten bahsetmek istiyorum. Biri üzdü, diğeri ise sevindirdi.

Anadolu Ajansının verdiği habere göre “Anayasa değişikliğine ilişkin halk oylamasında, yurtdışında kayıtlı Türk seçmenlerin oy kullanma işleminin tamamlanmasının ardından Türkiye’ye gönderilen 190 torba oy pusulası, ATO Kongre Merkezi’nde kapısında 5 asma kilidin olduğu özel güvenlikli salona konuldu.” Bunun neresi haber diyebilirsiniz. Haber ayrıntılarda… TV ekranından haberleri izlerken güvenlikli salon ekrana getirildi. Kapıda beş tane asma kilit var. Her bir kilitte dört siyasi partiden birinin adı yazılı. Kilitli kapının solunda HDP ve CHP temsilcisi, sağında ise AK Parti ve MHP temsilcisi  oturuyor. Beşinci kilit sanırım YSK temsilcisine ait. Kapının açılabilmesi için her bir siyasi temsilcinin cebinden anahtarı çıkarıp açması gerekiyor. Bu oy pusulalarını kilitli kapının önünde seçim günü akşam sandıklar açılıncaya kadar görevliler bekleyecekler. Sandık güvenliği. Elbette tedbir alınacak diyebilirsiniz. Oy pusulalarının güvenliğini sağlamak, herhangi bir sabotaja veya hırsızlığa karşı elbette emniyet tedbirlerinin alınmasında fayda var. Burada garip olan beş ayrı kilit, her bir anahtarın farklı siyasi parti temsilcilerinde olması. Burada dışarıdan gelebilecek saldırı, hırsızlık olaylarından ziyade içerideki 190 torbayı birbirine karşı koruma görevi sezdim ben. Bu beş kilidi görünce birbirimize hiç güvenimizin kalmadığını gördüm. Ülkem adına üzüldüm gerçekten. Güya biri içeriye girmeye kalkarsa diğer anahtarlar olmadığı için açamayacak, böylece oylar değiştirilmeyecek. Bu görüntümüz sınıfta kaldığımızın bir göstergesi. Bir defa seçmenin verdiği oy değerlidir. Hangisine verirse versin. Görevliler kimden, hangi partiden olurlarsa olsun, atılan oyu korumakla görevlidir. Tek kişi de olsalar değiştirme akıllarının ucundan bile geçmemeli. Odayı beklemekle görevli kişiler ise ayrı ayrı yere oturarak fikren ve zikren ayrıştıklarını da gösteriyor. Biz eveti, hayrı bırakalım da bence ilk önce aramızdaki bu güven bunalımını nasıl gideririz onu düşünelim. Bu toplumun bireyleri, yerde bulduğu para- pulu cebine koymaz, değişik yöntemlerle sahibini bulmaya çalışırdı, hala da bu davranışımızı devam ettiren insanımızın sayısı da az değildir.

İkinci gördüğüm örnek ise ülkenin geleceği adına bana ümit veren bir davranıştı. Zaten bu şekil göğsümüzü kabartan davranışlar da olmasa yaşamanın bir anlamı olmaz. Bugün altıncı saat 7/B sınıfına derse girdim. İki gün öncesinde yaptığım sınav sonuçlarını okudum. Yanlışlarını görsünler diye de sınav kağıtlarını verdim. Öğrenciler kağıtlarına bakarken Ömer isminde bir öğrencim geldi: “Öğretmenim kağıdıma baktım. Bir soruya verdiğim cevabı siz doğru olarak değerlendirmiş ve üç puan fazla vermişsiniz, düzeltir misiniz” dedi. 12 yaşındaki çocuğun bu güzel davranışı tüm yorgunluğumu götürdü. “Ömer! Değerlendirirken görmemişim. Bu şekilde kalsın. Fazladan verdiğim üç puanı almayacağım, helali hoş olsun, seni tebrik ederim” dedim. Ardından ayağa kalkarak aramızda geçen bu olayı sınıfa anlattım. Duygulandığımı ifade ettim. İnşallah hep böyle olur, hayat çizgin bu şekilde devam eder. Benim için dersten yüksek veya düşük almanız değil, önemli olan dürüstlüğünüz. Adın da güzel. İnşallah büyüdüğünde değişmezsin. Hep adil ve güven veren olursun, dedim.

Burada önemli olan üç puan değil. Ki üç puan öğrenciler için önemli. Bir soru yanlış yapıp da hüngür hüngür ağlayan öğrenciler bilirim.

Burada iki olaya bir bakalım. Büyüklerin birbirine güven duymadığı ve güven vermediği birinci olay. Daha 12 yaşında kalbi tertemiz bir öğrenci. Öyle zannediyorum oy pusulalarını bekleyen kişiler de küçüklüğünde belki bu öğrenci gibiydi. Şimdi birbirine güvenmiyorlar, biri diğerinden sandığı koruyor.

Küçüklerdeki bu masumluğu, saflığı, temizliği görünce keşke büyümeseydik, hep çocuk kalsaydık dedim. Çünkü büyüdükçe, okudukça daha dürüst olacağımıza daha fazla kirleniyoruz. Hazır 23 Nisan yaklaştı. Biliyorsunuz her 23 Nisan’da makam sahipleri koltuklarını temsili olarak küçüklere bırakırlar. Gelin bu 23 Nisan’da bu koltukları hep küçüklere sürekli olacak şekilde teslim edelim. İnanın bizden daha iyi yönetirler. Hiç olmazsa çalmazlar, çırpmazlar, sabah kavga ederler, akşam barışırlar. Dünya daha güzel olur. 12/04/2017


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde