9 Aralık 2016 Cuma

Yoksa bize ırak Allah’a yakın ol mu diyorsunuz?*

Bir cahil cesaretiyle bir yıl önce başlamıştım gazetemizde yazı yazmaya. Dün itibariyle tam bir yılı doldurdum. Haftada iki gün karşınıza çıkıp arzı endam ettim.  Çalakalem duygu ve düşüncelerimi ifade ettim. Sizin her biriniz yazılarım ya da yazdıklarımdan daha güzel şekilde yazabilir, daha farklı konulara değinebilirdiniz. Bundan şüphem yok. Hani cahil cesurdur” derler ya. Benim ki de öyle işte...

Bir yıldır yazdım ama neredeyim, okunuyor mu, okunmuyor mu, iyi mi yazıyorum, kötü mü yazıyorum bilmiyorum. Çünkü doğru dürüst  yeterince  geri bildirim almadım.  Dönüt geliyorsa da haberim yok.  Bireysel görüştüğüm bazı kimseler sağ olsunlar tepkilerini dile getiriyorlar. Ama yeterli görmüyorum. Halihazırda kendimi körler ve sağırlara oynuyor gibi görmekteyim.

Her insan gibi benim de yapıcı eleştiriye ihtiyacım var. Hani biz söyleriz ya: “Dost acı söyler, yüze karşı söyler” diye. Eksiklik ve hatalarımı ancak söylenirse düzeltebilirim. Ben yazı yazma konusunda kendimi bulunmaz Hint kumaşı gibi hiç görmedim. Bilgi, donanım, birikim, kelime hazinem, Türkçe yazım ve imla kurallarım bakımından eksik olduğumu ilk yazımda da ifade ettim; Küçük Ayasofya Camisine imam olarak atanan Bekri Mustafa’yı anlatarak. Hangi iş olursa olsun kendimi hep, “Koyunun olmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi derler” misali “Abdurrahman Çelebi” olarak  gördüm. Hasılı hem acemiyim, hem de bu işin ehli değilim.

Şunun iyice bilinmesini isterim ki, yaptığım işi en iyi şekilde yapmak isterim.  Bunun için de  sizlerden dönüte ihtiyacım var. Yoksa ha varlığın ha yokluğun mu diyorsunuz? Ya da olduğun kadar rezil olmuşsun, rezillikte iyice piş mi diyorsunuz?  Yoksa şu müezzin gibi miyim? Hani bir köyde hiç namaz kılan yokmuş. Buna rağmen biri, görevli olmadığı halde üzerine vazife çıkarmış. Camiye gelen olmasa da her gün minareye çıkıp ezan okuyormuş. Bencileyin adamın sesi de çirkinmiş. (Aslında çirkin ses yoktur. Eğitilmemiş ses vardır.) Köylüler toplanıp adama: “Arkadaş biz namaz kılmıyoruz. Camiye de gelmiyoruz. Sen ne diye hep ezan okuyorsun’ demişler. Adam, ‘Ben Allah rızası için okuyorum’ demiş. Köylü: ‘Ne olursun sen, bundan sonra Allah rızası için ezan okuma’ demişler. Adam istenmemesine rağmen okumaya devam etti mi, etmedi mi bilmiyorum. Eğer okuyucularım olarak bir şey söylersek kırılır, üzülür, gönül koyar, biz söyleyemeyiz diyorsanız, bana: “Allah rızası için bundan sonra yazma” deyin ben anlarım.

İnsanın hatasının yüzüne karşı söylenmesi kişiyi üzer. Ama eleştiri de olmazsa olmaz kurallarımızdandır. Gelin şu kuralı bir tarafa bırakalım da, bana yapıcı eleştiri yapın. Eleştiri yapanı gerçek dostum bilirim. Yok arkadaş, senin dostluğunu da istemeyiz, bizden uzak durun diyorsanız, bu da bir eleştiridir. Mutlaka deyin.

Yoksa senin bize, bizim de sana verebileceğimiz bir şey yok. Bizden ırak, Allah’a yakın ol mu diyorsunuz?.. Ne derseniz deyin ama bir şeyler söyleyin, yazın. En sevdiğim insan tipi ardımdan değil de zoruma  gitse de yüzüme karşı söylenendir. Yok senin sevgine de ihtiyacımız yok. Gölge etme, ihsan istemez; dünya kuruldu, kurulalı böyle eziyet görmedi  diyorsanız, daha ne diyeyim: Allah sizin de benim de hayrımı versin!... Hep birlikte nice yıllara inşallah! 06/12/2016

* 10/12/2016 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Devlet yönetiminde biraz ciddiyet lütfen!

"Kulu Kaymakamı Hüseyin Avcı, 1 Aralık tarihli Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren 2016/681 sayılı kararname ile Gümüşhane Vali Yardımcılığı'na atandı. Ancak bugüne kadar göreve başlamayan Hüseyin Avcı'nın, Fethullahcı Terör Örgütü soruşturması kapsamında tutuklandığı öğrenildi” şeklinde bir haber değişik gazete ve haber kanallarında yer aldı bugünlerde.

Bu habere ne denir. Trajikomik hafif kalır yanında. Plan yapıp uğraşılsa böyle vahim bir yanlışı beceremez hiçbir insan, kurum ve kuruluş. Bu habere ne gülünür, ne de ağlanır. Bu habere konu olan durum kahretmesi lazım bizi. Bu işi yapanlar nasıl böyle bir yanlışa imza atabilirler, gerçekten merak ediyorum. İnsan hata yapabilir diye düşünebilirsiniz. Bu hatanın telafisi falan olmaz. Dostu üzüntüsünden kahreden, düşmanı da sevindiren bir gaftır bu. Okullara müdür seçilirken bile kılı kırk yararcasına araştıran yetkililer bir ile vali yardımcısı ataması yaparken aynı özen ve itinayı göstermedikleri göze çarpmaktadır. 

Merak ediyorum devlete atamalar bu şekil mi yapılıyor? İnsanlar bu şekilde mi araştırılıyor. Üstelik atanan adam son günlerin ihanet şebekesinin içerisinde olmasından dolayı içeride tutuklu. Bu işi yapanların kötü niyetli olduklarını sanmıyorum. Fakat bu bariz hatanın su götürür tarafı yok. Çok ciddiyetsiz bir atamadır bunun adı. Aşağıdan yukarıya bu atama işinde pay sahibi olanlar mutlaka hesaba çekilmelidir. Mevcut görevlerinden el çektirilmelidir. Öyle: “Efendim teknik bir hata oldu” şeklinde bir açıklama falan paklemez bu durumu.

İyi niyetli olduğu halde köşe başlarını tutmuş, fakat işine gereken özeni gösterememiş, ya da yaptığı işin önemini kavrayamamış insanların yeri, devletin üstünde sorumlu bir makamı işgal etmek değildir. Bize işini düzgün yapacak, titiz çalışacak gözü açık insanlar lazım. Haydi geçmişte bu şer odağı tanınmıyordu. Günümüzde tüm foyası ortaya çıkan bir yapının tutuklu elemanının yeri bir üst makama terfi olmamalıydı. Bu işte art niyet yoksa kasıt vardır. Telafi etmez ama. Sorumluların yeri kapı önüne konmaktır.


Sözün bittiği yerdeyiz maalesef. Bu yapılan yanlışın düzeltilecek bir açıklaması da olamaz. Deve misali her tarafı eğri. Devlet yönetiminde, devlete adam atamada biraz ciddiyet lütfen! Başka bir şey istemiyoruz. 09/12/2016

8 Aralık 2016 Perşembe

Katma değer üretmeyen bir devlet işletmesi

Gördüm de insanoğlu kadar rahatına düşkün, iş yapmada gözü olmayan bir varlık tanımadım. En kolay ve işine geleni yemek yemek. Onu da biri bölüp parçalasa, hatta çiğnese keyfine diyecek olmaz. Özellikle Müslüman ülkelerde üretim neredeyse yok gibidir. Yatmayı, gezmeyi, laflamayı, dedikoduyu çok severiz. Kendimize de laf söyletmeyiz. Konuştuğumuz zaman dürüstlükte mangalda kül bırakmayız. Mazeret ve bahane bulmada şeytana taş çıkartırız. Eğer bu ülkede biraz üretim varsa onu da yapanlar özel sektör ve bu sektörde asgari ücretle çalışanlardır.

