25 Aralık 2016 Pazar

Ölüm Gelmeden Önce Ölmeye Ne Dersiniz?

Gecenin soğuk ve ayazı, dereceler eksi 10-15'leri gösterdiği bir gece yatmak için odama girdim. Hem odam hem de yatağım sımsıcak idi. Uyumak için üzerime yorganımı örttüm. Aklıma ölüm geldi.

Her şeyden kaçarız kaçmasına, nice badireler atlatırız atlatmasına. Ne edersin ki ölümden kaçış yok. Bir gün yakalayacak mutlaka. Zaten şimdiden peşimizi bırakmayacağını gösteriyor. Ağırlığını yavaş yavaş hissettiriyor. Eski güç-kuvvet yerini zayıflığa bırakıyor. Saçlar dökülüyor, saç-sakal ağarıyor, yürürken nefes almakta zorlanıyoruz. Her şeyi yiyemiyoruz. Çünkü dişler gitmiş. Daha önce uzağı görmeyen gözler şimdi yakını da görmez oldu.(İhtiyarlık hastalığı deniyor zaten buna) Yediğimiz dokunuyor, mümkün olduğu kadar kaçınmaya çalışıyoruz. Hastaneye gitmemiz eksik olmuyor: Tahlil, tetkik... poşet dolusu ilaçlar. Ben geliyorum, ona göre hazırlığını yap, benden kaçış yok diyor gün be gün. Her gün yarım ölüm olan uykudan kalkınca şükrediyoruz, bir defa daha kalkabildik diye. İşimizi gücümüzü kimseye, çoluk çocuğa muhtaç olmadan yapabiliyor muyuz? Gemisini kurtaran kaptanız. Ya bir de muhtaç olursak işte o zaman hayat çekilmez olur. Ölmeden önce çoluk çocuğa muhtaç olmaya başladığın zaman “ne zaman ölecek artık” bakışlarını sezersin. Malın yoksa zaten değerin hiç olmaz, malın varsa bir an evvel ölse de şu malı paylaşsak, hayatımıza bir çekidüzen versek diye vereselerin ölmeni beklerler. Ölmeden önce ölmüş gibi olursun. Bu durum ölümden daha zor gelir işte o zaman. Her şeye rağmen hayata tutunmaya çalışıyoruz. Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamaya çalışıyoruz, ölüm bir gün kapımızı çalacağını bile bile.

Sıran geldi mi torpil yok, bugün kış-kıyamet, hava soğuk, dışarısı ayaz, herkes işte-güçte... gece-gündüz demiyor. Yapışıyor yakana. Salalar verilir erkenden. Kabristanda uygun bir yer kazdırılır. Musallada namazın kılınır. Günlük hayatta dar diye sığamadığımız koca evler arkamızda kalır. Daracık, karanlık, soğuk bir yere beyaz kefenimizle birlikte koyarlar. Ebedi istirahatgahımıza da en sevdiklerimiz koyar. Kalkamasın, ya da rahatsız eden olmasın diye üzerine belediye tarafından aynı ölçülerde yapılan taş-betonları koyarlar. Ardından en sevdiğinden başlanarak üzerine topraklar atılır. Birkaç kürek toprak atan küreği bırakır, diğeri alır. Her biri üzerine toprak atmada yarışır. Ardından Kur'an'dan bazı bölümler okunur, telkinin verilir, taziyede bulunan oradan uzaklaşır. Herkes işine gücüne yoğunlaşır yeniden.

Seni mezara biran evvel koyup kaçmak için herkes yarışır. Tabii sevenin sayanın, hatırın varsa elbet bütün bunlar. Yoksa hatırın, geride bir iz bırakmamışsan bu durumda belediyeler sağ olsun. Ardından kalan biri mezarlıklar müdürlüğünü arar. Onlar gelir, son görevini yaparlar. Mezarında tek başına kalırsın. Ne yiyecek var ne de içecek. Karanlık mı karanlık. Buz gibi her yer. Üzerinde ince bir kefen. Üşüdüm desen duyan yok, derdim ve ihtiyacım var desen işiten yok. Aynı tarafa yatmaktan kolum ağrıdı, yoruldum desen zaten divelenemezsin. Divelensen bile başka seçeneğin yok zaten. Aynı şekil yatmaya devam. Ebedi istirahatgahımız böylece başlar.

Burada seni kimse rahatsız etmez, mesai diye bir derdin olmaz. Gece geç yattım, uykumu alamadım olmaz. Seni hesaba çekmek ve ön soruşturma yapmak için Münker-Nekir gelir ara sıra. Kıyamet kopuncaya kadar bulunduğun yer ya cennet bahçelerinden bir yer ya cehennem çukurlarından bir yer olur ya da kıyamet kopuncaya kadar zaman kavramı olmadan tıpkı Ashab-ı Kehf gibi uzun bir uykuya dalarsın. İsrafil’in sûra ikinci üfürüşüyle birlikte kendine gelir, herkes gibi ayağa kalkar, ak koyun-kara koyunun apaçık belli olacağı, hiçbir şeyin gizli kalmayacağı mahşer yerine doğru hesap vermek için yola çıkarsın. Sana orada sorsalar ne kadar uyudun diye? Ya bir gün ya da daha az dersin. Mizan’da amel defterin teraziye konduktan sonra karşına ya cennet ya da cehennem çıkar. Ölümün olmayacağı, dünyada yapılanların karşılığının görüleceği ebedi âlem bu şekilde başlamış olur...

Bütün bunları biliriz bilmesine. Ölüm gelecek, hesaba çekileceğiz deriz. Fakat bu geçici âleme öyle bir kaptırırız ki hiç ölmeyecekmiş gibi yaşarız. Başımıza gelecek olanı biliriz bilmesine, yine de ölümü soğuk karşılarız. Dünyaya kendimizi kaptırdığımız bir günün uygun bir saatinde ölmeden önce ölmeyi aklımıza getirmemizde fayda var. Aklımıza getirelim ki kendimize çekidüzen verelim. Güzel amellerle ebedi âleme gitmek için çaba sarf edelim. Rabbim herkese hayırlı ömür ve ölümler nasip etsin. Ebedi hayat için azık biriktirenlerden eylesin.

“Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ve güzellik ver, ahirette de iyilik ve güzellikler ver. Bizi Cehennem azabından koru.” 25/12/2016

24 Aralık 2016 Cumartesi

Ailelerin çocuklarına yaptığı kötülük

Çocuk yetiştirme konusunda anne ve babaların çocuklarına yaptığı en büyük kötülük aşırı korumacılıktır.

Çocuklar bizim her şeyimiz elbetteki koruyup gözeteceğiz. Biz onu yolda bulmadık. Korumayıp da ne yapacağız, senin ki de iş mi denebilir. 

Elbette çocuklarımızı koruyup gözeteceğiz. Sorun koruyup gözetmede değil. Bir defa onlara sorumluluk vermiyoruz, onlara hep balık yediriyor, balık tutmayı öğretmiyoruz. Bir dediklerini ikiletmeden  hemen alıyoruz, onu memnun etmek için saçımızı süpürge ediyoruz. 

Bu durumda çocuk fiziken büyüse de kişilik olarak büyümüyor. Biyolojik yaşı büyüse de zihin ve beyin olarak büyümüyor. Her şeyi anne ve babasının yapmasını bekliyor. Çocuk hayatı düşünmüyor bile. Başına gelen sıkıntıları nasıl çözeceğini kafaya bile takmıyor. Başına ne gelirse ailesine aktarıp sorunu ailesinin çözmesini bekliyor. Nerede bir sorun varsa ailesi önüne düşüyor, sorunu çözmeye çalışıyor. Bir şey alınacaksa alınıyor gerekirse borçlanılarak. Bir yere gidilecekse gidiliyor. Dersi zayıfsa öğretmen, idare kim varsa görüşülüp notunun yükseltilmesi sağlanıyor. Biri kızdı mı çocuklarına, ailecek kızana had bildirmeye gidilir, kazara biri dövdü mü; dayağa karşı olan aile hep beraber döveni dövmeye gider. Çocuğun önünde sorunu çözmeye çalışan aile asla çocuğunda suçu bulmaz. Acaba çocuğumuz bu işi abartıyor mu, birin yanına beş katıp aktarıyor mu, acaba çocuğumuzda da bir suç olabilir mi diye asla düşünülmez. Tek taraflı dinlenir, tek taraflı yargılanır, aile mahkemesinde muhatabın ipi çekilir. Çünkü çocuklarına güven o kadar fazla ki çocukları asla yalan söylemez. Biz sorun çözdükçe, karşı tarafa had bildirdikçe çocuk kendimize biraz daha bağlanır. Nasıl ki o bizim her şeyimiz ise, onun için de biz her şeyiz. Bir araya gelip Roma bile yakılır bu aile dayanışmasıyla.

