6 Ekim 2016 Perşembe

Koltuk sahipleri

Çeşit çeşittir bu ülkede koltuk sahipleri. Kimi gücünü koltuğundan alır, kimi de koltuğuna güç katar. Kimi hava atmak, kimi de havasını ve hevesini almak için yapar bunu.

Koltuk sahibi olmak sorumluluk demektir hakkıyla yapmak isteyenler için. Üzerine daha fazla yükün binmesidir. Kimi hakkıyla yapar; kimi de eline, yüzüne bulaştırır. Heveslisi de pek çoktur. Kiminin üzerine yıkılmıştır bu görev, kimi de kendisi talep eder bu makamı.

Kimi hak ederek, bileğinin hakkıyla gelir bu göreve. Oturduğu koltuğu doldurur ve hakkını verir. Kimseye de minnet borcu yoktur. İşini layıkıyla yapmaya çalışır. Kimi de çalışıp çabalamadan, birilerinin himmetiyle dokuz takla atarak gelir, makamda kalmak için de 18 takla atar. Hep minnet duyar kendisini o koltuğa oturtan kimseye. Kendisi amirdir başkasına karşı. Fakat minnet borçlu olduğu kimsenin karşısında ise iradesi olmayan bir emir eridir. Gözüne girip tutunmak için etrafında neredeyse pervane olur. Onun selamı, ricası bir emirdir. Verdiği emir demiri keser çünkü. Varlık sebebidir ne de olsa. Gözü hiç bir şeyi görmez, asla sorgulamaz, aklını kullanmaz. Çünkü ipi efendisinin elindedir, her an aforoz edilebilir. Makama tutunmaya ve orada kalıcı olmaya çalışır. Koltuk vazgeçilmezdir bundan sonra onun için. Altından kaydı mı hayatı kararır. Yediğinden, içtiğinden zevk alamaz. Millet içine çıkamaz maazallah! Hep göz doldurmaya çalışır, reklamını da iyi yapmaya çalışır. Böyleleri etrafında tevazu ve alçakgönüllülüğü de kimseye bırakmaz. "Efendim! istemiyordum ama bu makama gelmem için teklif, hatta ısrar var. Yoksa yapmam bu işi" diyerek bulunduğu makam için bulunmaz Hint kumaşı olduğunu izah etmeye çalışır. Muhatabı sesini çıkarmadıkça da "Herkesi ikna ettim" sanır kendince.

Kiminin gelmek istediği makama atanmak için önce denenmesi gerekir. Bedeli ne olursa olsun sınavı geçmesi gerekir, yoksa getirildiği makama asaleten atanması söz konusu olamaz. Kanlıdır bunların koltuğu. Efendisine rüşdünü ispatlaması için çok kişiyi koltuğundan etmesi gerekir. Bunun için her yolu dener. Almadık kelle bırakmaz, hatta böylelerine: "Bulunduğun makama geleceksin ama önce babanın cesedini çiğneyip geleceksin, haydi seni göreyim" dense gözünü kırpmadan babasını öldürür, cesedini de çiğner geçer. Çünkü yıllardır hayalini kurduğu makama gelmek ve orada tutunabilmek için gelen bu fırsatı tepmemesi lazımdır. Zaten bu işi kendisi yapmasa da bir başkası yapacaktır. Hayatın cilvesine bakın ki, kendisi bu konuda biçilmiş bir kaftandır. Ondan iyisini mi bulacaklardır. Kelle almak, başkasının ayağını kaydırmak, suyunu bulandıranlara bir ama ve kulp takmak... her babayiğidin harcı değildir. Kelle alacak ki makama layık görülecek, kan akıtacak ki koltuğunu sağlamlaştıracak; iftira, dedikodu yapacak ki herkese gününü ve gücünü gösterecek...savunma refleksi de mükemmel zaten. Birileri tepki gösterirmiş, vız gelir onun için. Çünkü rüzgar, tüm hızıyla arkasında zaten. Kendisini oraya getiren irade orada olduğu müddetçe elindeki kılıçla daha nice canlar alır, yeter ki efendisi istesin. Böylelerinin yaptığı makam sahipliği  Çingene beyliğidir. Bir günlük de olsa beylik beyliktir. Beylik olsun da varsın çingene beyliği olsun. Makamında koltuğa oturmak, emrindekilere emir vermek, makam aracına bindiği zaman arka sağa oturmak dağları ben yarattım demek gibidir böyleleri için. Yalnızlıktan, tek başına kalmaktan müthiş korkarlar. Çünkü tek başına kalmak demek, öz eleştiri yapmak demektir. Bu durumda vicdanları yer bitirir onu. Makamda kaldığı müddetçe etrafında oluşturduğu yağdanlığın kendisine saygı göstermesi ve yağcılık yapmasıyla övünür hep. Emekliliği de pek düşünmez. Çünkü emir alıp, emir vermeye alışmıştır. Emekli olunca kim dinler sözünü sonra?

