26 Ocak 2017 Perşembe

Hoşlanmadığımız kötülüklerle niçin başa çıkamayız?

Hepimiz iyi ve kötünün ne olduğunu biliriz. Bilmemize rağmen hoşlanmadığımız kötülükler ve haksızlıklar yapılmaya niye devam ediyor? Öyle zannediyorum yapılan haksızlıklara topyekûn tepki göstermediğimizdendir. Bu durumu en iyi açıklayan bir yazıyla baş başa bırakıyorum sizi:

İş ve eş gereği ABD Houston Teksas’ta yaşıyorum. Geçen hafta başımdan geçen ilginç ve gerçekten çok etkilendiğim olay, evime yakın bir postanede gerçekleşti.

Yeni yıl hediyesi olarak internet aracılığıyla satın aldığım kol saati paketten camı çatlamış çıkınca, vakit kaybetmeden derhal iade formunu doldurup soluğu postanede aldım. Postaneye girdiğimde 20–25 kişi kuyrukta hizmet bekliyordu.

Burada Noel de yaklaştığı için marketten bir ekmek bile alınsa mecburen onlarca insan arkasında sıraya dizilip normalden çok daha uzun süre beklemek zorunda kalınıyor.
Hizmet eden sayısı sadece 2 kişi olunca, hele bir de hizmet edenler işinden, canından bezmiş bir suratla ve isteksizliğin yansıdığı süratle iş görünce bekleme süresi sabırları zorlayacak düzeye tırmanıyor.

Girdiğim kuyrukta arkama döndüğümde bir 30–35 kişinin daha geldiğini gördüm. “Neyse, en azından ortalardayım” diye sevinme payı çıkardım.

Tam 40 dakika sonra sıra bana geldi. Paketi görevliye uzattım, “Adresler üzerinde yazılı” dedim. “Paketi neden bantla kapatmadınız?” diye sordu. Girişteki“Paket içeriğini görmek isteyebiliriz. Lütfen paketlerinizi açık bulundurunuz”uyarısını gösterdim. Sesini yükselterek sinirle “Kapıda ne yazdığını iyi biliyorum. Derhal paketinizi bantlayın” dedi.

Sıradaki herkes artık bizi dinliyordu. Yanı başındaki bantı göstererek, “Rica etsem verebilir misiniz?” dedim. Yanıt yine aynı yüksek sesle geldi: “Hayır, o bant bana ait, müşteri kendi bantını kullanacak!” “Yanımda bant yok, sizin bant için para ödesem...” dediğim an görevli hanım sesini daha da yükseltti. 3 adım ötede, bir ayakkabı kutusu büyüklüğündeki, sadece paketleme servisleri için yapılmış 20 dolarlık bantı işaret ederek satın almamı istedi. “15 santimetrelik kutu için bana o bantı aldırmanız size mantıklı geliyor mu?” diye sordum. “Bantı al ve derhal sıranın sonuna geç!” diye bağırırken sinirden kıpkırmızı kesilmişti. Aynı hışımla kuyruktaki bir sonraki kişiyi (“Sıradaki” anlamına gelen) “Next!” diye çağırdı.

İşte o an dondum kaldım... Çünkü sırada hiç kimse ilerlemedi. Sıranın başındaki beyefendi, “Şu kutuyu derhal bantlayın ve hanımefendinin işini bitirin önce” dedi.

Görevli öfkeyle bağırıyordu: “Anyone else... Next!” 30 kişi yerinden kıpırdamıyordu. İkinci görevliye de gitmiyorlardı. Hizmet durmuştu.

Sıradan bir yaşlı bayan, “76 yaşındayım ve dizlerim ağrıyor, ama o bayanın paketini bantlayıp görevinizi yerine getirmediğiniz sürece buradan bir adım atmıyorum” dedi.

Görevli elimden paketi sinirle çekip kutuyu benim söylediğim postane bantıyla yapıştırdıktan sonra ödememi alana kadar karmakarışık duygularla kalakalmıştım. Neredeyse ağlamak üzereydim. Sıraya dönüp “Thank you all” (Hepinize teşekkürler) diyebildim sadece... Gülümseyerek el salladılar.

Dışarı çıkıp arabama oturunca kontağı çalıştırmadan bir süre park yerinde düşündüm.
Herkesin işi gücü var. Nasıl oldu da tek bir kişi “Acelem var” diyerek sıranın önüne atlamadı? Nasıl oldu da onca kişi bir kişiye yapılan haksızlık için tepki gösterdi? O sırada benden hemen sonraki yaşlı beyefendi işini tamamlamış, dışarı çıkmıştı. Arabama yaklaştı, pencereyi açtım. Gülümseyerek kafamdan geçen soruları yanıtladı:

“Size yapılan bu yanlış için üzgünüm. Doğada hayvanlar, ağaçlar ve hatta mikroplar birbirleriyle bağ içerisinde hareket ederken biz insanlar birbirimizden çok koptuk. Yanlış, anında tespit edilerek sineye çekilmeden, derhal toplu olarak tepki gösterilmez ise ‘normalleştirilir’. O hizmet eden bayan bir daha ki sefere yanlış yaparken iki kez düşünecek. Biz görevimizi yaptık. Haydi size iyi seneler...” (Neva Çiftçioğlu banes, Mikrop, ağaç, insan başlıklı yazısı...14/12/2015 haberturk.com)

Fazla söze ne hacet.  Buradaki haksızlığa karşı çıkan 76 yaşındaki yaşlı bir bayan. Bayana herkes destek veriyor. Biz olsak ne yaparız? Umarım gerçek olan bu kıssadan bir hisse çıkarırız. 26/01/2017




Belki de Bal Yediğimizdendir *

-Çoktan unuttuk bizler adabımuaşereti-

Eskiden okulda şu görgü kuralları öğretilirdi:

1. Şimdi de öğretiliyor ama öğretmeye çalışanlar -belki de kendilerinde uygulamadıkları için- sözleri tesir etmiyor...

2. Sınıfa girerken acele ile birbirini itmeyerek sıra beklemek.

3. Sıralarda gürültü çıkarmadan sessizce oturmak, sınıftan çıkarken öğretmeni selamlamak.

4. Verilen vazifeleri günü gününe hazırlamak. "Haberim yoktu, defterim evde, arkadaşımda kaldı" gibi mazeretler bulmaya çalışmamak.

5. Önlüklerin temiz, ütülü olması, eteklerin altından başka renkte elbise görünmemesi.

6. İskarpinlerin eski de olsa daima boyalı olması.

7. Saçların kısa kesilmesi veya siyah kurdele ile bağlanarak yahut arkadan sıkıca toplanarak dağınıklıktan kurtarılması.

8. Arkadaşlarla görüşürken hitaplara dikkat etmek. Birbirini "hişt" diye çağırmamak, kolundan dürtmemek.

9. Kütüphanede ses çıkarmadan, kendi varlığını hissettirmeden yürümek, başkalarını rahatsız etmeyerek oturup çalışmak.

10. Eve ait işlerde anaya yardım etmek, evde hizmetçi de olsa bir genç kızın hususi işlerini kendisinin görmesi.

11. Fakir olsa da evin, yemek masasının temiz, tertipli olmasına dikkat etmek, yalnız da olsa temiz tertipli yemek yemek, sofraya hep birden oturmak.

12. Gece yatısı misafirliğinin vereceği rahatsızlık düşünülerek davet olunmadan veya ansızın kardeş evine bile gitmemek.

13. Tevdi edilen bir sırra hürmet etmek.

14. Hususi hayatımızdan kimseye bahsetmemek.

15. Değmez yere iddialara girişerek münakaşaları kavga şekline dökmemek.

Not: YIL 1939. İstanbul Kız Lisesi/Muaşeret Kaideleri kitabından alıntıdır. 16/01/2013

*28/10/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

 


İktidar nimetinden faydalanan kesim/ler

Bir partimiz var, müzmin muhalif. 50'lerden sonra pek iktidar yüzü görmedi. Kısa zamanlı koalisyon ortağı oldular. Geçmişte yaptıklarından dolayı mıdır nedir bilinmez. İktidara gelemediler ama devlet kurumlarında ve bürokraside hep onların borusu öttü.

Ülkenin değişimine ve gelişmesine hep takoz oldular. Her şeye karşıydılar. Hatta milletin değerlerine bile. Belki de bu yüzden millet onlara bir daha hiç iktidar vermeyerek cezalandırdı. Değişmez muhalefetti onların bu ülkedeki namı diğer adı. Nasıl bir düzen kurdularsa muhalefet olmalarına rağmen devletin kaymağını yine onlar yedi. Onların giyim kuşamı çağdaş idi. İktidar olanlara kök söktürdü, devleti kilitledi. Yine onlar bu vatanın öz evladı idi. Kendilerini birinci sınıf devletin kurucusu olarak görürlerdi. Fikirleri hep iktidardı.

2000'li yıllardan sonra bürokrasideki hakimiyetleri zayıflamaya başladı, fikirleri tartışılır oldu, sözleri pek geçmez oldu. Burjuvazilikleri pek sökmez oldu. İrtica paranoyalarını halk pek yutmaz oldu. Çünkü "Bu halk cahildir güdülmeli...bidon kafalı...karnını kaşıyan adam" diye küçümsedikleri halk taşradan merkeze yürüdü. Artık ne zihniyetleri, ne fikirleri iktidarda idi. Ne de bürokraside varlardı.

Şimdi de bu dönemde iktidarın her türlü icraat ve tasarrufunu acımasızca eleştiren bir kesim var. Fikir ve düşünce olarak iktidardakilerden farklı bir düşünce yapısına sahip değiller. Hükümet atamalarda onları tercih etmesine rağmen ne oy verirler, ne de destek olurlar. Etik olan icraatlarını eleştirdiğin hükümetin özellikle yöneticilik vazifesinde görev almamaktır. Bu konudaki görüşüm belki garip gelebilir, belki isabetli bir görüş olmayabilir ama  ben böyle düşünüyorum. 26/01/2017