13 Nisan 2016 Çarşamba

Yüzümüzdeki maskeleri ne zaman çıkaracağız?


İnsanoğlu tüm gizemliliklerinin yanında kendini gizleyen, olduğundan farklı gösteren bir varlıktır aynı zamanda. Günlük hayatta  “Ya göründüğün gibi ol. Ya da olduğun gibi görün” sözünü söylemeyi çok severiz hepimiz. Ama gel gör ki, olduğundan farklı görünme çabası bir müddet sonra  kişiliğimizin ayrılmaz bir parçası olmuştur artık farkına varamasak da.

Kendimizdeki olanı, doğallığı başkasından gizlemek için yüzümüze taktığımız  maskeyi bizi tanıyan herkes bilir bir müddet sonra. Bilmeyen tek kişi kalır: Kafasını kuma gömen maskeli kişi. Böylelerinin sayısı toplumumuzda azımsanamayacak kadar çoktur ve de çok tehlikelidir. Çünkü böyle tiplerdeki yüz sayısı ikiden az olmayacak şekilde çoktur.

Burada ben esas, yüzü maskeli derken, yaptığı makyajla yüzünü değiştiren tiplerden bahsetmek istiyorum. Niyetim makyaj yapanları eleştirmek değildir. Yapılmasına katılmamakla beraber kullananlara da saygı duyarım. Her konuda olduğu gibi makyajın kullanılmasında da ifrat ve tefritlerde olduğumuzu söylemek isterim.

Bir kurumda çalışırken -gibisi fazla- bir mankenle çalıştım. Giyim, kuşam, boy-bos, fizik kendini gösteriyordu. Bir gün lisede aldığı bir belgeyi getirdi. Fotokopi çekip aslını vermek istedim. Belgedeki fotoğrafa baktım. Bir de mevcut yüzüne baktım. Lise fotoğrafı şimdiki görüntüsüne pek benzemiyordu. Olabilir diye düşünmeden kendisi: “Ben birkaç defa estetik ameliyatı geçirdim” dedi. İşimi yaparken öyle mi dedim. Evrakın fotokopisini aldım, aslını kendisine takdim ettim. Birkaç ay sonra yaptığım bir toplantıda; başı öne eğik, sağına soluna bakmayan ve hiç söz alıp konuşmayan biri vardı. Saçlarıyla da yüzünü göstermemeye çalışıyordu. Birkaç defa söz verip cevap almak istedim. “Evet-hayır” cevapları aldım. Bir derdimi var diye soru sormak için yüzüne baktım. Görebildiğim kadarıyla yüz hattı itibariyle tanıdığım personelim değildi. Gerçekten şaşırıp kaldım. Toplantı bitimi yardımcıma paylaştım bu durumu.  “Hocam, ne olacak. Makyaj bu” dedi. Daha önceki görüntüsünün makyajdan ibaret olduğunu nihayet geç de olsa anladım. Bir makyaj bu kadar mı insanı değiştiriyordu. Bir bakışta derdini de anlamıştım. Niye başını kaldırıp konuşmadığını da. Makyajsız yüzünden utanıyordu. Allah kimseyi bu hale düşürmesin. İki gün boyunca kuruma makyajsız geldi. Kimseyle doğru dürüst konuşmadı. Kendi haline girdi çıktı.  Yüzü de hiç gülmedi. O gülen, şen şakrak kişiden eser kalmamıştı. İki gün boyunca hayatı kendine zindan ve zehir etmişti. Sonraki günler makyajıyla beraber kuruma arzı endam etmeye başladı. Huzur ve mutluluğu da yerine gelmişti. 

Gel zaman git zaman kurumda olmadığı gün tayin evrakını imzalatmak için kurum dışında evine yakın, bilinen bir yerde buluşmak için telefondan görüştük.  Ben araçta otururken yardımcım inip evrakı imzalattı. Ayrılmadan önce oturduğum yere gelerek “İyi günler efendim” dediğinde başımı kaldırıp selamını aldım. Yüz yine makyajsızdı. Vedalaşıp ayrıldık. Kendi kendime düşünmeye başladım. Demek ki makyajı dışarı çıkarken, işine giderken yapıyordu. Yani başkasına süsleniyordu, eşine değil.

Eskiden bir araç alacağımızda ilk önce kaportada boya var mı denirdi. Eğer boya varsa kolay kolay o aracı almak için yanaşmazdık. Çünkü orijinali bozulmuş kabul ederdik. Araçtaki çürük-çarığı kabul ederdik ama boyayı asla. Doğaldı hep tercihimiz.

Yine eskisi gibi konuşmamızda, hal ve hareketlerimizde, giyim ve kuşamımızda, görüntümüzde taktığımız ve kullandığımız maskeleri bir tarafa bıraksak ne iyi olur değil mi? Ne dersiniz? 


Açık büfe... "Ya benim canımı al, ya da midemi büyüt"

Şubat 2016'da  5 yıldızlı bir otelde 3 günlüğüne bir seminere katıldım. İçinizde izin ve tatil dönemlerinde  böylesi yerlere gideniniz vardır. Ben biraz gezme özürlüyüm. İlk defa katıldığımı söylesem ayıp olmaz sanırım.

Seminerimiz dolu dolu geçti. Otelde sunulan imkanlar her yönüyle 10 numaraydı. Hizmet ve imkanlar için söylenecek bir şey yok. Maliyet boyutu ise dudak uçuklatır cinsten. Bir arkadaş eşini de getirmek istedi. 3 günlüğüne her şey dahil 525 TL ücret talep etmiş firma. Bu da indirimli fiyatı ve sezon kış sezonu. Ya bir de yaz sezonu olsa, miktar ne kadar olur kim bilir? İki kişilik bir ailenin yol masrafı  ve diğer giderleri hariç sadece otele ödeyeceği  meblağ 1.050,00 TL. Söylenen miktar asgari ücretle çalışan bir işçinin neredeyse bir aylık aldığı maaşına tekabül ediyor. Fakir-fukaranın böylesi yerlerde tatil yapması mümkün değil maalesef. Asgari ücretli, bir ayda kazandığıyla bu tür yerlerde ancak 3 gün tatil yapabilir, eğer 27 gün aç-susuz kalmaya razı olursa tabii.

Ben esas lüks otellerdeki “Tam pansiyon”, “Açık büfe”, “Her şey dahil” kısmına işaret etmek istiyorum.  Eğer gittiğiniz otelde böyle bir seçenek varsa  kaldığınız otelin geceliği de o oranda artıyor. Tam pansiyon, açık büfe dedikleri  seçenekte tabir yerindeyse sadece ‘Kuş sütü’ eksik. Evlerimizde 2-3 kap yemekle öğün savarken, doya doya yerken lüks otellerde ise menüye konan yemeğin haddi  hesabı yoktur. Evlerimizde midelerimiz küçük de buralarda büyüyor mu? Yoksa evlerimizde doymadan mı kalkıyoruz? Aslında evlerimizde karnımızı tıka basa doyuruyoruz. Otellerde ise  her çeşidinden bir tane alınsa midenin istiap haddini doldurur, hatta geçeriz. Midemiz doyuyor sonunda. Ama gözümüz bir türlü doymuyor maalesef. Belki de mideyi daha da doldurmak için zorlarken ‘Ya Rabbi! Ya benim canımı al. Ya da midemi büyüt’ diye içimizden geçiririz.

Haydi Paramız var harcadık. Kime ne? Peki midemize yazık değil mi? Acıkmadan tekrar yemek... hem de tıka basa. Yeriz düşüncesiyle tabağı silme doldurup sonra yiyemeyip masada bırakmak. Yedikten sonra soluğu maden suyu aramada almak…  O kadar yediğimizi hazmetmek kolay mı sanırsınız. Mide, dile gelse bize ne der? Bir insana gücünün üzerinde yük yüklersek çatlar ölür. Ya midemiz ne yapacak? Midemiz bayram yapsın derken midemize eziyet ediyoruz. Hani acıkmadan oturmayacaktık. Doymadan kalkacaktık. Nerede kaldı midenin sağlığı…

Evimde yediğim bir kap yemekten aldığım lezzet ve tat, otelde yediğim sayısız çeşit yemekten daha lezzetli geldi bana. 3 gün yediğim envaiçeşit yemekten sonra evime geldiğimde evin menüsünde pırasa yemeği vardı. Ben yemek seçmem ama eğer bir tercih hakkım varsa pırasayı tercih etmem. Hatta hanıma dedim: Beni pırasa yemeği ile mi karşılıyorsun diye. Şunu samimiyetimle söylemeliyim: Yediğim pırasa bana oteldeki kuş sütünden başka eksiği olmayan diğer yemeklerden daha lezzetli geldi.

Bir de bu işin israf boyutu var. İsrafı nereye koyacağız. Evine ekmek götüremeyen milyonlarımız varken, biraz daha tasarruf yapayım diye fırınlardan bir gün önce kalan bayat ekmeği almak için fırın fırın dolaşan yüz binlerimiz varken bizim israf etmemizin kitapta yeri var mıdır? Soruları çoğaltabiliriz. Hayrettin KARAMAN’ın 04/07/2013 tarihinde www.hayrettinkaraman.net isimli web sayfasında “Açık büfe israfı” yazısını okumayanlarımızın okumasını, okuyanlarımızın tekrar okumasını isterim.

İşin garibi açık büfe, tam pansiyon otelleri seçip de oradaki israfa değinmeyenimiz yoktur. Fakat giden bir daha gidiyor. Gidip gelen öyle bir reklam yapıyor ki; gitmeyen, gitmek istemeyen de soluğu oralarda alıyor: İster gönüllü, ister gönülsüz; gerekirse borçlanarak.

Bu otel fiyatları daha aşağıya çekilebilir. Eğer yemekler tabldot usulü olursa. Hem fiyatlar daha düşük olur. Hem gözümüz hem de midemiz doyar. Hem de midemize yazık etmemiş oluruz. Ne dersiniz? Tercih; gezmek, tozmak isteyenlerin. 15/02/2016



Açık Lise Sınavları*

Milli Eğitim Bakanlığının bütçesi birçok bakanlığın bütçesinden daha fazladır.  Okumak isteyene devlet her türlü imkanı sunmaktadır. İster örgün olsun, ister yaygın.

Son yıllarda eğitimini açık lise vasıtasıyla yapmak isteyenlerin sayısı epeyce arttı. Kimi 12 yıllık eğitimin zorlaması, kimi   imkansızlıklar dolayısıyla, kiminin hedefi olmadığından, kiminin de hedefi olduğundan daha fazla çalışma imkanı elde etmek için açık liseyi tercih etmektedir. Devlet bu konuda da  kesenin ağzını açtı. Burada devletin eğitim alanında yaptığı diğer harcamalar üzerinde durmayacağım.

Açık liseye kayıt yaptıran her öğrenci bir yılda kayıt yaptırma  ücreti olarak 50 TL para yatırmaktadır. Bunun karşılığında devlet ders kitapları bastırmakta, yılda 3 defa sınav yapmaktadır. Her sınav 81 vilayette, ilçelerinde yapılmaktadır. Sınavı yapmak için Bakanlık sınav komisyonu oluşturup soru hazırlatmakta, soruları ve cevap kağıtlarını matbaaya bastırmakta. Her il ve ilçede yeterince sınav merkezi belirlemekte, soruların sınav merkezlerine götürülmesi için kurye ve nakliye bulma, her il ve ilçede yukarıdan sınav merkezine gelinceye kadar sınav komisyonları oluşturma, salon başkanı, gözetmen, hizmetli, polis vb görevlendirmeler  yapmaktadır.  Görev alan ve verilen herkese görev ücreti ödemektedir. Miktarını ve yekününü bilmeye gerek yoktur. Çünkü çok maliyetli sınavlardır bunlar. Devlet değil mi masraf yapacak diyebilirsiniz. Sonra eğitim ve öğretime verilen para geleceğimiz olan nesillerin yetişmesi içindir diyebilirsiniz. Benim de buna itirazım yok, elbette masraf ve maliyetler olacaktır ve olmalıdır da. Fakat atılan taş kurbağayı ürkütüyor mu? Sınav ciddiye alınıyor mu? Esas bunun üzerinde durmak gerekir. Derdimi tam anlatabilmek için konuyu  hafta sonu yapılan sınavla açıklamak istiyorum.

Bu hafta sonu bilindiği üzere açık lise sınavları yapıldı. 15 derslikli bir okulda 1.ve 2.oturumda görev alan bir dostum şu açıklamaları yaptı:

1.Sabah ve öğlenki sınavlarda 20’şer kişilik sınıflardan  ortalama 6-8 öğrenci sınava girmemiştir. Bu, sınava giren her  üç öğrenciden  biri girmemiş demektir.
2.Sınavın süresi 180 dakika. İlk yarım saat öğrenci çıkamıyor. İlk yarım saat bitince sınıfın yarısı sınavı bitirerek salonu terk etmiştir. Her biri, cevap kağıdına ayrı ayrı desen çizmişlerdir. Kimi “S”, kimi “Z”, kimi “elektrik direği, kimi “abcd,bcda,cdab” vb şekilde desen ya da atma yöntemi uygulamıştır.
3.Salon görevlileri geriye kalan 6-7 öğrenciye gözetmenlik yapmıştır.

Dostumun gözetmenlik yaptığı okuldaki durum üç aşağı, beş yukarı tüm Türkiye’deki sınav durumunu yansıtmaktadır. Devletin o kadar masrafla yaptığı sınava gereken ilgi ve ciddiyet gösterilmediği görülmektedir. Sınava girmeyenler için bir maliyet var mı? Hayır. Sınavdan erkenden çıkanların çizdikleri desenlerin bir maliyeti var mı? Hayır. Geriye her sınıfta ciddi olarak sınava asılan 6-7 öğrenci kalmaktadır. Yeni ücretlerle birlikte en düşük görevlinin ücreti 103.00 TL olduğunu düşünürsek sınavın maliyeti hakkında bilgi sahibi olabiliriz. Sınava girmeyen, hemen yapıp çıkmak için değişik desenler çizip çıkanlar tekrar tekrar sınav ve sınavlara girecektir.

Sınavlar yapılsın yapılmasına. Fakat belirli bir sürede bitiremeyenlere maliyetin bir kısmı yansıtılması gerekir. Ya da mazeretsiz sınava girmeyen öğrenci/velisine bir maliyet olmalıdır. Başka türlü biz bu işin ciddiyetini kavrayamayacağız. Biz parasız hiçbir şeyin kıymetini ve değerini bilmiyoruz. Kıymet bilinsin ve ciddiye alınsın istiyorsak vatandaş olarak cebimizi yakması gerekiyor. 02/01/2016

* Bu yazı Ocak 2016 da yapılan sınavın akabinde kaleme alınmıştır.