25 Temmuz 2016 Pazartesi

Bu kafayı nasıl bilirsiniz? *

Hz Ali ile Muaviye'nin arasında yapılan Sıffın Savaşı esnasında ortaya çıkan Hakem Olayında Hz Ali'ye "Sen hakem tayin ettin, halbuki Emir Allah'ındır ve kafir oldun" diye karşı gelip Halife Ali'nin safından ayrılarak 'Çıkanlar' anlamına gelen Hariciler adıyla meşhur bir siyasi grup var İslam tarihinde. İnsanları çabuk tekfir eden, ibadet etmeleriyle tanınan sloganik yaşayan, fikirleri basit, tasavvurları dar çöl Araplarından oluşur. Hz Ali bunlarla savaşmak zorunda kalmıştır. İslam dünyasında % 2’lik bir orana sahip.

Önemli bir gündemimiz varken bu Hariciler  konusu da nereden çıktı diye düşünebilirsiniz. 25/07/2016 tarihli Yenişafak gazetesinde Mehmet ACET’in darbeci bir subaya ait manidar bir yazısını okuyuncaya kadar benim de hiç gündemim de yoktu bu Haricilik meselesi: “Türksat'ta o akşama tanık olanlardan dinlediğim bir başka hikaye daha var…Ve çok ürkütücü. Görevli olmadığı halde, o akşam çalıştığı kuruma koşup gelen, kendisinin de İmam Hatip mezunu olduğunu öğrendiğim Tesisler İşletme Müdürü Ahmet Özsoy, nizamiye girişinde aracının içinde vurulup şehit ediliyor. Bir süre sonra, Özsoy'u katleden askerlerden(subay ya da ast subay) biri yanındakilerden su getirmelerini istiyor. Eline bardağı aldıktan sonra çömeliyor ve besmele çekip üç yudumda suyunu içiyor..” Suyla olur mu bre şerefsiz! Öldürdüğün insanın kanını içseydin bari… İnsanın nutku tutulur, akıl ve hafsalası durur değil mi? Bu 21.asırda daha fırından yeni çıkmış bir hikaye.

Haricilerle ne alakası var diyebilirsiniz. O zaman bir de Haricilerden anlatayım ki bağlantı daha iyi anlaşılsın. Hakem olayından sonra Hz Osman’a, Hz Ali’ye ve Muaviye’ye düşman kesilen bu kesimden bir grup, bir hurma ağacının altında beklerlerken karşıdan gelen karı-kocayı durdururlar: ‘Ali’yi mi, Osman’ı mı, Muaviye’yi mi tutuyorsun? Bunlar hakkında ne düşünüyorsunuz, çabuk söyleyin’ diye sorguya çekerler. Adam: ‘Efendim bunların her üçü de Müslüman, biz bunların kafir olduğunu kabul edemeyiz.’ Şeklinde açıklama yapmaya çalışırken ‘Siz de kafir oldunuz’ diyerek karı-kocayı öldürürler. Hatta hamile olan eşinin karnını dahi deşelerler. İki masum can, kanlar içerisinde yatarken bu dar kafalılar: “Gelin bu hurma bahçesinin sahibini bulalım, acıkınca habersiz yediğimiz bu hurmaların parasını verelim’ diyorlar. Alın bu hikayeyi nereye koyarsanız koyun.  Suyu oturarak üç yudumda içen darbecinin  bir sünneti veya bir adabı yerine getirirken diğer taraftan “Bir mümini bile bile öldüren kimsenin yeri ebediyen Cehennemliktir” ayetini bilmemesi mümkün değildir. Harici de yediği hurmayı ‘Haram yedik’ diyerekten helalleşmek için sahibini arıyor, diğer taraftan kıydığı iki masum cana aldırmadan.

İslam dünyasında Haricilik mensubiyet bakımından yok denecek kadar az. Ama fikirleri 1.asırdan beri günümüze kadar devam ediyor. İslam’ı bu şekilde sığ düşünen dar görüşlü, fanatik ve bağnaz insanların sayısı maalesef İslam dünyasında hala var. Kimi zaman, kimi zaman Haşhaşilik, kimi zaman Taliban, kimi zaman IŞİD, kimi zaman DAİŞ, kimi zaman el-Kaide, kimi zaman Boko Haram, kimi zaman şimdi olduğu gibi ‘Hizmet Hareketi’ vs olarak farklı isimlerle karşımıza çıkıyor. Hariciler, İslam’ı yüzeysel anlayan cahil kişilerden oluşuyordu, şimdi ise İslam’ı kendilerine doğru yontan ve kullanan, ‘Vardır bir hikmeti’ diyerek kendini ‘adayan’ okumuşlar var. Asırlar geçmiş mantalite değişmemiş gördüğünüz gibi.

Bir cevher olan İslam’ı devlet gözetiminde doğru yerlerden, doğru kaynaklardan, emin ellerden öğrenmemiz lazım vesselam…

* 27/07/2016 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

24 Temmuz 2016 Pazar

Burnumuzun ucunu görememek **

Dünyadaki en tehlikeli insan tipi sorgulamayan, aklını kullanmayan, aklını kiraya veren; “Neden, niçin, niye” soruları lügatinde olmayan insan tipidir. Birçok örgüt liderinin, grubun, dini cemaatin istediği ve yanlarında bulundurduğu kişiler bu özellikte olan kişilerden oluşur genelde.  Canlı bomba olanlar, terör eylemine katılanlar, kerameti kendinden menkul bir hoca efendiye bağlanıp, “Vardır bir hikmeti” deyip sorgulamayan insanlar hep buralarda istihdam edilmiştir.

Sorgulamayan, karşı gelmeyen, her dediğini "Amenna ve saddakna, emredersiniz efendim" diyen tip tüm emir verici durumundaki amirlerin istediğidir. Çok hoşumuza gider böylesi emir erleri. İtiraz edeni, efendim şöyle olsa olmaz mı, bu yapacağımızın şu şekilde riski var diyeni hiç sevmeyiz. Hepimiz için en iyi yönetme şekli emir-komuta zinciridir. Sanki hepimiz kendimizi komutan gibi görürüz. Emrimiz altındakilerin de bize itaat etmesi.

Doğru mu bu? Asla değil. Allah hep aklımızı kullanmamızı istemiştir. "Ben ölüleri dirilteceğim" buyurduğu zaman Allah'a: "Nasıl yaratacaksın" diyen bir İbrahim'e Allah: "Bana inanmıyor musun" sorusuna Peygamber: "İnanıyorum ama beni ikna et, kalbim mutmain olsun" der. Sonra Allah ölüleri nasıl yaratacağını İbrahim'e göstererek ikna eder. İbrahim kim? Allah'ın, "Babası adına yaptığı duanın dışında her şeyiyle bir örnektir" dediği seçilmiş biridir. Putçuluk yapan babasına karşı çıkan biri. Öz güven sahibi, Nemrut'a karşı gelip ateşe atılmayı göze alan gözü pek biri. Tek başına bir ümmet... Kendi peygamberimizden örnekler verelim: Bedir Savaşında ordunun konakladığı yeri bir sahabi uygun görmez. Peygambere gelerek bu karargah Allah'ın bir emri mi sorusuna Peygamber hayır cevabı verir. O halde ordunun su kuyularının yanında konaklatılması daha uygun olur der arkadaşı. Peygamber de ordunun yerini değiştirir... Hurma ağaçlarına aşı yapanları tasvip etmeyen peygamberimiz, "Efendim, aşı yapmayınca mahsul azaldı" diyenlere "Bildiğiniz gibi yapın" diyerek bu konuda serbest bırakmıştır sahabesini... Uhud ve hendek Savaşlarında istişare etmiştir Peygamberimiz hep. Örnekleri çoğaltabiliriz. Peygamber yine "Ben de sizin gibi bir insanım, bana sadece vahiy geliyor, geleceği bilmem " deyip ömrü ayakları yere basarak mücadele etmiş ve bizim için örnek denmiş biridir. Siz hiç, " Ben emrediyorum, bunu şöyle yapacaksın, ben sizin bilmediğinizi bilirim" dediğini duydunuz mu Peygamberin? Bize ne oluyor da özellikle hacı-hocadan aldığımız emirleri 'Vardır bir hikmeti' diyerek yapıyoruz?

Değinmek istediğim husus: Kurum ve kuruluşlarımızın yönetiminde ortak aklın, istişarenin iyi işletilmesi gerekir. Emir, demiri keser düşüncesini aklımızın bir köşesine yazalım ama emredileni de sorgulayalım. Kurumumuzdan aldığımız bilgileri bağlı bulunduğumuz akıl hocamıza vermeyelim. Birlikte çalıştığımız amire ve kuruma ait gizli bilgileri başkasına vererek kurumun içini oymak nasıl bir ruh hali gerçekten. Kölenin bile bir efendisi olur. Sizin kaç efendiniz var Allah aşkına! Bir sorgulayın kendinizi. Ne kadar da köleliğe hevesli imişsiniz yahu!