Görevden el çektirilirse  kazara böyleleri, işte asıl büyük kıyamet budur onun için. Çünkü varlık sebebidir, gücünü aldığı koltuk olmayınca ne yapacak? Ha koltuğu gitmiş ha canı? Ne fark eder ki! Koltuğu olmayan canı nideyim ben diyerek hayata küser. Çalmadık kapı bırakmaz, tutunmak için. Tüm kapılar kapanırsa nankörlükle suçlar efendisini bundan sonra. Onun için neler neler yaptığını, kelle koltukta çarpıştığını sıralar durur, ama nafile...

Aklıma gelen koltuk çeşitleri bunlar. Daha nice çeşitleri vardır kim bilir?  Allah kimseye altından kalkamayacağı bir yük vermesin. Oturduğu koltuğa hakkıyla oturmayı, oturacağı koltukta ne bedeller ödeyeceğini bilmesini, aklını kullanmayı, vicdanının sesine kulak vermesini nasip etsin.  İnsanlar makamlarda da sınanır, insanlığını kaybettirmesin kimseye... 06/10/2016

Gözü açığa bak!

Arabamın ufak tefek tamir işini halledip mahalleme doğru yola çıktım. Fatih Caddesindeki ışıklarda ışık bekleyen bir aracın arkasına durdum. Siren sesiyle birlikte ardımıza yanaşan ambulansa yol vermek için kornaya bastım, önümüz açılsın diye.  Önümdeki araç hareket ederken bir taraftan kalkmaya çalıştım, dikiz aynasından da ambulansı göz attım. Benim hareket ettiğimi gören yan taraftaki ambulans ardıma yanaşmak için harekete geçti.

Yeni kalkmıştım ki önümden hareket eden aracın durmasıyla birlikte sol tampona hafifçe vurdum. Önümdeki araç hızlı bir şekilde yoluna  devam etti, Ardından kalkan ben ve diğer araçlar çil yavrusu gibi dağıldı her bir tarafa. 150 metre ötedeki markete gitmek için aracımı park ederek alışveriş yaptım.

