11 Nisan 2016 Pazartesi

Şehir içi dolmuşçuluğu


İşinize, gücünüze, gezmenize giderken hangi tür araçları kullanırsınız bilmem.  Ben belediye ulaşım araçlarını tercih ederim.. Bugün size otobüsle gider gelirken uzaktan gözlemlediğim şehir içi dolmuşlarıyla ilgili gözlemlerimi aktarmak istiyorum.

İşin acildir, bugün dolmuşa bineyim dersin.  Evliya gibi adamlar gerçekten. O her zaman son hız giden dolmuş sanki bir kağnı olur çıkar, yavaş yavaş hareket eder. Bindiğine bineceğine pişman olursun. Bazen de vaktin geniştir. Seyrede seyrede gideyim, vakit geçsin dersin. Rüzgar hızıyla giderler. Gideceğin yere seni erkenden bırakır geçer gider. Bazen el kaldırırsın, içi müsait olduğu halde durmaz. Çünkü yolda denetim vardır mutlaka. Ayakta yolcu almaz. Kurallara uyası gelmiştir bugün. Bazen de dolmuşun içi, koridoruyla beraber tıklım tıklımdır, bugün de çuval gibi dolduracaktır. Aldıkça alır. Araç dolu olduğu halde yolda el kaldıranları gördükçe ikide bir, “İnecek var mı” diye seslenir durur.

Kendilerine ayrılmış indi-bindi dolmuş duraklarını pek kullanmazlar. Her yer onlar için duraktır. Canı istediği zaman yolcuyu indirir, canı istemediği zaman burada durak yok, durak harici indi- bindi yasak der. Bazen  yolda sıkışıklık varsa ambulans gibi hareket eder. Nerede boş yer bulursa oraya girer. Yolcuyu gerekirse sol şeritte indirir.

El kaldıran yolcuyu görmek isterse görür, istemezse görmez. Hele elinde valiz ya da eşya varsa görünmeyen müşteri olursun. Hareket saatleri belediye otobüsünün önünden gelmek şeklindedir. Yolcu alma yerleri belediye otobüslerine ayrılmış durakların önüdür. Dolmuş ışıktan kalkar, otobüs durağının hemen önünde durur, otobüsün durağına yanaşabilmesi  için dolmuşun yolcusunu alıp hareket etmesi gerekiyor. Ne yolcu durağı geçince durur, ne de dolmuş arkamda otobüsü bekletiyorum diye düşünür. Bundan dolayı  ışıktan az sayıda araç geçebilir. Çoğu zaman sağ şerit tıkandığından arkasından gelen araçlar ikinci kırmızıyı beklemek zorunda kalabiliyor.

Bütün dolmuşçular böyledir iddiasında değilim. Gözlemlerimde yanılıyor da olabilirim. Dolmuşçuların iç hallerini bilmiyorum. Mutlaka onlar da ne zor şartlarda çalışıyorlardır.

Bazı hatalarda suç tamamen dolmuşçuların değil tabi. Yolcu otobüs durağının ilerisinde dursa trafik kilitlenmemiş olur. Yolcular: “ Sağda inebilir miyim, münasip bir yerde, müsait bir yerde, yolu atlayınca, ışığı geçince” şeklinde durak harici yerde inme-binme talebinde bulunmamalıdır. 10 metre önce inen birisinin ardından münasip bir yer diye seslenmemelidir. Biraz da yürümeyi göze almalıdır.
Otobüsü, dolmuşu hepsi kamu hizmeti yapmaktadır. Her biri rızık peşindedir. Otobüsün yolcusu farklı, dolmuşun müşterisi farklıdır. Arada hangisi denk gelirse binen yolcu tipleri vardır. Bu yolcu tipleri de bineceği yeri iyi seçmelidir. Trafik kilitlenmemelidir.

Dolmuşlar da bilinen rutin kontrol ve denetimin dışında iyi denetlenmelidir. Polis yasak savma babından işini yapma yoluna gitmemelidir. Bir trafik kontrolü olduğunda öndeki dolmuş hemen ardından çıkana haber vermektedir. Boşa kürek çekmemek gerekir. Denetimin ne zaman, nerede, ne şekilde olduğu hep sürpriz olmalıdır. Beklenmeyen yerde, beklenmeyen saatte yapılmalıdır.