Kurumların  amirleri! Size itiraz eden, size görüşünü söyleyen emriniz altındaki insanlardan korkmayın. Isıracak köpek dişini göstermez. Siz asıl; size karşı gelmeyen, her dediğinize tamam deyip saman altından suyu yürüten silik şahsiyetlerden, satılık beyinlerden korkun!.. Seçme hakkınız varsa kişilikli insanlarla çalışın. İstişareye önem verin. Biraz insan sarrafı olun, yanınızda hainleri barındırmayın. Evet! Haini tespit etmek zor biliyorum. Ama devleti yönetiyorsunuz. Bu yaşadıklarımız hepimizin kulağına küpe olsun. Lütfen burnumuzun ucunu görelim... Allah yar ve yardımcınız olsun. 24/07/2016

** 29.07.2016 tarihinde Kahta Söz gazetesinde yayımlanmıştır.

23 Temmuz 2016 Cumartesi

Herkesten şüphelenme zamanı

Birinci Dünya  Savaşı ve Kurtuluş Savaşından sonra ülkemiz 15 Temmuz gecesine şahit olmadı. Ülkemiz içeriden ve dışarıdan olmadığı kadar düşmanla dolu. Hainler burnumuzun ucuna kadar yerleştirilmiş, kuyumuzu kazmak  ve gözümüzü oymak için hareket zamanını beklemişler. Emir gelince de sonu nereye varır demeden mahremimize saldırdılar. Halkı birbirine düşürmek ve iç savaş çıkarmak için ellerinden geleni yaptılar. Ekonomimizi felç ettiler. Nice canlarımızın kanına girdiler. Darbecilerin onca yıkımına rağmen en büyük faydaları ülkemizin insanını birleştirmek oldu. Hiç hesaba katmadıkları da bu idi. Onları kahırlarından öldürürse bu birlikteliğimiz öldürür.

Milletini yanında bulan devlet  ülkemizdeki tehlikeyi atlattıktan sonra şimdi içine sızmış, devletini oymaya çalışan, vatandaşları birbirine düşürmeye çalışan bu örgütten temizlenmeye çalışıyor. Özellikle devlet kurumlarına sızmış örgüt üyelerini açığa alarak haklarında inceleme ve soruşturma işlemi başlatmıştır. Kendini devleti ve ülkeyi yok etmeye  adamış hiçbir zümreye devlet müsamaha gösteremez. Darbeye katılan, destek veren, teşvik eden, ekonomik katkıda bulunan, istihbarat toplayan, darbe çığırtkanlığı yapan, devletin istihbaratını başkalarına veren, devletin istihbaratını karartan, bağlı olduğu amirinden değil de kurum dışında başkasından emir ve talimat alanlar bu süreçte mutlaka temizlenecektir. 

Devlet aklı bu örgütle resmi bağlantısı olan vakıf, dernek, sendika gibi yerlere üye olanlardan başladı açığa almaya. Herhangi bir yere üye olmadan kurum ve kuruluşlarda görev yapan kripto denilen üyeleri de vardır. Nerede bir insan topluluğu varsa bu örgüte ait adanmış birileri vardır. Devletin başının yaverliğine, Genel Kurmay Başkanının yaverliğine kadar sızmış bir yapı var karşımızda. Her şeyi sık dokuyan devlet maalesef bunu görememiştir. 70'li yıllarda ortaya çıkmış 90'larda okul, dershane, olimpiyat, evler, yurtlar, üniversiteler açmış, basın ve medya sektörüne girerek devlete ve vatandaşa kendini pazarlamayı bilmiş, merkezi sınav birincileri çıkararak kendini göstermiş ve herkese marka gibi görünmeyi bilmiş, başta siyaset olmak üzere her kesim ile iyi geçinmeyi becermiş, tedrislerinden geçen milyonlar var karşımızda. Olimpiyatlar vasıtasıyla devleti de arkasına almış bu kesime karşı eğitime susamış milletimizin ekserisi de çocuklarını legal olan bu yapıya verdi. Öyle bir zaman geldi ki, birçok insan çocuğu başarsın diye abi ve abla arama yoluna bile gitti. Gizli çalıştıkları göz önüne alınırsa bu yapıya samimi bir şekilde gönül vermiş insanların sayısı azımsanamayacak kadar çoktur. 17-25 Aralık ve 15 Temmuz olaylarında ne kadarı bu yapının içerisinde kaldı araştırılmaya değerdir. Bu yapıyla şu ya da bu şekilde yolları kesişmiş insanımız az değildir. Pekiyi bunları ne yapacağız? Her birini içeri alacak mıyız? Aldığımız takdirde hapishanelerimiz yeterli gelecek midir? Yollarının önünden geçmiş herkes suçlu mu ilan edilecek? Askeriyeye gidecek olanları kendi okul ve dershanelerinde okutmadıkları hesaba katılırsa bu yapıyı çözmek gerçekten zor.