Ertesi günü 2015-2016 öğretim yılının sene sonu toplantısını yapıyorum. Toplantı esnasında iki defa telefonum çalmış, açmadım. Bir fırsat bulup beni arayan telefonu aradım. Telefondaki ses, elektronik bir ses idi. Dinlemeden kapattım. Az sonra telefonuma baktığım zaman yine 505'li bir numara. Tekrar aradım, yine banttan bir ses. Sanırım reklamcı olsa gerek diyerek dinlemeden kapatıp toplantıya devam ettim. Az sonra eşim aradı, cevap vermedim toplantıyı bölmemek için. Öğretmenler konuşurken kayıtlı olmayan bir numara daha aradı. Açtım telefonu. "Amca! Niye kaçtın dün" dedi. Ne kaçması, kimsiniz derken. "Dün benim arabama vurup kaçtın ya" dedi. Kaçan falan yok,  sen de gittin, durmadın dedim. "Polis çağırdım, arabam berbat" dedi. Neyi var arabanın, markası ne dedim. "Toyota, arka tampon, kullanılmaz durumda, değişmesi lazım" dedi. O kalkış hızıyla tampon kullanılmaz durumda öyle mi dedim. "Evet değişecek" dedi. Tamam bakalım, gerekirse değiştirelim dedim. "Sen kaçınca ben polis çağırdım" dedi. İyi yapmamışsın mübarek, zaten plakamı almışsın, polise gidinceye kadar beni arasaydın ya dedim. "Oldu bir kere" dedi. Şikayetini geri al, bugün toplantım var, yarın sanayide buluşup tampon işini halledelim dedim, telefonu kapattım.

Telefonuna cevap vermediğim eşim "Eve iki polis geldi, seni karakola çağırıyor, bu ne iş" diye mesaj göndermiş. İletiyi okuyunca işin vahametini anladım. Gelince görüşürüz dedim. Toplantı bittikten sonra eve gelip aracıma bindim, karakola uğradım. Tampon mağdurunu da çağırdım, ifadenizi geri çekin diye. Buluştuk. İfademde olayı olduğu gibi anlattım, tutanaklar tutuldu. Polise sordum, eve niye geldiniz diye. "Sizi iki defa aradık, cevap vermeyince mecbur kaldık" dedi. Ne zaman aradınız dedim. "505'li numara ile aradık" dedi. Telefonumdaki cevapsız çağrı numarasını söyledim, bu mu sizin numaranız diye. "Evet" dedi. Ben sizi pazarlama ve reklamcı sandım dedim, çıktım. Ardından aracına vurduğum ifadesini yeniledi mağduriyetim yok diye. Kendisini dışarıda bekledim. Nerede vurduğum araba, bir göster bana dedim. Park yerinde aracını gösterdi. 98 model eski  toyotalardan idi. Tampon sol tarafa yatık bir şekilde duruyordu. Bu tampona ben vurunca mı bu hale geldi dedim. "Evet" dedi. Geçmiş olsun dedim. Yarın sanayide buluşmak üzere ayrıldık.

Sabahında gördüğüm seminerden sonra öğle vakti sanayiye geldim. Aracına vurduğum, sanayide oto cam işiyle uğraşan gençleri de çağırdım kaportacımın yanına. Şu aracın tamponunu yenileyelim dedim. Usta: "Ben bunu tamir ederim" dedi. Mağdur: "İyi bir şey olacaksa olur" deyince, kaportacı: "Nasıl iyi bir şey istiyorsun, zaten tamponun burasından daha önce kaç defa işlem görmüş, sen ne iyi bir şeyden bahsediyorsun dedi. Bizimkiler sesini kesti, "Tamam, öyle olsun" dedi. Kaportacıya boya ve el emeği ücretini ödedim ayrıldım oradan.

120 liraya mal oldu bana vurup da kaçtığım aracın tamponunun tamiri.  Araca vurduktan sonra zarar verdiğimi bilseydim dururdum. Aracına vurduklarım da az ileride sağda durmuşlar. Ben de sol tarafa dönüm sağa park etmiştim aracımı. Kaçak muamelesi görmek, evime polisin gelmesi, ardından gidip karakola ifade vermek zoruma gitti. Böylece ilk ifademle birlikte ifade vermenin de ne olduğunu böylece öğrenmiş oldum. Bir şey daha öğrendim: gençlerin göz açıklığı. Defalarca vurulup tamir gören tamponu bana yeniletmek istemeleriydi. Üstelik sanayicilermiş bir de. Ama yine de hatalıyım, adına kaçmak denilen o eylemi yapmamalıymışım. Gençlerin işleri de varmış, işlerinden de kalmışlar. İyi ki yapamadıkları işlerin parasını istemediler benden. Buna da şükür!