İyi yolculuklar!... 10/04/2016

9 Nisan 2016 Cumartesi

Şehirlerimiz kötülükte milat olmasın *


Bir şehirde nahoş bir olay olmuş ise artık o şehirle yatar o şehirle kalkarız. Adı sanı pek duyulmayan şehir ülkenin bir numaralı gündemi haline geliverir. Bölge halkı şehirlerinin isminin çok geçmesine mi sevinsin ya da şehrin olayla birlikte zikredilip dillere pelesenk olmasına mı üzülsün?

Balıkesir’in bir Susurluk ilçesi var malumunuz. Bilmediğimiz bir ilçe iken 1996 yılında ilçe sınırları içerisinde meydana gelen bir trafik kazası ilçeyi, ülkenin ve dünyanın gündemine taşıdı. Çünkü araçta bulunan şahıslar: Devlet-siyaset-mafyayı temsil ediyordu. Yıllarca konuşuldu, “Aydınlık için bir dakika karanlık” eylemleri yapıldı. Devlet şeffaflaşacak dendi.  Adına raporlar hazırlandı. Sonuç,  sıfır elde var sıfır. Ayranıyla meşhur ilçemiz ismi geçince bilinçaltımızda başka çağrışımlar yapıyor artık.

Şimdilerde gündemde Karaman'daki cinsi sapık olayı var. Herkesin güvenini kazanmış bu sapık, parmak kadar masum çocuklara taciz etmiş. Karaman'la yatıyor, Karaman'la kalkıyoruz artık. Siyasiler, gazeteciler, köşe başlarını tutmuş yetkililer görsel ve yazılı medyada suçlu arıyor, suçlu ararken de birbirlerini suçluyorlar. Bisküvisi ile meşhur  Anadolu'nun bu şehri ne ile anılır hale geldi. Karaman Karaman olalı böyle eziyet görmedi dense yeridir. Lokal bir olayı irdeleyeceğiz diye şehrin adını zikrederek şehirleri kirletiyoruz. Yapılması gereken, bundan sonra böyle mağduriyetlerin yaşanmaması için ne gibi tedbirler almalıyız sorusuna cevap aramak olmalıdır. Bu olay ulu orta konuşulmaya devam ettikçe en fazla incinen/ler her gün ölmeye devam edecektir. Bir anlık rezillik yapmaya ömrümü veririm modundaki beyni uçkuruna bağlı sapık, içeride devlet gözetiminde vezirliğini yaşıyor. Onun attığı bir taşı bir şehir, koca bir ülke çıkaramıyor. 

Böyle iç karartan  olaylar olduğu zaman aklıma bir fıkra gelir: “Papazın biri kilisede kürsüye çıkar. Garibim vaaz verirken sesli bir şekilde yellenir. Cemaatinin karşısında mahcup olur. Toplum içerisine giremez. Sonunda kararını verir. Çok sevdiği memleketini terki diyar eder. 10 yıl başka şehirlerde ikamet eder. Unutulmuştur artık diyerek gözünde tüten memleketine geri gelir. Şehrin girişinde 12 yaşlarında bir çocuk vardır. Beldesi hakkında biraz nabız yoklamak amacıyla çocukla konuşmaya karar verir: Yavrum! Adın ne senin, kimin oğlusun, kaç yaşındasın der. Çocuk: Adım Hans, bakkalın oğluyum, papazın yellenmesinden 2 yıl sonra doğmuşum” cevabı verir. Yellenmesinin milat kabul edildiğini gören papazın dertleri yeniden depreşir böylece. 2013 yılında da Papa, Vatikan’da ayyuka çıkan seks skandallarıyla ilgili olarak sağlığını gerekçe göstererek istifa etmek zorunda kalmıştı. Vatikan’daki bu menfur skandal beterin beteri var dedirtti herkese.

