2010 yılında bir lisede görev yaparken akşam mesai çıkışı bir başka kurumda çalışan bir yönetici ile birlikte dolmuşta aynı oturağa otururdum. İkamet ettiğim yer ile çalıştığım yerin mesafesi 50 km idi. Yol arkadaşım benden 20 km önce inerdi.
Ramazan ayı idi. Çoğu zaman ben yolda iken iftar olurdu. Yol arkadaşım pek konuşan birisi değildi. Yolculuk çabuk bitsin diye zaman zaman laflardık. Daha doğrusu ben laflardım. O, iyi bir dinleyici idi. Yine bir gün dolmuştayız. İftar vakti de yakın. Kendisine takıldım:
-Hocam, her gün evinin önünden geçiyorum. Ha bir gün beni yemeğe çağırsan.
-Çağırmam.
-Hocam! Sen beni çağır, inan gelmeyeceğim.
-Çağırmam.
-Hocam, gerçekten gelmeyeceğim, şakacıktan da olsa çağır.
-Olmaz çağıramam.
-Niye hocam?
-Evde yemek yok çünkü. Ben daha eve varınca yemek yapacağım.
-Hanımın nerede, evde yok mu yoksa?
-Hanımım çalışıyor.
-Çalışsın. Üstelik hanımın ...okulda değil mi? O okulun dersi 14.50'de biter. Eşin şu anda evde olmalı değil mi?
-Evde olmasına evde. Yemeği ben yapacağım.
-Niye, eşin şu anda ne yapıyor?
- Eşim çalıştığı için yoruluyor, işten gelince uyuyor. Ben varınca mutfak önlüğünü takar, yemek yapmaya başlarım. Alıştım artık. Bunu her gün yaparım. Oğlan olmasa iyi olacak da...
-Niye oğlunun ne zararı var?
-Benim lise 3'de okuyan bir oğlum var. Bazen apartmandan çocuklar zile basar. Ben kapıyı açarım. Belimde önlüğü gören arkadaşları birbirlerine bakıp gülüşüyorlar. Onların güldüğünü benim oğlan görünce bana: "Baba! Çekil şuradan, kapının arkasına geç, görünme. Şu önlüğü bari çıkar, iyice rezil oluyorsun" diye bana kızıyor.
-Allah yardımcın olsun sayın hocam, dedim. O da dolmuştan indi... Anlatırken de hiç zorlanmadı. Yüzünde de gülümseme hiç eksik değildi. Hasılı adama hayran kaldım, gıpta ettim. 09/05/2016
9 Mayıs 2016 Pazartesi
Kim yapar kadınların kendilerine yaptığı eziyeti?
Bir yerde birden fazla insan var, birlikte bir iş yapıyorlarsa işten verim
alabilmek için mutlaka iş bölümü yapılmalıdır. İş bölümünün bilinmediği
yerlerde birbirlerinin işine, görev alanına müdahaleler başlar bir müddet
sonra.
Toplumda kadın-erkek birlikte yaşıyoruz. Kadının ilgi alanına giren
görevleri vardır, erkeğin de. Hatta bizde, "Elinin hamuruyla erkek işine
karışma" bile denir. Geçmişten beri kadın-erkek arasında bilerek veya
bilmeyerek bir iş bölümü yapılmış idi. Kadınların yaptığı iş ayrıydı,
erkeklerinki ayrı idi. Hatta eskiden bir yere bir kişi alınacaksa adaylarda
aranan şartların içerisinde 'Erkek olmak' şartı da bulunurdu bazı iş
alanlarında. Bu yüzyılda sapla saman karıştı. Kadın erkeğin, erkek de kadının
işini yapar hale geldi. Ana sınıfı öğretmenleri bayan idi. Şimdi erkekler de
olabiliyor. Hemşire dendi mi bayan akla gelirdi. Şimdiler de hemşir deniyor
erkek hemşirelere. Veteriner hekim denince erkek akla gelirdi. Hasılı erkek
kadının işini, kadın da erkeğin işini yapar hale geldi. Sanki cinsiyet
sıkıntısı çekiliyor.
