6 Nisan 2016 Çarşamba

Günde Kaç Kilo Süt Veriyoruz?*

Sıra dışı bir valimiz vardı: Rahmetli Recep YAZICIOĞLU.  Bir holdingin etkinliğine davetli olarak Konya’ya gelmişti. Sunucu: “Değerli devlet ve siyaset adamı Recep YAZICIOĞLU’nu konuşmasını yapmak üzere kürsüye davet ediyorum” şeklinde anonsunu yaptı.

Rahmetli eline mikrofonu aldı: “Ben siyasetçi değilim. Devlet adamıyım. Değerli miyim, değil miyim bilmem ama ben size devlet adamının durumunu  şöyle  anlatayım: İneğin biri günlük 40 kilo süt veriyormuş. Yetkililer ineğe gelip: ‘Biz seni devlet üretim çiftliğine alalım’ demişler. Günlük 40 kilo veren inek 4 kilo vermeye başlayınca, yetkililer: ‘İnek ne oldu sana? 40 kilodan indin geldin 4 kiloya. Bunun sebebi hikmeti nedir’ demişler. İnek: ‘Ben artık kadrolu oldum’ cevabı vermiş” şeklinde anlattığı fıkrayla  stadı kahkahaya boğmuştu.

Fıkradır gülünecek elbet. Fıkraların bir özelliği, güldürürken düşündürmek. Devlette çalışanların durumunu anlatmak için fıkra abartılmış. Bildiğim kadarıyla hiçbir inek günlük 40 kilo süt vermez. İnek üzerinden anlatılan bu fıkrada gerçeklik payı yok mu? Maalesef var. Yanlış anlaşılmaya mahal vermemek için görevini layıkıyla yapmaya çalışan devlet görevlilerini tenzih ederim. Sayıları az da olsa var.

Şimdi elimizi vicdanımıza koyalım. Eğri oturup doğru konuşalım. Hangi devlet kurumuna gidersek gidelim görüntü itibariyle herkes hummalı bir çalışma içerisinde. Her birinin önünde bir bilgisayar. Peki üretilen katma  değer nedir? Devlette çalışıp da sırtı terleyenin sayısı ne kadardır? Devlete katkımız var mı? Bir an için düşünelim: Kendimiz devlet olsak kendimize iş verir miyiz? Biz orada çalışmazsak işler aksıyor mu? Ya işimize ya da mesaiye riayetimiz ne kadardır? Devlette çalışanın yaptığı devamsızlığı özel sektörde yapabilir miyiz?

Yıllar öncesi bir personelim 4 günlük bir mazeret izni talebiyle geldi. Sebebini sorduğumda “Bizim oralarda şimdi hasat mevsimi. Ben yıllık mazeret  hakkımı hep bu mevsimde kullanırım" dedi. Ailene yardım edecek yok mu” dediğimde, “Ben manevi destek olarak yanlarında olup katkıda bulunacağım.” dedi. Mazeret izni bir hak mı dedim. “Evet” dedi. Buradaki görevin ne olacak, burası mağduriyet yaşayacak dediğimde sessiz kaldı. Bildiğim kadarıyla eşin özel sektörde çalışıyor. Eşiniz kurumundan 4 gün izin alabilir mi dedim. “Alamaz” dedi. Peki alırsa ne olur deyince, “Ya işine son verirler, ya da  Milli Eğitime gönderirler” dedi.  O zaman devlette de özel sektör mantığıyla çalışmak gerekir dedim. Devlete ait her kurum böyledir iddiasında değilim. Her çalışan hep böyledir demiyorum. Maalesef genel itibariyle durumumuz budur. Madem fıkra ile başladık, yine fıkra ile bitirelim yazımızı:

Bir İngiliz, bir Fransız bir de Türk çocuğu kendi aralarında “Kimin babası daha hızlı” tartışması yaparlar.

İngiliz: “-Benim babam daha hızlıdır. Çünkü 100 metreyi 5 saniyede koşar” der.

Fransız: “-Benim babam daha hızlıdır. Silahı ateşler, mermi hedefine varmadan diğer eliyle yakalar” der.

Türk: “-Benim babam daha hızlıdır. Babam devlet hastanesinde çalışır.  Saat 5’de mesaisi biter. 3’te evde olur” cevabı verir.

Her nerede çalışırsak çalışalım; işini, gücünü layıkıyla yapanlar olmamız temennisiyle...

Sahi ne kadar süt veriyoruz günlük...?

Zülfüyâra dokunmuşsam af ola. 06/04/2016
*09/04/2016 tarihinde Anadolu’da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

5 Nisan 2016 Salı

Çocuğumuza hangi ismi verelim?

Çocuğumuz doğduğunda ilk görevlerimizden biri de isim vermedir ona.  Çoğu zaman düşünürüz güzel bir isim vermek için. Genelde  isim vermede mahalle baskısından kurtulamayız. Kimi zaman da farklı isim olacak diye nereden ne koyacağız diye düşünür dururuz. Sonunda garip bir isim buluruz. Nedense bazı  isimler cuk otururken bazıları da sırıtıp kalıyor.