Örnekleri çoğaltabiliriz. Gerçekten iyi mi yapıyoruz? Bir düşünmek lazım. Çocuk yetiştiren hiçbir aile çocuğunun kötü olmasını, kötü olarak yetişmesini istemez. İyi niyetle çocuğunun sorunlarını çözmeye çalışır. Mantık; biz geçmişte çok çektik, çocuğumuz çekmeyecek. Biz ezildik; çocuğumuz ezilmeyecek. Çocuğumuzun öz güveni olacak. Bize imkan sunulmadı, istediğimiz yere yeterince gelemedik. Biz çocuğumuza her türlü imkanı sunarsak çok iyi bir gelecek onu bekliyor olacak şeklinde bir düşünceye sahibiz. İlkokul, ortaokul, lise hayatı bu şekilde devam eder. Üniversite okusa da yaş büyür, ama hala çocuk olarak kalır. Biz yaşlansak da yine her şeyi bizden bekler. Bari bu zamana kadar getirdik. Hazır anayasa değişikliği varken 18 yaşını dolduran kişiler için seçilme hakkı verilecek. Çocuğumuzu milletvekili olması için hazırlayalım da geleceği kurtulsun hiç olmazsa.


Şahsi görüşüm çocuklarımıza sorumluluk vermek şeklindedir. Her istediğini almamaktır. Bazen hayır demesini bilmek lazımdır. Başına bir problem gelince kendisinin çözmesini beklemektir. Çocuğumuzun getirdiği habere göre hareket edip yangına körükle gitmemektir. Habersizce sorunu araştırıp bir de karşı tarafı dinlemek gerekir. Çocuğumuzun hatası varsa kırıp dökmeden uygun bir lisan ile çözmektir. Hasılı kendinizin bir müddet sonra olmayabileceğinizi hesaba katıp çocuğunuzun tek başına problemi çözmesine yardımcı olmaktır. Yine de karar sizin. 24/12/2016

Kayıp eşek ve ayakkabıdan haber var*

3 ay önce  eşeğini ve ayakkabısını kaybeden bir  zatla karşılaştım. Son durum nedir, dedim?  "Ayakkabısının hâlâ  kayıp olduğunu, yalın ayak olmaktansa paraya kıyıp yeni bir ayakkabı aldığını, eşeğinin ise geri gelmediğini fakat 3 ay boyunca gerçekleştirilen 'işlem hacmi' sayesinde kendisine eşeğin sıpasını verdiklerini" söyledi.

Başka kendisine sıpa verilen var mı, dedim. Eşeği alınanların çoğuna yeniden sıpa bahşedildi dedi. İyi de kardeş, anasına bakamayan sıpasına nasıl bakacak? Bu da zaten büyüyünce yine eşek olmayacak mı? Madem iyi bakıyordu, daha önceki eşeği niye alındı? Ya da bakamıyordu madem, yeniden niye eşek verildi? Aslında anasına bakamayan sıpasına da bakamaz ama ne yapacaksın büyüklerimizin merhametini gözardı etmemek gerekir dedi bir meczup.

Diğer meczup durur mu: Desene eşeklik bizde bâki kalacak. Bense bakakaldım kendilerine... 24.12.2014

* Çıkarılan bir kanunla 2014 yılında müdür ve yardımcılıkta 4 yılını dolduranların müdürlüğü sona erdirilmişti. Yeni müdür görevlendirmesi mülakat yoluyla yapılmıştı. Bu yazıda görevlendirme süreci, yol ve yöntemi eleştirilmiştir.

24/12/2014 tarihinde bu yazıyı sosyal medyada paylaşmıştım. Bu paylaşımıma yapılan yorumlar:

Eşeği elinden alınanlardan bazılarına dedikleri gibi sıpa bahşettiler. Ama dediğiniz gibi eşeğe bakamadın deyip elinden alıp sonra sıpa verilenler var. Bazılarına da eşek yerine katır verildiği de görüldü. Amma velakin eşeği elinden alan kişiler ya düşünemedi ya da bir üst akıla uyarak geri verdiler. Eşeğe bakamayan sıpaya ya da katıra nasıl bakacak bu konuda pişmanlık mı üst akıl mı öncelikli? İşin özüne gelirsek bazıları eşeğine kavuşamasa da sıpasına bazıları da katırına kavuştu. Eşek, Katır, sıpa sahipleri aman iyi sahip çıkın bir sabah uyandığınız zaman onları elinizden gitmiş bulabilirsiniz. Bunları elinizde tutabilmek için siz ne yapacağınızı bilirsiniz. (H.K.)

Ölmüş eşek kurttan korkmaz sayın hocam. Herkesi aynı kefeye koymamak gerek. Bir binite sahip olanlardan ya da sahip olmak için girişimde bulunanlardan ziyade yöntem, metot, usul, edep, etik değerler irdelenmeli. Sahada görev alan piyonlardan ziyade yetkisini İstiklal Mahkemelerinin hakimleri "3 Aliler" gibi kullananlara dikkat çekmek gerek. İnsan edebi, zıddından öğrenir...Hasılı, kişiselleştirmeden ziyade Allah basiret versin, feraset versin, akıl tutulması vermesin diye temennide bulunmak gerek. (R.Y.)

Elbette ki yöntem, metot, usul, edep, etik değerler önemli kavramlar. En önemlisi de binite sahip olabilmek için kullanılan yöntemlerdir. Benim tarih bilgim zayıf istiklal mahkemelerindeki 2 Ali’yi biliyorum ama 3. Ali’yi çıkaramadım. (H.K.)

Bir şeyler yazsam bir dert yazmazsam bir dert. Beğensem ayrı dert. (B.T.)

Canın sağ olsun Bekir, sen 2014'ü harika geçirenlerdensin...Yazım tarizin örneklerindenmiş. Beğenmezsen bir edebi sanatımıza karşı gelmiş olursun. Yazım, gerçek edebiyatçıdan onay aldı. Ayrıca yazımız beğenilsin, yorum yapılsın diye paylaşılmıyor. Evelallah tek başıma da yoluma devam etmeye çalışıyorum, başıma taş düşmeye devam etse de. Ben hep yanıldığım doğru bildiğim yanlışları -kendimin dışında kimse anlamasa da, önemsemese de- yazmaya devam edeceğim. En azından paylaşımları; anlaşılmadan, paylaşılmadan ve beğenilmeden giden tek kişi olarak tarihe geçerim. (R.Y.)

Sosyal medya hesabını kapattığı için yorumu kaldırılan birine verilen cevap: (Sanırım benim kayıp diye ifade ettiğimi gasp, çalma olarak değerlendirmiş yorumcu)
Sadık hocam! Çalma, gasp vb durumumudur bilmem, zengin kelime hazinem olmadığı için kayıp kelimesi ile ifade ettim. Benim için kayıptır ne şekilde gittiği ayrı bir husus. Belki de kayıp ifadesi bir üslup şeklidir. Zaten yazımı kralın çıplak olduğunu bilen arif insanlara sunuyorum. Malumun ilamını mizansenleştiriyorum. Eşeğe kızmadım, küstüm ama dağın haberi olmadı. Kasapların eline geçen eşekler helal et diye kesilip satılınca mevcut eşekler karaborsaya çıkıp değer kazandı. Elan eşek ve türevleri benim için bir şey ifade etmiyor. Ben kendime yakışanı yaparak hesabını vereceğim, mutlaka eşek borsası oluşturanlar da adaletin şaşmadığı bir ortamda hesabını vereceklerdir. Allah herkesi niyetlerine göre değerlendirecektir. Rabbim yüzü ak olanlardan eylesin herkesi. Bu arada süt falan satmıyorum. Yorumunu okuyan benim süt sattığımı sanabilir. Allah bozuk süt satan onurlu sütçünü de affetsin. Umarım gelen süt eşek sütü değildir. Eşekle başladık eşekle bitirelim: "Ey oğul, yürüyüşünde orta yolu tut, sesini kıs, çünkü seslerin en çirkini eşeklerin sesidir." Lokman süresi. (R.Y.) 24/12/2017