O zaman ne yapmak lazım? 15 Temmuz itibariyle devlet, en güvendiklerinden başlayarak herkesten şüphelenmelidir. Yoğurdu üfleyerek yemelidir. Suçluyu-suçsuzu belirlemenin yollarını bulması lazım. Bu esnada Ergenokon ve Balyoz yargılamalarında suçlu suçsuz ayırımı yapmadan kendilerine yer açmak için mahkeme kararlarıyla vatanseverlerin mahkum edildiği gibi bir kumpasın içerisine girilerek sap ile saman karıştırılmamalıdır. Bu konuda sürek avına çıkılmamalıdır. Sayın Cumhurbaşkanının bu yapı ile ilgili tasnifi esas alınmalıdır: "Altı ibadet, ortası ticaret, tepesi ihanet " şeklinde. İbadet boyutunda kalanları oradan kurtarmak gerek. İçlerinde kalmış, onlara inanmış-kanmış, olayların içerisinde yer almayan saf Anadolu insanını ayırt etmek ve kelle avcılığı yapmamak lazım. Bundan sonra herhangi bir okula, kurum ve kuruluşa eleman alındığında başarı ve liyakat esas alınmalıdır. Sınavı geçen kimse kılı kırk yararcasına araştırılmalıdır. Devlete ait hiçbir kurum ne kadar iyi olurlarsa olsun asla tek kesime ihale edilmemelidir. Kurum ve kuruluşlara bu toprağın mozaiği olan her kesimden kişi görev alabilmelidir. Farklı kesim ve düşünceden olanlar o kurumda asla bir hiyanete kalkışamazlar. Çünkü tekdüze değildir. Birbirlerini dengelerler. Özellikle askeriye, emniyet, MİT gibi kurumlara eleman alımında azami titizlik gösterilmelidir. Hangi cemaat olursa olsun hiçbir cemaate mensup bir kişi alınmamalıdır. Çünkü bugün iyi olan bir hareket yarın bir isyana kalkışabilir. Eğer alınacaksa bu tür yerlerde bu toplumda var olan Alevi, Sünni, ateist, dindar, milliyetçi vb her renkten kişi alınmalıdır. Amirinden ziyade hocasından, hacısından emir alan emir kullarına devletin tüm kademesi kapatılmalıdır.

Devlet böyle bir ortamda dış ülkelerle menfaat ilişkisine dayalı diplomasi yürütmeli, istihbarat ve ekonomik ortaklıklar yapmalıdır. Dost ülke sayısını artırmalıdır. Meydanlarda konuşurken dış devletlere karşı diplomatik bir dil kullanmalıdır. Ülke içinde ise halihazırda darbeye karşı son yıllarda görülmediği kadar bir birliktelik söz konusudur. Bir taraftan yaraları sararken bir taraftan da farklı siyasi vb düşüncedeki insanlara karşı zeytin dalı uzatılmalı, onları dışlamamalı, kamuya eleman alımında diğer kesim içerisindeki vatansever, işine aşık insanlara da yer açmalıdır. Darbeye teşebbüs eden yapının içerisinde suç işlememiş, pasif görevde kalmış, bu örgütün isyanını gördükten sonra pişmanlık duymuş insanları kazanmak için bir çalışma yapmalıdır. Biliyorsunuz Fatır Süresinde Allah: “Eğer Allah, insanları yaptıkları (kötülükler) yüzünden (hemen hesaba çekip) cezalandıracak olsaydı, yer üzerinde hiçbir canlı bırakmazdı. Ne var ki, onları belirli bir süreye kadar erteliyor. Nihayet süreleri gelince (gerekeni yapacak). Çünkü Allah, kullarını hakkıyla görendir” buyurulmaktadır.  Yine burada Hz Muhammed’in Mekke’yi fethedeceğini gizlice bildiren Hatıp bin Ebi Belta’yı burada akla getirmek lazım. Yazdığı mektup yakalandıktan sonra niçin böyle yaptığını söyleyen Peygambere Hatıp: “Ya Rasülallah! Bu mektubu yazarak orada bulunan ailemi, malımı mülkümü kurtarmaya çalıştım, başka bir niyetim yoktu” deyince, Peygamber ashabına: “Hatıp, Bedir ashabındandır” der. Yaptığına pişman olan Hatıp’a herhangi bir işlem yapmaz. Hatıp bu şekilde kazanılmış olur.


Birlik beraberliğimize halel gelmeyecek şekilde sosyal barışı sağlayalım. Bu ülkeyi yeniden inşa edelim. Suç işlemiş hainlere mutlaka gereken cezayı verelim. Güvendiğimiz insanlara her şeyimizi emanet edelim ama tedbir ve teftişi asla ihmal etmeyelim. Yaptıklarımızla yeni suç makinelerinin oluşmasının önüne geçelim. Doğru bilgi ve doğru davranışla gafil olanların gafletlerinden uyanmalarına imkan verelim... 23/07/2016