Kadınlar evlerinden çıktı, her iş alanlarında var artık. İyi mi oldu kötü
mü oldu bilmem. Kadın dışarıda çalışmalı mı, çalışmamalı mı? Bu konu çok
netameli bir konu. Kadın çalışmamalı desem ipliğimi pazara çıkarıp tefe
koyarlar: Gerici, yobaz, kadın düşmanı, emek düşmanı, çağ dışında kalmış gibi
sıfatlar eklenir hemen bana. Böyle biri devlet kurumunda nasıl çalışır denir,
sonunda bu iş söylediğime söyleyeceğime pişman olacak şekilde idamıma kadar gider.
Bereket idam kalktı, ufukta müebbet görünüyor.
Burada şahsi kanaatlerimi serdetmeye çalışacağım. Şunu baştan söyleyeyim
ki, sosyal olaylarda kesin doğru yoktur. Zamana, zemine, kişiye göre değişir.
Bana göre doğru olan, başkasına göre yanlış olabilir. Bu konuya
değinirken çalışanları kesinlikle ayıplamıyorum. Bu durum herkesin kendi özel
tercihidir. Pekiyi, niçin kadınların her işte çalışmasını istemiyorum?
Ev işleri, gebelik, çocuk büyütme, yemek yapma gibi işlerine ilave olarak
kadının ayrıca dışarıda çalışması her şeyden önce kadına eziyettir. Gücünün
üzerinde yük vurma demektir. Çalışan eşlerden erkek eve geldiği zaman ayağını
ayağı üzerine atar, eline de kumandayı alır, yemek beklemeye başlar.
Kadın iş dönüşü var gücüyle yemek yapacağım diye düşünür. Hele bir de çocuğu
olmuşsa çocuk en az 15 yaşına kadar bakıma muhtaç. Dilinden de ancak annesi
anlar. Doğum öncesi ve doğum sonrası kullandığı 16 haftalık annelik izni sadra
şifa olmaz. Süt emen çocuğunu eve bırakıp işe giden bir anne ne kadar işine
kendisini verebilir. Günlük 1.5-3.00 saatlik süt izni yeterli olacağını
sanmıyorum. Eğer ücretsiz izin almayacaksa bu anne bu çocuğu kime bırakacak?
Haydi kadın bütün bunları ayarladı diyelim. Kadının vücudu erkeğe göre daha
zayıftır, ağır işlerde çalışamaz. Sabahın erken saatinde evinden çıkıp çocuğunu
bir yere bırakacak, sonra işyerine varacak, akşama kadar çalışıp dönüşte yine
sabahki işleri yapacak tekrar. Eve varınca iş yine onu bekliyor olacak. Sabahın
erken saatinde bir bayan dikkatimi çekti ön koltukta oturan. Yanında da
üç dört yaşlarında çocuğu var. Annesinin dizine başını koydu, uyumak için
uğraşıyor. Annesi bir taraftan sarıp sarmaladığı üzerindeki elbiseleri
çıkarmaya çalışıyor, çocuk yerini beğenmiyor ki başını bir o tarafa, bir bu tarafa
getirmeye çalışıyor. Bir taraftan da "Anne, ne zaman varacağız" diye
soruyordu. Çocuğuna bakan yok mu diye sordum. "Annem bakardı, bugün onun
işi var, mecburen getirdim" dedi. İnmeye doğru yaklaşınca anne
çıkardıklarını giydirmeye başladı çocuğuna. Üzüldüm annenin ve çocuğun
durumuna. Bu çocuk mışıl mışıl uyuyacaktı yumuşacık yatağında.
Kadınlar erkeklere göre sınavlarda daha başarılı. Okuyan kadın erkeğe göre
daha kolay iş bulabiliyor. Kocası işsiz olduğu halde karısı çalışan nice
erkekler bilirim. Hangi iş yerine gidersek gidelim erkekten daha çok kadın çalışan
var.
İnsan ne için çalışır? Mutlaka paraya ihtiyacı vardır. Eşi çalışıyorsa
kadın niçin çalışır? Tek maaş yetmiyor mu acaba? Beklentilerimiz o kadar
yükseldi ki, yaşantımız lüksleşti. Bir eve bırakın çift maaşı, 5 tane maaş
girse yine yetmez. Çünkü hedef büyüttük. Ayağımızı yorganımıza göre
uzatmıyoruz.
Meramımı anlatabildim mi bilmem. Ama bildiğim bir şey var. Kadını her işte
çalıştırarak ona zulmediyoruz. Kendi isteğiyle çalışan kadın zaten kendine
zulmediyor. Tüketim toplumu olduk, kapitalistleştik. Eskiden bir baba evdeki 9
kişiye bakardı. Şimdi evdekilerin hepsi çalışıyor, yine parasızlıktan dem
vuruyoruz. Hani biz evlenenlerden en az üç çocuk istiyorduk. Devlet politikası
halini aldı bu. Nüfusun gerilememesi, yerinde saymaması için en az üç çocuğa
ihtiyaç var. Çünkü tek çocuk nüfusu azaltır, iki çocuk yerinde saydırır, üç
çocuk nüfusu artıya geçirir. Kadınlarımızın çoğu çalışmayı seçiyor ve tek
çocukla yetiniyor. Bu demektir ki nüfusumuz da gerileyecektir.
Kadınlar! Bırakın babanız size baksın, evleneceğiniz kocanız sizin ve
çocuğunuzun her türlü ihtiyacını karşılasın. Siz ideal bir nesil yetiştirin.
İşin garibi çalışarak kendi çocuğunuzu tam yetiştiremediğiniz gibi doğum
öncesi, doğum sonrası izinler, her doğumda iki yıla kadar ücretsiz izin
durumlarında devlet yerinize bir çalışan almıyor. Hele bir de öğretmenseniz siz
gelinceye kadar geçici ücretli öğretmenler girmektedir girdiğin sınıfının
derslerine. Anne bir çocuğunu büyütecek diye belki de yüzlerce öğrenci mağdur
olmaktadır ehliyetsiz kişilerin ellerinde.
Okuyun en iyi okulları. Sonra gelin iyi bir eş olun, çocuğunuza kültürlü
bir anne olun. Görev alarak kendi kendinize eziyet etmeyin. Evleneceği kişiyi
arayan erkeklere de piyon olmayın. Çünkü erkeklere nasıl bir eş istiyorsun
denildiği zaman, "Çalışan olsun" deniyor. Efendim, ücretli olur mu
dediğinde, "Olmaz" cevabını alıyorsun. İstisnalar kaideyi bozmaz ama
birçok erkek bankamatik memuru alıyor. Senden ziyade bankamatiğine aşık. Bırakın
sizi alan baksın size. Niye dert edinirsiniz Allah aşkına. Eve kapanın
demiyorum. Okuduğun alanla ilgili mahallenizde, muhitinizde, şehrinizde
aksiyoner olun. Erkeklerin ihmal ettiği, görmediği alanlarda geri planlarda
görev yapın. Sosyal hayatın içinde olun. Mesai gibi çalışma temposuna kendinizi
kaptırmayın. Anneliği basite almayın. Dünyanın en zor işidir çocuk büyütmek ve eğitmek...
Dışarıda çalışmayı seçmeyip evinizde oturursanız işsiz erkeklerin iş yok mazeretinin de önüne geçmiş olursunuz. Onlara iş vermiş olursunuz. İşsizlik diye bir derdi kalmaz ülkenin... Sizin evinize çift maaş girerken birçok eve hiç maaş girmiyor. Sosyal adalet dengesi iyice açılıyor... Haydi bir iyilik yapın çekilin evlerinize.
Dışarıda çalışmayı seçmeyip evinizde oturursanız işsiz erkeklerin iş yok mazeretinin de önüne geçmiş olursunuz. Onlara iş vermiş olursunuz. İşsizlik diye bir derdi kalmaz ülkenin... Sizin evinize çift maaş girerken birçok eve hiç maaş girmiyor. Sosyal adalet dengesi iyice açılıyor... Haydi bir iyilik yapın çekilin evlerinize.
Yok toplumda kadınlar da olmalı deniyorsa 09.00-14.00 saatleri arasında
çalışabilecekleri şeklinde düzenleme yapılmalıdır.
Ben her işte çalışırım diyorsanız bayanlar, Allah size merhamet etsin. Hayrınızı
versin. Sizin başka düşmana ihtiyacınız yoktur kendinizden başka. 09/05/2016
Rahmet istiyoruz rahmet*
Rahmetine
susadık biz Rahman'ın milletçe. Yukarıdan yağan, bizi ıslatan, böcü- börtüyü
sulayan, mahsullerimizi dirilten, yeşerten, her türlü nebatat ve hayvanata can,
bize hayat veren sudan bahsediyorum. Çünkü her yıl bahar dönemi biz bu
kuraklığı çekiyoruz. Türkiye’nin değişmez gündemi oldu artık.
Vücudumuzun
% 60-70'i sudur. Millet olarak biz ona rahmet adını verdik. Çünkü su, hayattır.
Su ikram edene, " Su gibi aziz ol" deriz biz.
2010
yılında ‘Küresel ısınma’ konulu bir seminere katılmıştım. Aklımda kaldığı
kadarıyla “Dünyayı küresel bir ısınma bekliyor. Susuzluk kapıda, heyelanlar
eksik olmayacak, toprak kayması artacak, sular çekiliyor, buzullar eriyor,
yağışlarda süreklilik olmayacak, ormanlar yok oluyor, Anadolu kuraklaşıyor,
özellikle Konya kuraklıktan en fazla pay alan illerimizden... Çünkü dünyada
ağaç ve ormanlıklar % 30’lar civarında iken, Türkiye’de % 18, Konya’da ise % 12
dolaylarında. Bu yüzden tedbir almalıyız.” Açıklamalarını yapmıştı seminer
yetkilisi.
Karasal
bir iklimde yaşıyoruz. Yazlarımız sıcak ve kurak, kışlarımız ise soğuk ve kar
yağışlı. Coğrafya derslerinde biz böyle öğrendik. 90'lı yıllardan itibaren
iklimlerimiz de değişti. Kışın soğuğumuz var, karımız yok. Yağış alan bahar
aylarında ise yağışımız yok artık. Karı;
yeri ağartır cinsten, yağmuru çisenti şeklinde gelir, iliklerimize kadar
işleyen kış gibi soğuğuyla birlikte.
Her
yıl dünyada m² ye düşen su miktarı aynıdır. Bölgelere göre düşen su miktarında
farklılıklar olmaktadır. Allah evreni yaratırken dengeyi de koymuştur. Su
miktarı aynı ama. Ya zamanında yağmıyor, ya da doğal afet şeklinde kendini
gösteriyor. Son yıllarda sel baskınları, heyelanlar eksik olmuyor. Çünkü biz
tabiatın dengesini bozduk. Ormanları yok ettik. Yerine yenisini dikmedik.
Diktiysek de toprağına uygununu dikmedik. Orman alanı belirlediğimiz yere
fidanımızı diktik ve adına da bilmem ‘kimin hatıra ormanı’ deyip tabelamızı
çaktık ve ayrıldık oradan. Bir daha da selam vermedik oluşturduğumuz ormanlığa.
Her yere betonlar döktük, koca binalar diktik, ağaçları kestik bilinçsizce.
Yerleşim yerlerini değiştirdik, dağların yamaçlarından ekilebilir arazileri
meskene açtık. Şehirlerimiz boğuyor bizi. Kendi ellerimizle dünyayı yaşanmaz
hale getirdik.
Millet
olarak başımızı göğe çevirdik, gözümüzü, kulağımızı da meteorolojiden gelecek
sevindirici habere. Gelmiyor bir türlü beklediğimiz rahmet. Yağan da çisenti
şeklinde gelip geçiyor. Susuzluktan neredeyse toprak çatlayacak. Çiftçi kan
ağlıyor. Şimdi son çare yağmur dualarına çıkmaya başladık. Toplu yemekler
yedik, toplu namazlar kıldık, ellerimizi toprağa doğru çevirerek dua ediyoruz:
“Rabbimiz!
Rahmetin sayesinde yaşıyoruz, Sen Rahman ve Rahimsin. Bizden rahmetini
esirgeme. Asla ümitsiz değiliz. Çünkü senin rahmetin gazabını geçmiştir. Sen
Gafursun. Acı bizlere. Su bizim için hayattır. Hata üstüne hatalar yaptık,
kendimize zulmettik, eğer sen bizi bağışlamazsan zarara uğrayanlardan oluruz,
yağdır Mevla’m su. Çiftçimizin, esnafımızın yüzünü güldür, ıslat bizi ya Rabbi. Yağdır ki kirli
ellerimizi yıkayalım. Tabiatta yaşayan kuşlar, kurtlar, bitkiler, hayvanat
susuz yaşayamaz. Nisan ve mayıs aylarında yağan nisan yağmurlarına, kırkikindi
yağmurlarına hasret kaldık. Rahmetinden mahrum etme bizi” diye ellerimizi açıp
gözyaşı dökelim.
* 11.05.2016 günü Anadoluda Bugün Gazetesinde yayımlanmıştır.
Kaydol:
Yorumlar (Atom)