Ana içeriğe atla

Burnumuzun ucunu görememek **

Dünyadaki en tehlikeli insan tipi sorgulamayan, aklını kullanmayan, aklını kiraya veren; “Neden, niçin, niye” soruları lügatinde olmayan insan tipidir. Birçok örgüt liderinin, grubun, dini cemaatin istediği ve yanlarında bulundurduğu kişiler bu özellikte olan kişilerden oluşur genelde.  Canlı bomba olanlar, terör eylemine katılanlar, kerameti kendinden menkul bir hoca efendiye bağlanıp, “Vardır bir hikmeti” deyip sorgulamayan insanlar hep buralarda istihdam edilmiştir.

Sorgulamayan, karşı gelmeyen, her dediğini "Amenna ve saddakna, emredersiniz efendim" diyen tip tüm emir verici durumundaki amirlerin istediğidir. Çok hoşumuza gider böylesi emir erleri. İtiraz edeni, efendim şöyle olsa olmaz mı, bu yapacağımızın şu şekilde riski var diyeni hiç sevmeyiz. Hepimiz için en iyi yönetme şekli emir-komuta zinciridir. Sanki hepimiz kendimizi komutan gibi görürüz. Emrimiz altındakilerin de bize itaat etmesi.

Doğru mu bu? Asla değil. Allah hep aklımızı kullanmamızı istemiştir. "Ben ölüleri dirilteceğim" buyurduğu zaman Allah'a: "Nasıl yaratacaksın" diyen bir İbrahim'e Allah: "Bana inanmıyor musun" sorusuna Peygamber: "İnanıyorum ama beni ikna et, kalbim mutmain olsun" der. Sonra Allah ölüleri nasıl yaratacağını İbrahim'e göstererek ikna eder. İbrahim kim? Allah'ın, "Babası adına yaptığı duanın dışında her şeyiyle bir örnektir" dediği seçilmiş biridir. Putçuluk yapan babasına karşı çıkan biri. Öz güven sahibi, Nemrut'a karşı gelip ateşe atılmayı göze alan gözü pek biri. Tek başına bir ümmet... Kendi peygamberimizden örnekler verelim: Bedir Savaşında ordunun konakladığı yeri bir sahabi uygun görmez. Peygambere gelerek bu karargah Allah'ın bir emri mi sorusuna Peygamber hayır cevabı verir. O halde ordunun su kuyularının yanında konaklatılması daha uygun olur der arkadaşı. Peygamber de ordunun yerini değiştirir... Hurma ağaçlarına aşı yapanları tasvip etmeyen peygamberimiz, "Efendim, aşı yapmayınca mahsul azaldı" diyenlere "Bildiğiniz gibi yapın" diyerek bu konuda serbest bırakmıştır sahabesini... Uhud ve hendek Savaşlarında istişare etmiştir Peygamberimiz hep. Örnekleri çoğaltabiliriz. Peygamber yine "Ben de sizin gibi bir insanım, bana sadece vahiy geliyor, geleceği bilmem " deyip ömrü ayakları yere basarak mücadele etmiş ve bizim için örnek denmiş biridir. Siz hiç, " Ben emrediyorum, bunu şöyle yapacaksın, ben sizin bilmediğinizi bilirim" dediğini duydunuz mu Peygamberin? Bize ne oluyor da özellikle hacı-hocadan aldığımız emirleri 'Vardır bir hikmeti' diyerek yapıyoruz?

Değinmek istediğim husus: Kurum ve kuruluşlarımızın yönetiminde ortak aklın, istişarenin iyi işletilmesi gerekir. Emir, demiri keser düşüncesini aklımızın bir köşesine yazalım ama emredileni de sorgulayalım. Kurumumuzdan aldığımız bilgileri bağlı bulunduğumuz akıl hocamıza vermeyelim. Birlikte çalıştığımız amire ve kuruma ait gizli bilgileri başkasına vererek kurumun içini oymak nasıl bir ruh hali gerçekten. Kölenin bile bir efendisi olur. Sizin kaç efendiniz var Allah aşkına! Bir sorgulayın kendinizi. Ne kadar da köleliğe hevesli imişsiniz yahu!


Kurumların  amirleri! Size itiraz eden, size görüşünü söyleyen emriniz altındaki insanlardan korkmayın. Isıracak köpek dişini göstermez. Siz asıl; size karşı gelmeyen, her dediğinize tamam deyip saman altından suyu yürüten silik şahsiyetlerden, satılık beyinlerden korkun!.. Seçme hakkınız varsa kişilikli insanlarla çalışın. İstişareye önem verin. Biraz insan sarrafı olun, yanınızda hainleri barındırmayın. Evet! Haini tespit etmek zor biliyorum. Ama devleti yönetiyorsunuz. Bu yaşadıklarımız hepimizin kulağına küpe olsun. Lütfen burnumuzun ucunu görelim... Allah yar ve yardımcınız olsun. 24/07/2016

** 29.07.2016 tarihinde Kahta Söz gazetesinde yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde