Gecenin soğuk ve ayazı, dereceler eksi 10-15'leri
gösterdiği bir gece yatmak için odama girdim. Hem odam hem de yatağım sımsıcak
idi. Uyumak için üzerime yorganımı örttüm. Aklıma ölüm geldi.
Her şeyden kaçarız kaçmasına, nice badireler atlatırız
atlatmasına. Ne edersin ki ölümden kaçış yok. Bir gün yakalayacak mutlaka.
Zaten şimdiden peşimizi bırakmayacağını gösteriyor. Ağırlığını yavaş yavaş
hissettiriyor. Eski güç-kuvvet yerini zayıflığa bırakıyor. Saçlar dökülüyor,
saç-sakal ağarıyor, yürürken nefes almakta zorlanıyoruz. Her şeyi yiyemiyoruz.
Çünkü dişler gitmiş. Daha önce uzağı görmeyen gözler şimdi yakını da görmez
oldu.(İhtiyarlık hastalığı deniyor zaten buna) Yediğimiz dokunuyor, mümkün olduğu
kadar kaçınmaya çalışıyoruz. Hastaneye gitmemiz eksik olmuyor: Tahlil,
tetkik... poşet dolusu ilaçlar. Ben geliyorum, ona göre hazırlığını yap, benden
kaçış yok diyor gün be gün. Her gün yarım ölüm olan uykudan kalkınca
şükrediyoruz, bir defa daha kalkabildik diye. İşimizi gücümüzü kimseye, çoluk
çocuğa muhtaç olmadan yapabiliyor muyuz? Gemisini kurtaran kaptanız. Ya bir de
muhtaç olursak işte o zaman hayat çekilmez olur. Ölmeden önce çoluk çocuğa
muhtaç olmaya başladığın zaman “ne zaman ölecek artık” bakışlarını sezersin.
Malın yoksa zaten değerin hiç olmaz, malın varsa bir an evvel ölse de şu malı
paylaşsak, hayatımıza bir çekidüzen versek diye vereselerin ölmeni beklerler.
Ölmeden önce ölmüş gibi olursun. Bu durum ölümden daha zor gelir işte o zaman.
Her şeye rağmen hayata tutunmaya çalışıyoruz. Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamaya
çalışıyoruz, ölüm bir gün kapımızı çalacağını bile bile.
Sıran geldi mi torpil yok, bugün kış-kıyamet, hava soğuk,
dışarısı ayaz, herkes işte-güçte... gece-gündüz demiyor. Yapışıyor yakana.
Salalar verilir erkenden. Kabristanda uygun bir yer kazdırılır. Musallada
namazın kılınır. Günlük hayatta dar diye sığamadığımız koca evler arkamızda
kalır. Daracık, karanlık, soğuk bir yere beyaz kefenimizle birlikte koyarlar.
Ebedi istirahatgahımıza da en sevdiklerimiz koyar. Kalkamasın, ya da rahatsız
eden olmasın diye üzerine belediye tarafından aynı ölçülerde yapılan
taş-betonları koyarlar. Ardından en sevdiğinden başlanarak üzerine topraklar
atılır. Birkaç kürek toprak atan küreği bırakır, diğeri alır. Her biri üzerine
toprak atmada yarışır. Ardından Kur'an'dan bazı bölümler okunur, telkinin
verilir, taziyede bulunan oradan uzaklaşır. Herkes işine gücüne yoğunlaşır
yeniden.
Seni mezara biran evvel koyup kaçmak için herkes yarışır. Tabii
sevenin sayanın, hatırın varsa elbet bütün bunlar. Yoksa hatırın, geride bir iz
bırakmamışsan bu durumda belediyeler sağ olsun. Ardından kalan biri mezarlıklar
müdürlüğünü arar. Onlar gelir, son görevini yaparlar. Mezarında tek başına
kalırsın. Ne yiyecek var, ne de içecek. Karanlık mı karanlık! Buz gibi her yer.
Üzerinde ince bir kefen! Üşüdüm desen duyan yok, derdim ve ihtiyacım var desen
işiten yok. Aynı tarafa yatmaktan kolum ağrıdı, yoruldum desen zaten
divelenemezsin. Divelensen bile başka seçeneğin yok zaten. Aynı şekil yatmaya
devam. Ebedi istirahatgahımız böylece başlar.
Burada seni kimse rahatsız etmez, mesai diye bir derdin
olmaz. Gece geç yattım, uykumu alamadım olmaz. Seni hesaba çekmek ve ön
soruşturma yapmak için Münker-Nekir gelir ara sıra. Kıyamet kopuncaya kadar
bulunduğun yer ya Cennet bahçelerinden bir yer, ya da Cehennem çukurlarından
bir yer olur. Ya da kıyamet kopuncaya kadar zaman kavramı olmadan tıpkı Ashab-ı
Kehf gibi uzun bir uykuya dalarsın. İsrafil’in sûra ikinci üfürüşüyle birlikte
kendine gelir, herkes gibi ayağa kalkar, ak koyun-kara koyunun apaçık belli
olacağı, hiçbir şeyin gizli kalmayacağı mahşer yerine doğru hesap vermek için
yola çıkarsın. Sana orada sorsalar ne kadar uyudun diye? Ya bir gün ya da daha
az dersin. Mizan’da amel defterin teraziye konduktan sonra karşına ya Cennet ya
da Cehennem çıkar. Ölümün olmayacağı, dünyaya yapılanların karşılığının
görüleceği ebedi âlem bu şekilde başlamış olur...
Bütün bunları biliriz bilmesine. Ölüm gelecek, hesaba
çekileceğiz deriz. Fakat bu geçici âleme öyle bir kaptırırız ki hiç
ölmeyecekmiş gibi dalar dalarız. Başımıza gelecek olanı biliriz bilmesine, yine
de ölümü soğuk karşılarız. Dünyaya kendimizi kaptırdığımız bir günün uygun bir
saatinde ölmeden önce ölmeyi aklımıza getirmemizde fayda var. Aklımıza
getirelim ki kendimize çekidüzen verelim. Güzel amellerle ebedi âleme gitmek
için çaba sarf edelim. Rabbim herkese hayırlı ömür ve ölümler nasip etsin.
Ebedi hayat için azık biriktirenlerden eylesin.
“Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ve güzellik ver, ahirette
de iyilik ve güzellikler ver. Bizi Cehennem azabından koru.” 25/12/2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder