27 Kasım 2016 Pazar

Meb'de görev yapan ilahiyat mezunları üvey evlat mı?

Ülkemizde hac farizasını yerine getirmek için her yıl rekor düzeyde bir başvuru olur. Suud yetkililerinin koyduğu kota gereğince her yıl ortalama 70-80 bin kişi gidebilmektedir bu kutsal görevi ifa edebilmek için. Yazılalı 6-7 yıl olmasına rağmen çıkmayıp hala sırasını bekleyen sanırım yüz binlerce hacı adayımız var. Bu konuda Türkiye'nin yapabileceği bir durum yoktur. Bu konuda son söz Suud yetkililerinde.
***
Her yıl kur'a yoluyla hac vazifesi çıkan hacılarımıza refakat etmek, onlara mukaddes beldede rehberlik yapmak için DİB, kendi personelinden görevli göndermektedir. Bu yol ile giden diyanet görevlileri hem hacılarımıza yardımcı oluyorlar, hem de hac görevini icra etme imkanı buluyorlar. Hac organizasyonunu yapan Diyanetin kendi personelini görevli tayin etmesi kadar doğal bir şey yoktur. Rabbim daha fazla gitmeyi, hacılarımıza yardımcı olmayı ve haclarını kabul etmeyi nasip etsin. Yüzbinlerce kişi parasıyla sıra beklerken bu görevlilerin genç yaşta gidip gelmeleri, bilgi ve kültürlerini artırmaları onlar adına sevindirici bir durumdur.

Benim derdim ve sıkıntım görevli olarak hacca gitme konusunda MEB'de görev yapan İHL Meslek Dersleri ve Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenlerine bu kapı niçin açık değildir. DİB'de gören yapanlar nasıl ehil iseler okullarda görev yapan din öğretmenleri de o kadar ehildir. İçlerinden çok az kişi kendi imkanlarıyla gidip gelmişlerdir hacca. Ama çoğuna gitmek nasip olmamıştır. Üstelik derslerde hac konusu işlenirken bu öğretmenler haccı ve önemini anlatmaktadırlar. Görerek anlatsalar öyle zannediyorum öğrencilerine daha faydalı olurlar.

Sahi MEB'de görev yapan bu öğretmenlerden DİB ve MEB niçin faydalanma yoluna gitmez. Bu her iki kurum niçin aralarında bir protokol imzalamaz? Kanuni bir engel mi var aşamadıkları? Ya da ihtiyaç olarak görmüyorlar mı? Yoksa Diyanet; kendi personelimiz yeterli, başkasını istemem mi diyor. Mesele nedir bilmiyorum, bu konunun daha önce dile getirilip getirilmediğini de bilmiyorum. MEB ve DİB bu konuyu mesele edinmişler midir? Ya da dert edinmeyi düşünmek isterler mi? Bu konunun ivedilikle ele alınıp vüzuha kavuşturulmasında fayda vardır diye düşünüyorum.

Son yıllarda bu  iki kurum zaman zaman "Okullar hayat olsun" gibi ortak protokol imzalayıp din görevlileri yaz dönemlerinde okulları kurs amaçlı kullanabilmektedir. Yine ramazan ayı geldiği zaman camilerde vaaz vermek için bu öğretmenlerden fahri olarak faydalanmaktadır müftülükler. Aynı birliktelik hacca görevlendirme konusunda niçin düşünülmesin. Üstelik DİB'de görev yapan din görevlilerinin de hocasıdır bu okullarda görev yapan öğretmenler. Bu imkanı çok görmeyin bu okulda görev yapanlara. Onlara da bu imkanı verin. Öğrencisi gidebiliyor, fakat öğretmeni gidemiyor. Bu bir çelişkidir.

Öğretmenlerin okul zamanı izinleri sorun olur denirse başlangıç olarak 15 tatili ve yaz dönemlerinde umre görevlisi olarak gönderilmekle başlanabilir bu işe. Görevli gidecek öğretmenler ücretsiz izin alarak da bu görevi ifa edebilirler. Hatta öğretmenlerden belirli miktar ücret de alınabilir.

Sözü uzatmadan MEB ve DİB bu konuya bir el atmalı. Tek suçu Diyanet'de çalışmamak olan bu öğretmenlere hacca görevli gitme imkanı verilsin. Gördüklerini, çektiklerini hakka'l yakin yaşamış birileri olarak öğrencilerine anlatabilsinler. Çok görmeyin bu öğretmenlere bu ibadeti yerine getirmeyi...