Ben, benim aracıma vurup kaçanların peşine düşmüş olsaydım arabamı yenilermişim, bahtıma yanayım. Hele en son aracıma vuranla ilgili tutulan tutanağı bile işleme koymamış, gidip kendim yaptırmıştım, eksper ile kim uğraşacak diye.

Bundan sonra gözüm açıldı. Arabama vuranın peşindeyim haberiniz olsun. Eski Ramazan'ı bulamayacaksınız, ona göre dikkatli olun... 06/10/2016


4 Ekim 2016 Salı

"Hiç sevmem öğretmenleri..."

3-4 yıl önce bir vesileyle tanımadığım bir eve misafir oldum. Oturduktan sonra ev sahibi bana "Ne iş yapıyorsun" dedi. Öğretmenim dedim. "Hiç sevmem öğretmenleri" dedi. Niye, ne yaptılar ki dedim. Soruma cevap vermeden "Bir de polisleri" dedi. Tekrar sordum: Siz ne iş yapıyorsunuz diye. "Ne iş  yapıyorlar ki" dedi. Beyefendi siz ne iş yaparsınız soruma: "Pazarcıyım" dedi. Her meslekte işini iyi yapanlar olduğu gibi baştan savanlar da var açıklamama ikna olmadıysa da sessiz kaldı.

Her birimiz kendi işimizin zor, başkasının yaptığı işi kolay olarak görürüz. Aslında sorumluluğunu bilen ve sorumluluğun gereğini yerine getirenler için hayatta kolay iş ve meslek yoktur. Görevini tam yerine getirmeyen, işini aksatan herkes için kolaydır. En kolay iş yemek yemektir. Onu yemek için de bölmek, parçalamak ve çiğnemek gerekiyor.

Çoğumuzda bir hazımsızlık vardır. Her işin riski, ağırlığı, çalışma şartları ve sorumluluğu vardır. Her meslek hem kolay, hem zordur. Önemli olan prensip olarak her iş koluna saygı göstermektir, değer vermektir. Her meslek erbabına toptancı davranmamaktır.

Öğretmen ve polisi ne iş yapıyorlar ki diyerek küçümseyen, evine misafir olduğum ev sahibim de pazarcılık yapıyormuş. Pazarcılık kolay mı? Değil. Yaz-kış, soğuk-sıcak demeden her gün bir semt pazarına sebze ve meyvesini götürüp sergisini açacak, malını; soğuğa ve sıcağa karşı koruyacak, sergisinin üzerine malını güzelce istif edecek, sattığını satacak, satamadığını tekrar aracına yükleyip geç vakitte evinin yolunu tutacak.

Şimdi size sorarım pazarcıların itibarı, özellikle Konya'da nasıl? İçlerinde işini düzgün yapan, malını düzgün satan, kazancına haram karıştırmayan satıcıların yanında; sattığını seçtirmeyen, tezgahının önüne iri ve güzellerini koyan, düzgün tartmayan, poşetin içine çürük-çarık doldurup  ağzını bağlayan, tezgahın arka tarafına bakmak istediğin zaman 'Hepsi aynı' diyen, akşam giderken tüm çöpünü işgal ettiği yere bırakıp giden pazarcı sayısı da az değildir. Hatta genel kanaat budur. Tezgahın önüne malın iyisini koyan tabiri pazar esnafı için kullanılır.  Her ne kadar imajları düzgün değilse de hepsini aynı kefeye koymamak gerek.

Keşke öğretmeni ve polisi bir iş yapmadıkları için hiç sevmediğini söyleyen birinin iş ahlakı halk nezdinde iyi olsaydı bari. Bu iki meslek grubunu hiç yıpranmamış bir başka meslek grubu tenkit etmiş olsaydı.

Kim bilir belki bu esnaf işini doğru dürüst yapıyordur. 04.10.2016