4 Kasım 2016 Cuma

Terörün siyasi ayağı

Mecliste bir siyasi parti var. Partinin yetkili organlarının ağzında hep barış, demokrasi, özgürlük, hak ve hukuk var. Sanırsın ki ağızlarından bal damlıyor. Kendilerini halkların barışına adadıklarını ve mağdur insanların hamisi olduklarını, bir bölgenin temsilcisi olduklarını ifade ediyorlar.

Yeri geliyor halkı direnmeleri için meydanlara çağırıyorlar. Sonucunda 50 insanın ölümüne sebebiyet veriyorlar. Vekillerinden biri arabasında teröristlere verilmek üzere silah taşıyor, bir diğeri, canlı bomba olarak yüzlerce kişinin ölümüne sebebiyet veren bir teröristin evine taziye ziyaretine gidebiliyor. Vekil olarak mecliste olanların çoğunun terör elebaşılarıyla çekilmiş fotoğrafları gazetelerde boy boy gözüküyor. Bu partinin yetkilileri nerede bir suç ve eylem var oradalar. Nerede bir suç ve eylem var, parasını milletin ödediği bu vekiller orada. Nerede bir kalkışma var, Bu vekiller orada. Ya askere karşı direniyor, ya da polise. İşlemiş olduğu suçlardan dolayı ifadelerine başvurulmak üzere kendilerine davet gönderiliyor. Biz gelmeyiz cevabı alınıyor. Nerede bir terör eylemi var,  her eylemde ölü ve şehitler var, herkes bu eylemi lanetleyip kınarken bunlardan tık yok. Her konuşmalarına devleti, askeri, polisi ve devletin organlarını eleştirerek başlıyorlar, konuşmalarını tehditle bitiriyorlar. Sempatizanlarını da sürekli kışkırtıyorlar.

Ne zaman bunlara  karşı devlet; bir operasyon ve bir hareket yapmaya kalksa AB ayağa kalkıyor. Dokunulmazlıkları kaldırılmasına rağmen ifadeye gelmeyen bu vekillerin ifadelerini almak için mahkeme kararıyla yakalama kararı çıkarılıyor. Ortadoğu'da akan her kanda parmağı olan bu devletler hiç kılını kıpırdatmaz iken ifadelerini almak için zorla mahkemeye çıkarılan bu vekiller için AB Büyükelçileri Ankara'nın göbeğinde acil toplantı yapabiliyor. Suçun ve suçlunun bu kadar aleni bir şekilde arkalandığı bir başka devir hatırlamıyorum. Güya bu vekiller mağdur bir halkın hamiliğini yapıyorlar. Hiç görüntülerinden mağdur olmuş bir halkın vekili gibi gözüküyorlar mı? Görüntüleri terörün meclisteki ayağı olduklarını gösteriyor. Bu kadar kabadayılığı, meydan okuma cesaretini nereden aldıkları da belli oldu. AB tamamen bu işin içinde maalesef. Anlaşılan Sevr'de yapamadıklarını bitirmek istiyor AB ülkeleri. AB, Tanzimat ve Islahat Fermanından beri bizim içişlerimize karışmayı alışkanlık haline getirdi. Bu ülkeyi hala eski ülke sanıyor, biz bunları geçmişte dizayn ettik, yine ederiz diye düşünüyorlar. Birileri bu ülkenin eski sömürge ülkesi olmadığını bunlara anlatması lazım. Hadlerini bilecekler, eğer bilmiyorlarsa hadleri kendilerine bildirilecek.

Bir bölgenin hamiliğine soyunan ve terörün tam göbeğinde olan bu vekillerin derdi ne? Ne istiyorlar bunlar? Anlayabilen varsa beri geri gelsin. İşin garibi bu partinin hala terörle organik ve inorganik bağlantısı tespit edilemedi. Ne partileri kapatıldı, ne de sorumlularına bir yasak geldi.

İktidardaki bir parti liderinin yaptığı uzun konuşmasında cümleleri arasında geçen "Kanlı mı olacak, yoksa kansız mı? Biz kansız olmasını tercih ediyoruz..." cümleleri seçilerek partisi kapatılıyor, sorumluları siyasi yasaklı hale geliyor, bir parti iktidardan ediliyor. Partinin hiçbir üyesi eylem için sokağa bile çıkmıyor. Bu parti iç hukuku bitirdikten sonra AİHM'e müracaat ediyor. Maalesef verilen karar Türkiye'deki mahkemelerin verdiği karardan farklı olmuyor ve arkasında da hiçbir süper ve küresel gücü göremiyor. Nedense Avrupa sıraya girdi terörün açık destekçisi bir partinin vekillerini korumak için. Batı, çizmeyi aştı, cami duvarına işemeye başladı. Allah bunlara imkan verdikçe kendilerini fasulyeden nimet sanıyorlar. Halbuki Allah’ın onlara mühlet verdiğini hesaba katamıyorlar. Ama sonları yakın. Bundan adım gibi eminim. Çünkü zulüm ile abad olunmaz. Terörü desteklemeye devam etsinler bu şekilde. Bir gün çıkmayacak şekilde terör kendilerini bulacaktır.

Bunlar, bizim temsilcimiz diyen bölge insanı varsa eğer...benim saf kardeşim! Bilin ki meclise gönderdiğiniz bu kişiler sizin toprağınızın ekmeğini yiyen dış güçlerinin hainidir. Bunların hak arama derdi falan yok. Bunlar sizin sırtınızdan besleniyor. Aklınızı başınıza alın. Çünkü bunlar siz oy verdikçe cesareti sizden alıyorlar. Dönün artık sırtınızı bunlara. Yine bunlar, devlet istediğiniz her türlü hakkınızı verse dahi inanın kan akıtmaya, dış güçlerin piyonu olmaya devam ederler. Çünkü hainlik böyle bir şey... 04/11/2016



3 Kasım 2016 Perşembe

Hangi Ramazan YÜCE

Bursaspor ve Beşiktaş'da forma giyen, milli takımın eski futbolcusunun başı bugünlerde kendisiyle aynı adı taşıyan 15 Temmuz gecesi Akıncılar üssünde görülen FETÖ'den tutuklu Kemal BATMAZ ile başı dertte. Adı soyadı aynı olunca arayan arayana garibimi. Eski futbolcu olması ve tanınıyor olması sebebiyle bugün TV'ler kendisinin mağduriyetini konu edindi. TV'deki konuşmasında milli futbolcu: Adını-soyadını değiştirmeyi düşündüğünü ifade etti.

TV'ye çıkarak kendini ve derdini anlatabildi futbolcu. O ben değilim dedi en azından. Pekiyi ben ne yapacağım? Senin derdin ne denirse, futbolcunun başına gelen 2007 yılında benim başıma geldi. O yılları bir hatırlarsanız PKK'nın kaçırdığı askerlerden birinin adı Mardin doğumlu Ramazan YÜCE idi. Dağlıca baskını esnasında kaçırılan ve PKK'lı olduğu ortaya çıkan 'Ramazan YÜCE' için arama motorlarında bir arama yaparsanız derdim daha iyi anlaşılmış olur. Karşınıza hemen "PKK köpeği Ramazan YÜCE, Er Ramazan YÜCE" çıkar. 08/11/2007 tarihinden bugüne 9 yıl geçmiş olmasına rağmen aynı isim ve soyadı taşıdığım 'Er Ramazan YÜCE'den kurtulamadım sanal alemde. Hatta 2007 yılında 1988'den beri görüşmediğim bir arkadaşımı çalıştığı kurumun telefonundan arayıp kendimi tanıttığımda sesimi duyunca sevinip mutlu olacağını, heyecana kapılacağını düşündüğüm dostumun bana cevabı: "Hangi Ramazan YÜCE" demek oldu. Konya'dan Ramazan YÜCE deyince dostumun duraklama ve tereddüdü sona erdi. Sorması da normaldi. Çünkü o günlerde basın, medya, devlet ve vatandaş Er Ramazan YÜCE ile yatıp kalkıyordu. Gündemdeki isimdi anlayacağınız. Hala da kaybolmadı gitti bizim ER Ramazan YÜCE sanal alemde, yine ilk sayfalarda.

03/11/2016 tarihinde ajanslar eski milli futbolcumuz Kemal BATMAZ'ı isminden dolayı mağdur diye haber yapınca 9 yıl öncesi yaşadığım aklıma geldi. Masum Kemal BATMAZ'ı daha iyi anladım. Futbolcu, meşhur olması sebebiyle kameralar karşısına geçerek haber konusu oldu.

Ya ben ne yapacağım? Beni ne tanıyan var, ne de haber yapan. 9 yıl sonrasında bile arama motorlarının ilk sayfasında hala PKK köpeği Ramazan YÜCE çıkıyor. Ama ben pireye kızıp da yorgan yakanlardan değilim. İsmimi falan değiştirmeyi düşünmüyorum.

Ben o arama motorlarında yazan "Er Ramazan YÜCE"  değilim be dostlar! Ekranlar bana açık olmasa da benim mütevazı sayfam blogspot'um var,  sağ olsun... 03/11/2016

Af yolunu tutalım!

“Sizden önce geçen ümmetler arasında bir adam doksan dokuz kişiyi öldürmüştü. Bu yaptıklarından dolayı tövbesinin mümkün olup olmadığını öğrenmek üzere, yeryüzünün en aliminin kim olduğunu sordu. Kendisine bir rahibin en çok bilgili olduğunu söylediler. O rahibin yanına gelip kendisinin doksan dokuz kişiyi öldürdüğünü ve kendisi için tövbe imkanı olup olmadığını sordu.

Rahip: ‘Hayır, yoktur,’ diye cevap verdi. Bu defa, adam o rahibi de öldürdü. Böylece öldürdüklerinin sayısı yüze çıktı. Sonra yine yeryüzünün en aliminin kim olduğunu sordu. Kendisine alim olan bir kimseyi haber verdiler. Buradan alimin yanına geldi ve yüz kişiyi öldürdüğünü, kendisi için tövbe imkanı bulunup bulunmadığını sordu. Alim adam: ‘Evet, vardır. Seninle tövben arasına bir şey giremez, tövben daima makbuldür. Ancak filan beldeye git, orada Allah'a ibadetle meşgul olan bir kısım insanlar vardır. Sen de onlarla beraber Allah'a ibadet etmeye başla ve tekrar kendi memleketine dönme. Zira orası kötü bir yerdir’ dedi. Adam gitti. Yolun yarısına gelince ölüm, karşısına çıktı ve orada ruhunu teslim etti. Bunun üzerine rahmet melekleri ile azap melekleri kendisini almak hususunda münakaşaya başladılar.

Rahmet melekleri: ‘Bu adam, tövbe etmiş ve Allah'a yönelmiş olarak geldi,’ dediler. Azap melekleri ise: ‘Bu kimse, ömründe hayır işlememiş birisidir,’ diye ısrar ettiler. Bu münakaşa devam ederken insan suretinde bir melek  geldi. Onu aralarında hakem olarak seçtiler. Hakem olan melek: ‘Adamın kendi memleketi ile gitmekte olduğu belde arasındaki mesafeyi ölçün. Şu anda bulunduğu yer, bu ikisinin hangisine daha yakın ise, bu o tarafa aittir,’ dedi. Melekler ölçtüler ve gitmekte olduğu kasabaya daha yakın olduğu tespit edildi. Bunun üzerine kendisini rahmet melekleri teslim aldılar.”

Halk arasında çok yaygın bir şekilde anlatılan bir hikaye, Buhari ve Müslim’in Sahih’inde geçen bir hadisi şeriftir. Yaptıklarına pişmanlık duyan birisinin arayış içerisine girmesini konu edinir. Adamın işlediği suçun büyüklüğünden dolayı rahip tarafından 'Tövben kabul edilmez' denince zaten suç makinesi olan adam rahibi de öldürür. Papaz burada adamı yeniden suça itmiştir. Halbuki ne kadar suç işlense de tövbe kapısının kapanmayacağına işaret etmeliydi. Alim ise adamı kazanma yoluna giderek alkışlanacak bir tavra imzasını atmıştır. Kur'an-ı Kerim'de "Bir insanı öldüren tüm insanlığı öldürmüş gibidir...Bir insanı yaşatan da tüm insanlığı yaşatmış gibidir... Bir insanı bile bile öldüren ebediyen cehennimliktir..." buyurulmasına rağmen yüz kişiyi öldürdüğü halde yaptığı samimi tövbeden dolayı seri katili rahmet meleklerinin götürdüğü ifade edilmektedir hadiste. Üstelik tövbeden sonra adamın iyilik yapmaya fırsat bulamadan ölmesine  rağmen...

Suç insanoğlu ile yaşıttır. İlk zelle diyebileceğimiz suçu da ilk insan Hz Adem işlemiştir. Aynı kişiyi Allah daha sonra peygamber olarak seçmiştir. Mekke’nin fethedileceğini haber vermek üzere mektup yazan sahabilerden Hatip Bin Ebi Beltea’yı peygamberimiz affetmiştir. Müşriklerin ordu komutanı iken Müslümanlara kök söktüren ve Uhut Savaşında Müslümanların tattığı mağlubiyetin mümmessili Halid Bin Velid, Müslüman olduktan sonra aynı kahramanlıklarını bu sefer Müslümanların safında devam ettirmiştir... Affetmek aynı zamanda kazanmaktır. Asıl olan da kazanmak olmalıdır zaten. Her suçluya, Tatlıses’in dediği gibi: “Seni yakacaklar benim yerime/Seni Allah bile affetmeyecek” muamelesi yapmak suçluyu yeniden suçun içine atmak demektir.

İslam dininde  iman ve tövbe kapısı, ölürken yapılan iman ve tövbe (yeis halindeki iman) hariç her daim açıktır. Yeter ki insan nasuh tövbe yapabilmeyi bilsin. Tövbenin kabulü için eğer suç Allah'a karşı işlenmişse 3, kula karşı işlenmişse 4 şart gerekmektedir. Suçlu; işlediği günahı tamamen terk edecek, bir daha yapmamaya söz verecek, günahından pişmanlık duyacak. Eğer işlediği suçta kul hakkı varsa mağdurdan özür dileyip helallik dileyecek. 

Ne diyordu 199.ayette Allah: “Sen yine de af yolunu tut, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir.” İşlenen suçlarda tövbekarlık varsa haydi  biz de af yolunu tutalım. Hele suç toplumun tüm katmanlarına sirayet etmişse toplumsal bir barış için elzemdir af. Bir suçta aktif rol alanla almayanı aynı kazana atmayalım. Kandırılanları kurtararak kazanmaya başlayalım işe. 03/11/2016