28 Mart 2017 Salı

Kulüpleri silkelemeli *

Üç büyüklerden  bir kulübümüz terör örgütü üyesi olmaları dolayısıyla 2 kişinin kulüp üyeliğinin düşürülmesini oy çokluğuyla reddederek üyeliklerinin devamına karar verdi. Yakın tarihin acımasız terör örgütü üyelerini ihraç etmeyerek bir garabete imza attı. Kamuoyundan gelen tepkiler üzerine bir gün sonrası acil kod adıyla yaptığı toplantıda ise sekiz yıldır üyelik aidatını ödemediklerini gerekçe göstererek adı geçen iki üye dahil toplam 2700 kişiyi üyelikten çıkardı. Bu ihraç kararı da en az birinci kadar garip ve komedi idi.

Bildiğim kadarıyla kulüpler 'Dernekler Kanununa' tabi. Kanunun içeriğini bilmiyorum ama herhalde kanunda 'Dernekler suçluları barındırır' diye bir madde yoktur. O zaman bu dernekler nasıl yönetiliyor? Bir gün öncesi suçluyu koruma oylaması yapılıyor, ikinci gün bir başka gerekçe ile üyelikten çıkarılıyor. Aidat vermeyen üyeleri ihraç için en az 8 yıl mı beklenmelidir? Geçmişi başarılarla dolu, asırlık bir kulüp  bu şekilde yönetiliyorsa yazık gerçekten. İki günde aldığı birbirine zıt iki kararla adından çok söz ettireceğe benziyor. Eskisi gibi başarısıyla ön plana çıkamayınca en azından bu şekilde ülke gündemine oturup adından söz ettirmesi de bir başarıdır. Reklamın iyisi-kötüsü olmaz. Vezir de yapar, rezil de.

Bir kısmını tenzih ederim ama anladığım kadarıyla birileri kulüpleri çiftlik gibi yönetiyor. Dingonun ahırı sanki. Ne giren belli, ne de çıkan. Ne kadar denetleniyor bilmiyorum. Denetlense de kitabına uydurulur bizde. Gördüğüm kadarıyla UEFA-FİFA, kulüplerimizi ülkemizin denetim mekanizmalarından daha iyi denetliyor. Nasıl bir şeyse gelen kolay kolay gitmiyor. Hep kulübün başında kalabiliyor birileri. Birçoğu da borç batağında. Tek yaptıkları yabancı futbolcu almak. Gelen yabancı futbolcu ülke futboluna katkı sağlayan olmalı. Alt yapıdan futbolcu yetiştirmeye gerektiği gibi önem verilmiyor. Bu yüzden midir? Milli Takım yerlerde sürünüyor. Takımlar iyi olursa Milli Takım da iyi olur.

Kulüp yönetenler için mutlaka kriterler konmalı, yönetim kurulunda görev alanlar bir kamu görevi yaptığının bilincinde olmalı, siyasetten uzak durmalı. Kulübü töhmetlerden uzak tutmalı. Arkasında milyonlarca taraftar ve seveni olan kulüpler birkaç kişinin çıkarına alet edilmemelidir. Kulüplere leke getirecek davranışlardan kaçınılmalıdır.
***
İhraç edilenlerden biri attığı tweetinde yaptığı açıklamadan sonra adını yazıp altına "...'yi ve ülkesini çok seven bir vatandaş" diye tanımlamış kendini. Sevsinler seni! Yazarken biraz samimi ol bari! Bu nasıl sevmek? Üyesi bulunduğu takıma ödemesi gereken aidatı yıllardır ödemiyor ve bu takımı sevdiğini söylüyor. Hasta ana-babasını bırakıp yurt dışında firari durumda ve ülkesini sevdiğini söylüyor. Sormazlar mı adama: Bu nasıl sevmek diye. Ülkesini seven vatandaşın dışarıda ne işi var? Suçsuzsan niçin kaçaksın? Elini-kolunu sallaya sallaya ülkene gelirsin. Suçluysan gelir, adam gibi cezanı çekersin. Memleketi sevmek ancak böyle olur. Öyle kuru kuruya vatanı sevmek ve hamasi konuşmak vatanseverlik değildir. Kedinin ciğeri sevmesine benziyor bu vatan sevgisi. Vatan sevgisi gerekirse uğrunda çile çekmektir. Bedel ödemektir.

Ülkesi için bedel ödeyenler bu ülkenin geleceğinde söz sahibi olur. En ufak bir zorlukta kendini dışarı atanlar unutulmaya mahkumdur. 28.03.2017

* 29/03/2017 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

27 Mart 2017 Pazartesi

Ekmeğe saygı lütfen!

Yan tarafta gördüğünüz fotoğrafı dolmuşta giderken İstanbul Caddesinde kırmızı ışıkta durduğumuz esnada çektim. Arabanın içi şoför mahalli dışında tamamen tandır ekmeği dolu. Ekmek selelerinin içine konmuş. Bagajında da ekmek var gördüğünüz gibi. Bagaja da o kadar doldurmuş olmalı ki bagaj açık kalmış.

Aracın plakası okunmasın diye resmi kırptım. Bagajı tam seçebiliyor musunuz bilmiyorum. Bagajın içinde de ekmek selesi var. İçine ekmek konmuş. Ya sele yoktu, ya da sepeti sığdıramamış olmalı ki, altına hiçbir şey sermeden tandır ekmeklerini kaportanın üzerine istiflenmiş. Üst tarafı da tam kapanmadığına göre kapağın altı da ekmeklere sürtüyor olmalı.

Zaman zaman kaldırımlarda, cami önlerinde yandır ekmeğinin poşetin içerisine dörder tane konarak satıldığını görürüm. Bu tür ekmeğin özel müşterileri var. Satışı da iyi gördüğüm kadarıyla. Öyle zannediyorum bu arkadaş da satmaya götürüyor.

Ekmeğini taştan çıkartan, elinin emeğini yiyen, rızkının peşinde koşan insanlara saygım büyüktür. Bu tür tandır ekmeği de her yerde bulunmaz. Müşterinin ayağına gitmesinde fayda var. Fakat taşımasını uygun bir ortamda, hijyen bir şekilde yapması gerekir. Kendisi gördüğünde tiksinmeden alabileceği ekmeği piyasaya sürmelidir. Nasıl ki kendimiz bir yiyeceğin temiz olmasını istiyorsak sattığımız malı da o şekilde piyasaya sürmeliyiz.

Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ve belediyeler üzerine düşen görevi yerine getirmeli, denetimlerini artırmalı. Güpegündüz şehrin merkezinde bu şekilde ekmek taşımaya kimse cesaret edememeli. Hijyen olmayan ortamlarda satışa izin vermemeli. Nasıl ki kapalı yerler haricinde simit satışı yasaklanmışsa bu şekil ekmek taşıma ve satış işine de bir standart getirilmelidir.

Ekmek bu toplumda tıpkı Kur'an gibi saygı değerdir. Yere ekmek atılmaz. Atılmışsa elimize alır, kurt-kuş yesin diye yüksek bir yere koyarız. Bazılarımız yemin ederken ekmek-Kur'an çarpsın diye dua eder. Emeğe saygı bekleyenler siz de ekmeğe saygı gösterin lütfen! 27.03.2017

26 Mart 2017 Pazar

Güya dershaneleri kapatmıştık biz

Güya dershaneleri kapatmıştık biz
Çin hükümeti, vatandaşın yaya veya binitli olarak 40 günde gidip geldiği iki şehrin arasına  tren yolu döşemeye karar verir. Çalışmaları görev vatandaşlar mühendislere, ne yaptıklarını sorar. 40 günde gidip geldiğiniz yeri bundan sonra 4 günde gidip geleceksiniz. Çünkü tren yolu döşeyeceğiz der mühendisler.  Vatandaş sevineceği yerde kara kara düşünmeye başlar ve mühendislere tekrar sorar: Pekiyi biz, geriye kalan 36 günde ne iş yapacağız diye.

