17 Nisan 2016 Pazar

Cebimin istenmeyen yüzsüzleri*



Bazı misafir tipler vardır kapıdan kovsan pencereden girer, oradan kovsan bacadan girer. Böyle misafirler düşman başına. Son yılların misafir tipi ise, cep telefonuna vakitli vakitsiz gelen bildirimler.

Mesajlaşma ve görüşmeme yetecek şekilde cebime sığan küçük bir telefonum vardı. Başkası elinde telefon, kulağında kulaklık ile sürekli meşgul olurken benim telefonum cebimdeydi. Mutlu mu mutlu idim. 1987 yılından beri görüşmediğim bir arkadaşımla bir yerde karşılaştım. Birbirimize telefonlarımızı verip ayrıldık. Fakat o da ne? Telefonuma gelen bir bildirim. Bakıyorum dostum kes-kopyala-yapıştır mesajları gönderiyor. Telefonumu verdim vereli günde 2-3 mesaj gelmeye başladı. Telefon açıp gönderme de diyemedim alınmasın diye. Çocuğuma: Şu numarayı engellenenler listesine alıver  dedim. Az sonra çocuğum geldi: Baba, bu telefonun engelleme özelliği yok dedi. O zaman engelleyen bir telefon alayım dedim. Kullanılır ve işimi gören telefonu bırakarak cebime sığmayan akıllı bir telefon aldım. Üstelik bir de oğlan istedi. Ona da aldım. Eskiler derdi: Kötü komşu mal sahibi yapar diye. Benim dostum da beni yeni bir telefon sahibi yaptı. Tabii masrafı da cabası. Telefonu da taşımak için yanımda taşıdığım el çantası da bonusu.

İstemediğim, bıktırıcı mesajları ve reklam amaçlı açılan telefonları engellemeye başladım. Hoşuma da gitmişti. Fakat yeni bir sorunum var: Telefonum, numarası belli bildirimleri engelliyor ama firma adıyla gelen mesajları engelleyemiyordu. Hemen devlet baba imdadıma yetişti. 01/05/2015 tarihinde yürürlüğe giren 6563 sayılı reklam amaçlı firma mesajlarını yasaklayan bir kanun çıkardı. Sorumlu firma mesajları hemen kesildi. Fakat kısa bir müddet  sonra  sorumsuz, kanun dinlemeyen yeni firma mesajları gelmeye başladı. Ardı arkası da kesilmedi. Engelleyemiyordum da. En iyisi bilgi edinmeye başvurayım dedim. Firmaların tek tek adını yazarak şikayetçi oldum. Fakat sevincim kursağımda kaldı. Çünkü bilgi edinmeden:”… 6563 sayılı Kanun ve anılan Yönetmelik çerçevesinde şikâyet başvurularının işleme alınabilmesi için, bu başvurularda iletişimin türüne bağlı olarak; şikâyetçinin T.C. kimlik numarası, adı-soyadı, imzası, ikametgâh adresi ve telefon numarası/elektronik posta adresiyle birlikte abonesi olunan GSM operatörünün adı/elektronik posta hizmeti sağlayan işletmenin adı, iletiyi gönderenin numarası/elektronik posta adresi/bunların bulunmaması halinde marka veya işletme adı gibi içerikte yer alan bilgiler, iletinin gönderilme tarihi ve saati ile içeriğinin tamamına yer verilmeli…” şeklinde cevap geldi. Adı geçen firmaların internet sayfalarına girdiğimiz zaman bilgi edinmede istenen bilgilere maalesef ulaşılamıyor. Aktivasyon da yaptırmıyor. Anlayacağınız gerekli gereksiz iletiler gelmeye devam ediyor. Benim engelleme özelliği olan telefonum ve  devletin 6563 sayılı Kanunu işe yaramadı. Gece gündüz bu lüzumsuz bildirimleri almaya devam ediyorum.