Hayra sebep olan hayrı yapan gibidir... Vesselam. 27.11.2016

Burnunun ucunu göremeyen şıh

Dini gizemli halden kurtarıp ayakları yere basacak şekilde hayatın içine çekmediğimiz müddetçe dini kullanıp dinden faydalanan ve nemalanan insanların sayısında azalma değil, artış olacaktır. Bu konuda nasılsa epey müşteri var. Bir yerde müşteri varsa mutlaka satıcı da olur. Bu durum işin doğasında vardır.

Niyetim keramet var mıdır, yok mudur, hak mıdır, değil midir değil. Ama öbür dünyada bu dünyada bazı insanların gösterdiğine inandığımız kerametlerden soru gelmeyecek, ona niye inanmadın denmeyecek bunu biliyorum. Esas keramet kişinin istikamet üzere olmasıdır. Dosdoğru yolu takip etmesi, ardından gelenlere de bunu hatırlatmasından ibarettir.

Bir tarikat veya tasavvufi harekete mensup bazı  kişilerde genelde dilden dile menkıbe şeklinde anlatılır  efendisinin gösterdiği kerametler. Bu tip anlatılanlar müridin efendisine daha fazla bağlanmasını sağlar. Anlatılana kendi inanmıştır. Şimdi sıra bu kerameti başkalarına anlatıp ikna etmede. Muhatap inanmadığı takdirde muhatapların arasında kırgınlıklara ve inanç bakımından ithamlara sebebiyet vermektedir. Bu durumu bu tür hareketlerin içerisinde yer alan aklı başında kişilerle paylaşıp: "Efendinize söyleseniz de müritler böyle şeylerle uğraşmasalar" dediğimizde: "Efendim, efendi hazretleri de bu tür davranışlardan memnun değil ama..." deyip işin içinden çıktıklarını sanıyorlar. Belki de söyleniyordur, müridi dinlemiyordur bilmiyorum. Ama bazılarının bu tür anlatılan kerametlerden hoşlandığını düşünüyorum. "Reklam reklamdır, iyisi-kötüsü olmaz" diye. Adamcağızın niye hoşuna gitmesin. Hem sürekli gündemde kalıyor, hem daha tanınır hale geliyor, hem de müritler arasında daha fazla bağlananların sayısı artıyor. Kerametle yatılıp kalkılınca  yapılan her harekette bir keramet, bir hikmet vardır düşüncesi hakim olunca yapılan tasarrufların izahına gerek kalmıyor. İşin garibi hakkında keramet anlatılan buna inanmasa da halk ağzında dolaşa dolaşa bu hareket tevatür derecesine ulaşıyor. İster istemez "ben neymişim be" demeye başlar insanın nefsi.

Hafızlık yaparken her cüzün ilk üç sayfasını ezberledikten sonra 2 ham birden almıştım. (Ham daha önce hiç ezberlenmemiş sayfa demektir. Her hafız yeni sayfayı ezberler, daha önce ezberledikleriyle beraber hocasına yeniden verir.) Her gün hocaya iki sayfa ham, üç sayfa da daha önceki ezberlediğim her cüzün üç sayfasını yani toplam 5 sayfa okuyordum. Beni tanıyanlardan bir duydum ki: "Ramazan sayfanın  birini kurstan çıkıp eve varıncaya kadar ezberliyormuş" diye. Yok, öyle bir şey dedim ise de uzun süre hakkımda böyle söylenmesi hoşuma gitmedi de değil hani. Bir ara kendimi bir yokladım, acaba bende böyle çabuk ezberleme var mı diye. Zinhar yalan dedim ama nefsimin okşandığını hissettim. Ben neymişim ya bile dedi nefsim. Aslında o zaman bende var olduğu söylenen bu harekete kendimi ikna edebilseydim fena olmazdı.

Konumuz keramet idi. Ben kendi hayatıma döndüm. Kerametle bir alakası yok ama, insanın nefsi okşanınca insan kendini bir şey sanmaya başlıyor bir müddet sonra. Hani bizde " şeyh uçmaz, mürit uçurur" denir ya. İşte öyle bir şey. Yazımı bir fıkra ile bitirelim. Bakalım adamın kerametini beğenecek misiniz?

"Türkmen evine bir şıh misafir geldi, cübbeli, sarıklı, sakallı…
Buyur ettiler, köylülerle birlikte odaya aldılar, köylüler ne keramet edecek diye ağzının içine bakarken, şıh arada bir irkilir gibi yapıp “Hoşt” diyordu…
Köylüler bunun bir keramet olduğunu anladılar ama ne kerameti olduğunu anlayamadılar, merakla sordular:
“Ya şıh hazretleri nedir o arada hoşt dediğin?..”
Şıh: “Bir köpek Kabe'nin duvarına işeyecek gibi niyetleniyor, onu görüyorum tabii ki, hoşt diye kovalıyorum…”
Köylülerin itikadı bir iken bin oldu…
Olanları kapının eşiğinden dinleyen evin hanım ağası sofrayı hazırladı, herkesin önüne üzerinde et olan pilav geldi…
Şıhın tabağında sadece pilav vardı…
Şıh bir süre etsiz tabağa baktıktan sonra, kapıda beliren hanım ağaya “Benim tabağımda et niye yok, bunun bir sebebi var mıdır ey hatun?” diye sordu…
Hanım ağa yaklaştı, tabağı ters çevirdi, onun etlerini pilavın altına koymuştu… pilavın altında etlerin gözükmesiyle elindeki kepçeyi şıhın kafasına indirdi:
“Ulan tabağındaki eti görmedin de, Kabe'deki iti mi gördün?…"

Ne zaman adam oluruz? **


-Pazarcı, kullandığı pazar yerini temiz bırakıp satışa; ön ve görünen yerden vermeye başladığı zaman,
-Araç park ederken yaya ve araç trafiğini engellemediğimiz zaman,
-Kurban keserken çevreye görüntü çirkinliği vermediğimiz zaman,
-Toplu taşıma aracına binenlerden ayakta kalanların arka taraftan itibaren doldurmaya başladığı zaman,
-İnsanlara küsmeyip iletişim yolunu hep açık tuttuğumuz zaman,
-Park yasağı olan yerlere aracımızı koymadığımız zaman,
-Esnafın kaldırımın üstüne eşya koymayıp ve mağazasının önüne aracını park etmediği zaman,
-İnsan yoğunluğu olan yerlerde ihtiyacımızı gidermek için sıraya girip sıramızı beklediğimiz zaman,
-Herhangi bir işe girerken ya da işimizi yaptıracağımız zaman araya birini koymadığımız zaman,
-Hiçbir sınavda kopya çekmediğimiz zaman,
-Trafik kurallarına uyduğumuz zaman,
-Şehir planlamasında bina yapımında yüksek katı, şehir merkezindeki  caddelerden değil de –sinema salonları gibi- şehrin en uç noktasından başlayarak yaptığımız zaman,
-Her türlü üreticinin; komisyoncu, aracı ve bayiinden fazla aldığı zaman,
-Devlet dairesinde çalışan memur ile özel sektörde çalışanın aynı haklara sahip olduğu zaman,
-Herhangi bir depremde binalarımız yıkılmayıp cenazelerimiz olmadığı zaman,
-Toplum içerisine çıktığımız zaman kendimize yapılmasını istemediğimizi başkasına yapmadığımız zaman,
-En fazla çalışan, en becerikli kişi olarak sadece kendimizi görmeyip başkalarının da iyi çalıştığını ve becerikli olduğunu kabul ettiğimiz zaman,
-Hep iyi insan aramaktan vazgeçip kendimiz iyi olmaya karar verdiğimiz zaman,
-Çalıştığımız yerde mesaiye riayet edip tüm mesai saatlerini dopdolu geçirdiğimiz zaman,
-Kendimizi başkasıyla kıyaslamaktan vazgeçip kendimiz olmaya karar verdiğimiz zaman,
-Bir haksızlığa herkesten önce kendi camiasından insanların karşı çıktıkları zaman,
-Haksızlığı her zaman, her yerde, her pozisyonda hep haksızlık olarak gördüğümüz zaman,
-Yeraltı madenlerini çıkarırken alın terletenlerin ölmedikleri  zaman,
-Her işte çalışanların ve işyerlerinin hakkaniyet ölçüsünde denetlendiği zaman,
-Basının ve medyanın kimsenin adamı olmadan hep doğru haber verdiği zaman,
-İşinden şu ya da bu şekilde ayrılan insanlara “kovuldular” demediğimiz zaman,
-Evlenip ayrılmak isteyenlerin  kavga etmeden ayrılmaya karar verdikleri zaman,
-Belediyeler tarafından yeni yapılan yol ve kaldırımların ne kadar süre ile aynı şekilde kullanılacağına dair karar verildiği zaman,
-Eş ararken  “çalışan eşten ziyade” Allah’tan hayırlısı dediğimiz zaman,
-İş ararken masabaşı iş istemeyip alın terletmek istediğimiz zaman,
-Gerçek suçlulara verilen cezaların kamu vicdanını rahatlatacak şekilde zamanında ve yeteri kadar ceza verdiğimiz zaman,
-Herhangi bir iş ve meselede kişilerle uğraşmaktan ziyade prensiplerle hareket ettiğimiz zaman,
-Ne zaman adam olur demediğimiz zaman... 27.11.2014

11/12/2016 tarihinde Kahta Söz gazetesinde yayımlanmıştır.