Çinlilere benzer miyiz, benzemez miyiz bilmem. Renk, boy-pos olarak uymadığımız belli. Ama Çinlilerle ortak bir yönümüzü tespit ettim. Ne alaka diyebilirsiniz? Tıpatıp benziyoruz. Çin hükümeti karda-kışta uzak mesafeyi yürüyerek gidip gelen vatandaşlarını bu sıkıntıdan kurtarmak için 40 günlük mesafeyi 4 güne indiren bir projeye imza atarken vatandaş ise geriye kalan 36 günde ne iş yapacağının hesabını yapıyor. Malumunuz bizde bir ticarethane haline gelen ve her köşede mantar gibi biten dershaneleri kaldırdık birkaç yıl önce. Üstelik okulların haftalık ders saatlerini artırdık, öğrenciler okul dışına ihtiyaç hissetmesinler diye. Eğer ihtiyaç hissedilirse okulda ücretsiz takviye ve yetiştirme kursları açılabileceği de karara bağlandı. Vatandaş olarak sevineceğimiz yerde hepimizi bir üzüntü kapladı. Okul dışında benim çocuğum geriye kalan zamanda ne yapacak diye. Çünkü kafamızda: “Bu okullarda iş yok, çocuğum mutlaka takviye almalı, dershane olmazsa çocuklar  nasıl yarışacak” şeklinde bir problem vardı. Bu problemi de tereyağından kıl çeker gibi çözdük. Üstelik eskiden sadece dershaneler vardı. Şimdi ise alternatifimiz bile var: kurs merkezleri, etüt merkezleri, okulların açtığı yetiştirme ve takviye kursları. Üstelik eskiden 2,5-3 bin liraya çocuklarımız dershanelere giderken şimdi kurs merkezlerinde fiyatlar daha bir astronomik. Eskiden bir kısım öğrenci ders çalışmaya ve dershaneye gitme imkanım olsun diye son sınıfın birinci döneminden itibaren açık liseye geçiş yapardı. Şimdi ise son sınıfa kadar devletin okulunda okuyan çocukların çoğu son sınıfta temel liselere geçerek 10-20 bin lira arasında bir para ödemek durumunda kalıyorlar. Çocuklarımız yine eskisi gibi yarış atı olarak sınav odaklı yarıştırılıyor. Sahi biz ne anladık 3 yıl öncesinde dershaneleri kapatmaktan? Görüntü gelenin gideni arattığı şeklinde. Üstelik velilere de daha fazla yük bindi. Sanırım biz dershane sözcüğüne karşıymışız. Başka adlar altında aynı sistem devam ediyor.

Kafa yapısı değişmediği müddetçe biz her şeyi yasaklasak mutlaka yerine yenisini buluruz. Şunu iyice anladım ki biz toplum olarak bir problemi çözerken yeni problemlere üretiyoruz. Problemle yaşamayı seviyoruz. Her çözme işinde yeni problemler dağ gibi olup çıkıyor karşımıza. Dün eğitim v e öğretim seviyesinden kimse memnun değildi, bugün de memnun değil. Yoğun ders yükünün üzerine binen kurslar ve sosyal hayattan kopuk bir şekilde yarışımız hala devam ediyor. Ne çocukluğunu yaşayamayan çocukları, ne de etüt merkezlerine giden parayı düşünen var. Eski  hamam eski tas. Okullarda ücretsiz olarak açılan takviye ve yetiştirme kursları ise daha bir içler acısı. Çünkü okullar  bugün etüt merkezi gibi işlev görüyor. Veli ve öğrenci ders ve öğretmen seçiyor, kursa katılacağım diye sisteme giriyor. Fakat büyük bir çoğunluğu devam etmiyor. Kimse ne yaptığını-yapacağını bilmiyor. Devletin ücretsiz kurslar için ödediği katlamalı ücret de bu şekilde hedefine ulaşmıyor. Yazık gerçekten yazık! Devletin ve milletin harcadığı paraya yazık. Bunların hepsi bu ülkenin milli serveti.

Eğitim ve öğretim için harcanan paranın hesabı yapılmaz  diyebilirsiniz. İnanın parayı düşünmüyorum. Verecek olan versin. Herkesin şunu düşünmesinde fayda vardır. Dolu beyin yeni bilgi almaz. Bu çocukların beyni dolu. Yorgun piyade gibiler. Ortaokullarda günlük 7, liselerde ise 8 saat dersten sonra üzerine kurs görmek, hafta sonunu kurs merkezlerinde geçirmek, akşamleyin kursun ve okulun ödevlerini yapmak demek bu çocukları öldürmek demektir. Bırakın bu çocuklara faydasını, sadece bu çocukları uyuşturur. Bilgi beyin ve zihinde yer edinmelidir. Öğrendiği bilgiyi analitik düşünebilmek için öğrencinin boş zamana ihtiyacı vardır.

Demek ki kapattık demekle olmuyor. Biz yine aynı problemlerin ağırını yaşıyoruz bugün hem bedenen, hem madden. Okul dışında bir başka yerlere, takviyeye ihtiyaç duymayacak, okulları daha işlevsel hale getirecek çözüm yolları bulmamız lazım. Yoksa bu nesil bu sıkleti daha fazla çekemez.


Okul dışında bir başka takviyeye ihtiyaç olmadığına ilk önce velileri ikna etmek gerekiyor. Bu konuda önce veliler eğitilmelidir. Şunu kimse unutmasın. Haftalık ders saati 5-6 saat olan bir dersin kursu 2 saattir. 6 saatte öğrenilmeyen bir ders iki saatte mi öğrenilecek? Kimse kendini ve birbirini kandırmasın. Kendinize acımıyorsanız çocuğunuza acıyın. Nedir bu çocukların sizlerden çektiği? 26/03/2017