Devlet bazen, her ne kadar işe yaramasa da vergi yüzsüzlerini açıklardı. Ben de son çare olarak çözüm bulamadığım bu mesaj yüzsüzlerini sizinle paylaşmak istiyorum: ALBET, AVMBET, AXBT, BARİKAPARK, BHSFUTBOL, BETODIN, BETKID, BETMOD, BETVOLE, BETGARANTİ, BESTSİLVER, CANLIGAZİNO, CASHAGO, CIBROBET, DOLUKART, FAVORIPOKER, FENOMENBET, GRANDBETING, GRANDROYAL, HIZLIKAZAN, INTERBAHİS, JOJOBET, KAHVEHAN, KLASGAMING, KLASBAHİS, LIDYABONUS, LIDYABET, LİKE TOUR,  MESTBET, MODABET, PLUSGOAL, PIABET, POKERCLASS, POKERCLAS, PULİBET,  QEENBET,  SUPER ORAN, TUBET1, YATIRIM…   


Rabbim anlayışlı misafirlerle karşılaştırsın. Burnunun dibinde biten istenmeyen yukarıdaki yüzsüzlerden bizi kurtarsın. Başka ne diyeyim? Belki utanırlar, tabii biraz edep ve haya kalmışsa şayet… 17/04/2016
* 20/04/2016 tarihinde Anadolu'da Bugün Gazetesinde yayımlanmıştır.

15 Nisan 2016 Cuma

Birlik zamanı: Hem de şimdi **


Anma ve hatırlamada  çok mahiriz biliyorsunuz. Hiçbir toplum elimize su dökemez.  Nasıl yaptığımızı merak eden diğer ülkeler bizden kurs alsa yeridir.. Kendimi bildim bileli ömrüm hep anma  vb etkinliklerle geçti. Herhangi bir kimseyi anmaktan onun gibi olmaya, onun gibi yaşamaya vaktimiz kalmadı neredeyse. Konuşma, hatırlama, program yapma konusunda  yani teoride 10 numarayız.  Pratikte ise yıllardır geçer not alamadık; hep sınıf tekrarı maalesef bizimkisi.

14-20 Nisan haftası malumunuz üzere ‘Kutlu Doğum Haftası.’ Okullarda, kurumlarda, vakıf ve derneklerde yarışma etkinlikleri, konuşma programları, yemek ikramları, ilahi etkinlikleri hız kesmeden devam ediyor. Yapılan bu faaliyetlerde harcanan meblağın miktarının az olduğunu düşünmüyorum. Yarışmalarda verilen ödüller manevi değeri yüksek sembolik olmaktan çıktı. Dudak uçuklatır cinsten. Nisan ayındaki Kutlu Doğum Haftasına yetişecek şekilde yapılan bu yarışmaların hedef kitlesi genelde öğrenciler. Gelen yarışmaları öğrencilere duyururken hepsinin sorduğu “ Ödül olarak ne var” sorusu. Öğrenci ödüle göre sınava girme-girmeme planı yapmaya başladı. Çıta o kadar yükseldi ki yarın bu tür yarışmalarda ödül verilmeyecek ya da  verilecek ödülün miktarı şu kadardan yüksek olmayacak dense öyle zannediyorum yarışmaya katılacak kimse kalmayacak. Bu tür yarışmaların sponsoru hep hayırseverlerimiz. Yarışmaya kalkan masrafı karşılamak için veren elin kapısında buluyor kendini. Allah sayılarını artırsın.

Etkinlik olur da ilahi olmaz mı? İlahiler amatör grubun söyleminden ziyade işi parayla yapan profesyonellere havale edilmeye başlandı. Sade olarak söylenen ilahiler bizi ayrı bir duygulara götürürken şimdilerde müzik aletleriyle konser şekline dönüştü artık.

Peygamber kalkıp gelse uzaktan  bizi gözlemlese ne derdi acaba bize? Demez miydi siz beni anmaktan yaşamaya, benim dediklerimi yapmaya ne zaman vakit bulacaksınız? Haydi benim doğumumu bir defa andınız, yılda iki defaya çıkarmak da neyin nesi? Sonra siz beni anacağız derken neredeyse gövde gösterisi yapıyorsunuz, kendi reklamınızı yapıyorsunuz dese ne cevap verebiliriz? Gelin birlik olalım diyerek içinizdeki hastalığı tespit etmişsiniz, o zaman hala niye bir değilsiniz? Bu akan kanlar ne böyle? Ben size cemaatte birlik, tefrikada azap vardır dedim siz ne yaptınız? Birbirinizi boğazlamaktan başka dese ne deriz gerçekten. Yüzüne bakabilir miyiz O Kutlu Nebinin?

Yazım yanlış anlaşılabilir. Niyetim peygamber anılmasın, hatırlanmasın demiyorum. Sadece bu vb etkinlikleri abartmayalım. Yarışma vb etkinliklerde hediye ve ödül çıtasını çok yükseltmeyelim. Yapacağımız etkinliklerde ayağımızı yorganımıza göre uzatalım. Hep aynı hayırseverlerin kapısını çalmayalım. Yapılan programlarda sadelik ve samimiyet ön planda olsun. Her bir anmada öz eleştiri yapalım. Bu yılın teması “Tevhit ve vahdet- gelin birlik olalım” konusu mu? O zaman önce bölük pörçüklüğümüzü masaya yatırarak işe başlayalım.  Birliği yeniden nasıl tesis ederiz diye  kafa yoralım. Birbirimizi taşlamayı bırakıp Şeytan taşlamaya vakit ayıralım. Birliğimizin önünde kim engelse gelin hep birlikte onu düşman belleyelim. Onunla mücadele edelim. Birbirimize hesap kitap yapmayı bırakıp Allah’a nasıl hesap vereceğimizi,  Peygamberle karşılaşırsak yüzüne nasıl bakacağımızı gözümüzün önüne getirelim.  Sizi anıcılar, sizi söylem hayranları, sizi pratik düşmanları dese ne deriz önce onu düşünelim.

Gelin bu sene şu Şeytan’ın bacağını kıralım, bu yılın Kutlu Doğum temasına uygun bir şekilde topluca “Allah’ın ipine sarılalım, ayrılığa düşmeyelim.…O’nun kopmayan sağlam kulpuna sarılalım… Cemaatte rahmet, ayrılıkta ise azap olduğunu hiç aklımızdan çıkarmayalım.” 15/04/2016

** 17/04/2016 günü Kahta Söz Gazetesinde 19.04.2016 tarihinde ladik.Biz sitesinde yayımlanmıştır.


Milli meselemiz: Giyim kuşam*

Sabah 07.29'da telefonum çaldı. Baktım kayıtlı bir velimin telefonu. Açtım telefonu. Alo demeye kalmadan: " Hocam yarışmaya serbest kıyafetle mi geleyim, yoksa okul kıyafetiyle mi?" Sorusuyla karşılaştım.  Cevabım tekti tabii: Okul kıyafetiyle kızım dedim.

Telefonu kapattım. Baktım bir cevapsız çağrı daha. Aynı öğrenci 07.21'de bir daha aramış. Anlaşılan kıyafeti dert edinmiş, gece yatamamış, Güneş'in doğmasını gücün beklemiş. Sarılmış hemen telefona bir umutla, acaba serbest kıyafetle gelebilirsin cevabı alabilir miyim diye. Aslında istediği cevabı verseydim çocuğun mutluluğuna diyecek yoktu. O hazzı verir miydim ona. Vermedim tabii. Çünkü devletin eski soğuk yüzünü temsil ediyorduk ne de olsa. Şimdi de mahalle baskısı, veli baskısı, çevre baskısı, firma baskısı, öğretmen baskısıyla bastırabildiğimiz kadar bastırıyoruz o serbestlik özlemlerini.

Baskıyı yapanlar geri planda, idareciler ise Erol TAŞ rolüyle en önde... Hafta başında veya hafta sonunda yapılan törenlerde eline mikrofonu alan kıyafetle başlıyor, kıyafetle bitiriyor konuşmasını. Hızını alamıyor teneffüslerde, gerekirse derslerde sürek avına çıkıyor: Nerede pantolonun, nerede ceketin, bu saçlar ne böyle, bu kırmızı rengi niye giydin diye. Şu öğrenciler okul kıyafetiyle geliverseler eğitimin bütün derdi bitecekti aslında. Çünkü bu ülkede kılık kıyafet meselesi memleket meselesidir. Hal yoluna kondu mu okula ve eğitime disiplin gelirdi. İşin garibi forma diye direten veli, öğretmen, yönetici hemen herkes serbest giyiniyor. Tek uğraştığımız kişiler daha 18'ini bitirmemiş orta ve lise öğrencileri. Gerekçemiz de hazır: Efendim emniyet açısından önemli, fakiri var zengini var; bazıları marka giyerken diğerleri alamaz. Üstelik çok açık ve dar giyiniyorlar...