Devlet sektöründe çalışıp da ortaya yere koyduğumuz bir katma değerimiz yoktur. İşe girmek için dokuz takla atarız, bir girebilsek diye. Girer girmez de emekliliği hayal etmeye başlarız. Bulunduğumuz ortamı üretimden ziyade kendi lehimize göre dizayn etmeye çalışırız. Üstelik özel sektöre göre daha fazla çalışan olmasına rağmen. Çünkü çalışmada gözümüz yok. Çoğumuz aldığı maaşı da beğenmeyiz. hep kendimizden yukarıda yüksek maaş alanlardadır gözümüz. Savunulacak ve tutunacak bir yerimiz yok. Bunu biliyorum.

Konya'nın merkezinde herkesin rahatça ulaşabileceği bina ve bahçesi bakımından emsallerine göre bir numara olan devlete ait bir işletme var. herkesin uğrak yeridir. Kullanım ve fiziki yönü itibariyle yine hatırı sayılır artısı var. Güzel bir bahçesi var. İçeride oturma yerleri var. İsteyen satranç oynar, isteyen gazetesini okur, dileyen de arkadaşlarıyla muhabbet edebilir. Sabahtan akşama kadar da müşterisi var. Zaman zaman yetkilileriyle görüştüğüm zaman: "İşletme zarar ediyor, düğünler ve otel kısmı olmasa altından kalkılmaz. Berber zarar ediyor, çay ve lokanta kısmı da zarar ediyor..." şeklinde serzenişlerine şahit olurum. Böyle bir işletme nasıl zarar eder diye düşünmeden edemiyorum. Sadece çay satsa yine kazandırır...

Pek gitmesem de zaman zaman kısa mesafeli soluklanmak için girerim bahçesine. Konfor, görüntü ve muhit itibariyle şahane bir yer. Çay içeyim desen, eleman göremezsin. Kazara bir çalışanı görüp çay istesen: "Az sonra servis yapılacak veya tamam" cevabı alıyorsun. Bekle dur, çay gelecek, veya servis yapılacak diye. çay ocağına doğru bakıp acaba çalışanlar bahçeye bakar mı diye. Ne mümkün efendim. Sanki müşteriye küs. Müşteriyi görmeyecek şekilde sırtını dönmüş ya dikiliyor, ya bir şey yapıyor görünüyor. Lütfedip servis yapılınca tüm masadakiler "Buraya da getir" diye seslenmeye başlıyor. Çay içecek ve çay satacak potansiyel var. Maalesef değerlendiren yok. İnanın burayı özel bir firma çalıştırsa sadece çaydan ihya olur. Kenarda köşede küçük bir dükkanda sadece çay satarak geçimini sağlayan küçük işletmeler var bu ülkede. Nedense koca bahçesi olan bir yerde çay satışından zarar ediliyor. Gerçekten niye edilmesin. Çalışanlar çay satmamak üzere mesaiye gelmişler. Çünkü çalışsalar da aynı parayı alacaklar, çalışmasalar da. Bu durumda bu eleman niye çalışsın, sonra niye kendini yorsun? Akşama kadar iş yapar görünmeyi meslek haline getirmişler. Sorsan niye çay getirmiyorsun diye. Eleman sıkıntısı çekiyoruz cevabı alırsın. Aslında sıkıntı eleman azlığından değil, kafa yapısında. Haydi eleman çalışmadı, çalışmak istemiyor diyelim. Peki bunların sorumluları ne iş yapıyor? Odalarına çekilip misafir ağırlamaktan, sağda solda gezmekten başka. Ara ara bahçeye çıkıp durumu inceleseler ve ona göre tedbirlerini alsalar fena olmaz sanırım. Bizde bir atasözü var: "At sahibine göre kişner" diye.

Burada çalışanların sorumluluğundan daha fazla onların amiri durumundaki kişilerin sorumluluğu vardır. Denetim ve inceleme ve gereğini yapmak durumundadırlar. Buralar yatma ve keyif çatma yeri değildir. Burada görev yaparken amme adına hizmet ettiklerini, bu görevlerin kendilerine bir emanet olduğunu, tüyü bitmemiş yetimin hakkı olduğunu kimsenin özellikle orada çalışan eleman ve yetkili kişilerin akıldan çıkarmamaları gerekir. Yok ellerinden hiçbir şey gelmiyorsa elemanlara maaş artı prim şeklinde motive edici bir yol izlenebilir. Mevzuatta yeri yok deniyorsa ya yukarıya öneri olarak rapor etmeliler, ya da gayri resmi prim sistemini uygulamalıdırlar. Ya da "Biz bu işi yapamadık" deyip bırakıp gitmelidirler.