Karaman’daki çocuk istismar olayı ise maalesef yellenmenin de ötesine geçerek adam üstüne pislemiş, pisliğini de etrafına bulaştırmış. Kokusu kolay kolay gitmeyecek şekilde etrafı kokutmaya devam edeceğe benziyor.  Her Karaman zikredilişinde bu olay çağrışım yapacak maalesef. Orada meskun mahal olan yaşıtı her çocuğu gördüğümüzde acaba, bu çocuk mu sorusu aklımıza gelecek…Ben üzülüyorum gerçekten böylesi vuku bulan olayların dillerde pelesenk olmasına. Çünkü eşekten düşen başkası, ocağı  sönen başkası, hayatı kararan başkası. Bizimkiler yara sarmaktansa hamasi duygularla türkü çağırmaya devam ediyor.


Büyükler, gelin çocuklar üzerinden kavga etmeyelim. Bu çocuklara iyi bir gelecek hazırlamak için el birliğiyle hareket edelim. Birbirimize saldırıp yaralamayalım. Yeniçeri gibi kelle avcılığı yapmayalım. İhmali olan varsa temize çıkarmaya çalışmayalım. Kötülüğe giden yolları tıkayalım hep birlikte. Üstelik böylesi olaylarla şehirlerimiz de lekeleniyor. Peki, olayları nasıl isimlendirelim dersen, elinin körü derim. Şehirlerimiz temiz kalsın, adına ne dersen de… 11/04/2016

14/04/2016 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

8 Nisan 2016 Cuma

Talkın-salkım meselesi

Bir seneyi aşkın bir zamandır Cuma namazlarını aynı camide kılarım genelde. Hutbeden sonra kılınan Cuma namazında hocamız birinci rekatta Asr süresini, ikinci rekatta da İhlas süresini okuyor hep.  Hakkını yemeyelim, bir defasında farklı okumuştu. Bu güne kadar hep aynı süreleri okuduğunda vardır bir hikmeti dedik, farklı okuduğunda da vardır bir hikmeti dedik.

Bugün namaza daha erken gittim. Her zamanki gibi vaaz veriyordu. Kendimi verilen vaaza kaptırdım. Hocamız: “Süreleri ezberleyelim, sadece kısa süreleri ezberlemeyelim, uzun süreleri de ezberleyelim, uzun ayetleri de öğrenelim. Namazda sadece kısa süreleri, aynı süreleri okumayalım” dedi. Az sonra ezan okundu. Fatiha diyerek Cuma namazına başladık. Hutbe irad edildi. Farz namaza geçildi. Merakla bekledim. Zam’ı süre olarak ne okuyacak diye. Çünkü kendisi hep kısa ve aynı süreleri okuyordu her Cuma namazında. Sanırım öz eleştiri yaptı. Bundan sonra farklı süre okuyacak diye bekledim. Nerdeee? Hocamız yine birinci rekatta Asr, ikinci rekatta da İhlas süresini okumaz mı?

Yıllar öncesinde bir caminin cemaati hep aynı süreleri okuyan imamları için “Bıktık şu İnnâ a’taynâ ile gulhü’den demişlerdi. Bizim bıktığımız falan yok sadece çelişki dikkatimi çekti.

Be mübarek oldu mu şimdi yaptığın? Hangi süreyi okursan oku, biz zaten alışmıştık o iki küçük süreye. Camide senin vaazını dinleyen cemaat var. Kendi kendini niye bağlıyorsun? Yoksa vaaz yaparken okuduğun metnin, cümlelerin nereye gideceğini düşünemedin mi? Yoksa vaazda ne söylediğini hatırlamıyor musun? Yoksa zaten cemaat  dinlemiyor diye konuşmuş olmak için mi konuştun ya da okudun? Sakın bana vaazda okuyacağım yere bakmamıştım, ne yazdığını da bilmiyordum deme.


Bu senin yaptığına ne denir biliyor musun? “Ele verir talkını, kendi yutar salkımı.” Sonra mübarek insan, “Niçin yapmayacağın şeyi söylüyorsun?” Keşke bugün bari farklı ayet veya süre okusaydın…

 Buradan anlayacağımız "Senin dediğini yapacağız ama gittiğin yoldan gitmeyeceğiz." Allah hayrını versin emi senin!.. 08/04/2016