Ömer DİNÇER zamanında kısa bir süre uygulanan serbest kıyafet uygulamasından görülen aksaklıklar yüzünden hemen vazgeçildi. Aslında biraz sabredilseydi giyim-kuşam normal seyrine dönecekti. Yaşlılar bilir: Eskiden kışların çetin geçtiği, karların 50-60 cm olduğu dönemlerde yayılmaya gönderilemeyen büyükbaş hayvanlar uzun süre ahırda beslenirdi. Ne zamanki karlar eriyip Güneş açınca annelerimiz hayvanın ayakları açılsın  diye dışarı çıkarırdı. Aylardır ilk defa dışarı çıkan hayvan bir o tarafa, bir bu tarafa koşar, nereye bastığını bilmezdi. Ara ara bu şekilde dışarı çıkarılan hayvan bir müddet sonra ne yaptığını ve nereye bastığını bilen bir hayvan olarak  normalleşirdi. Teşbihte hata olmasın. Kılık kıyafet serbestliğiyle birlikte görülen anormal giyim kuşamı ben; gün, Güneş görmemiş hayvanın durumuna benzetirim. Ah biz büyükler biraz sabredebilseydik çocuklarımız normalleşeceklerdi. Fakat neredeyse hiç birimiz çocukların yanında yer almadı.

Kıyafet toplumsal bir olaydır. Toplumsal konu ve olaylarda tek doğru yoktur. Formanın ve serbest kıyafetin eksi ve artıları vardır. Zamana bıraksaydık aslında çözülürdü bu mesele. Bir zamanlar kamusal alan adı altında Laikliği götürecek gericiliğin simgesi nice canlar yakan başörtüsü bugün her yerde serbest. Ne irtica hortladı, ne de Laiklik elden gitti.

Liseyi bitirdikten sonra serbest kalan gençlerimizin giyim kuşamındaki uçuk kaçık giyim tarzına ne diyebiliyoruz şimdi? Bu tür giyimlerin moda, özenti, kendisini ispatlama gibi nedenleri olsa da okul hayatındaki anlamını kavrayamadığı formaya tepki de var bu nedenler arasında.

Çünkü tek tip kıyafet çocukların kişiliklerine de sirayet ediyor. Tek tip elbise, tek tip düşünce bu asrın çocuklarına dar geliyor. Gençlik bunu yırtmaya ve yıkmaya çalışıyor. Zorla forma ısrarı, yemek yemek istemeyen ya da sevmediği bir yemeği ebeveynlerin çocuklarına zorla yedirmesine benzer. Aslında bu ısrarımız çocuklarda nefreti doğuruyor, isyan bilinci öne çıkıyor. Bu dönemde çocuklarımız serbest kıyafet giyerken denetimli serbestlik,  onlarda sorumluluk bilincini daha erken yaşlarda almalarına imkan sağlayabilirdi. Keşke kılık kıyafet konusundaki tavizsiz tavrımız yerine onlara hayatı ve hayatta karşılaşabilecekleri kötülüklere karşı kendilerini nasıl koruyabileceklerini öğretebilseydik daha iyi olurdu diye düşünüyorum.

Gelin çocuklar üzerinde biraz gözlem yapalım. Bir okul bir piknik yapacak olsa, bir geziye gidecek olsa; bir program, bir etkinlik, bir yarışmaya katılacak olsa öğrencilerin tek sorduğu: " Hocam serbest kıyafetle gelebilir miyiz?" Sorusu. Hani tilkinin yüz planından 99'u, horoz üzerine olurmuş ya. Öğrencilerinki de o hesap. Akılları, fikirleri kıyafette.

Serbest kıyafet özlemi çeken bu çocukların hasretlerine son versek inanın kıyamet kopmaz. Yeter ki velisiyle, öğretmeniyle, idarecisiyle çocuklar üzerinde ikna metodu, denetimli serbestlik ve rehberlik yapalım. Bu işkenceden çocuklar da kurtulsun, okul yönetimleri de... 14.04.2016
* 23.04.2016 tarihinde Anadolu'da Bugün Gazetesinde yayımlanmıştır.