Kimi ebeveyninin ismini, kimi büyükbaba, büyükannesinin ismini  gönülden verir. Kimi “Başkası ne der” düşüncesiyle büyüklerinin ismini gönülsüz  verir. Huyunu suyunu beğense de beğenmese de  isim verme konusunda aile isimlerinin dışına çıkılmıyor. Kimi de yanına başka bir isim ilave etmek suretiyle çift isim veriyor. Bu çift ismin de çoğu zaman teki kullanılır. Diğeri kullanılmaz. Bazısı da çocuğuna kendi ismini veriyor. Kendine aşık olduğu gibi adına da aşık. Çocuğunun adı Mehmet, kendi adı Mehmet, babasının adı Mehmet, dedesinin adı Mehmet. Yani Mehmet oğlu Mehmet. İsim kıtlığı çekiyor belli.

Bazı ailelerde ise , Yeter, Songül, Döndü, Döne vb isimler dikkat çeker. Bu isimleri görür görmez ailenin en küçüğü müsün diye bir soru sorsan genelde yanılmazsın. Geçen gün kurumuma bir misafirim geldi. Tanışma esnasında  adının Yeter olduğunu öğrendim. İsminden memnun olup olmadığını sordum. “ Benden öncekiler hep kız olmuş, bana da Yeter (artık) demişler. Uzun süre ismimi mesele yaptım. “ dedi.  Mahkeme kanalıyla değiştirebilirsin dedim. “Yaşım 25 oldu, artık alıştım”  cevabı verdi.

Bazımız da vereceğimiz isim illa Kur’an da geçmeli  ve farklı olmalı  düşüncesiyle anlamına bakmadan bulduğu her ismi koyuyor: “Kezban, Ceylin, Aleyna, Sündüs”  vb gibi. Bazımız ay isimleri veriyor: “Ramazan, Recep, Şaban, Muharrem, Şevval, Ocak, Eylül vb. Bazımız eski kökenine gidip “ Timuçin, Olcaytü, Kürşat vb. Bazımız çocuğumuza siyasi bir liderin ismini veriyor. Çocuk büyüyünce çoğu zaman o siyasi lidere zıt bir düşüncenin sahibi olabiliyor.

Bazımız bir sahabi ismi veriyor. Tanıdığım biri çocuğuna Müslüman komutanlardan Usame’nin adını vermişti. Bir zaman geldi Usame bin Ladin  ortaya çıkınca arkadaşları “Ladin” diye çağırmaya başlamışlar. Aile ilk iş olarak mahkeme kararıyla çocuğun adını değiştirmek zorunda kaldı. Böyle talihsizlikler de olabiliyor.

Kimsenin çocuğuna verdiği isimle ilgili bir derdim yok. Herkes çocuğuna istediği ismi verebilir. Bizim toplumumuzda bir insanı hiç tanımadan ismi dolayısıyla hakkında kanaat belirtebiliyoruz çoğu zaman. Bir zaman bir ast subay ile tanışmıştım. Adı da Dehlevi idi. Çok rastlamadığım bir isim olduğundan ismi üzerine biraz konuşmuştuk. Garibimin -isminden dolayı- güvenlik soruşturması 6 ay sürmüş. Yine bir eğitim yönetimi seminerinde Rubil isminde bir kursiyer vardı. İsmini gören anlamını soruyordu. Garibim, “Bu yaşıma geldim, her dile baktım, anlamını bulamadım” dedi. Senin ismin Arapça dedim. “Ben ona da baktım, yok” dedi. İsminin Arapça bolluk, bereket anlamına geldiğini söyleyince adamın sevinci görülmeye değerdi gerçekten. Niye sevinmesin 35 yaşından sonra isminin ne anlama geldiğini öğrenmişti ne de olsa.

Toplumda aynı adı taşıyan isimlerden mümkün olduğu kadar kaçınılmalıdır. Bir yerde oturuyorsun. İleriden biri Ramazan diye sesleniyor. Aynı anda 4 kişi birden bakıyor: Bana mı diyor diye. Hele bir ailede babanın adı Ahmet ise ne kadar oğlu varsa, ne kadar kızı varsa kendi babasının adını veriyor. Kim geldi desen Ahmet geldi. Ardından hangi Ahmet demek zorunda kalıyorsun, kim olduğunu bilmek için.

İsim kişinin alameti farikasıdır. Anlamı uygun olmalı, siyasi vb çağrışımlar yapmamalı, söylenişi kolay ve kısa olmalıdır. Kolay telaffuz edilebilmelidir.. Farklı yazılmaya müsait isimlerden de kaçınmak gerekir. Mesela çocuğunuza Alaaddin ismi verdiniz: Aleaddin, Alaeddin, Alettin, Alâeddin, Alaattin…vs. Gördüğünüz gibi ben bir kısmını yazdım. Seç beğen. Farklı farklı yazım şekli çıkar karşınıza.

Biz hangi ismi verirsek verelim. Hangi düşüncede olursak olalım. İleride bu ismi kullanacak, ismiyle müsemma olacak olan çocuğumuzdur. Farklı anlamlara gelen, farklı yerlere çekilebilen, yazım hatası riski fazla olan isimlerden kaçınmamızda fayda var diye düşünüyorum. Bir de isim vermede kararı anne  ve babaya bırakmak lazım. 

İsim verelim vermeye de, verdiğimiz isimle çocuğumuz ömür boyu uğraşmasın. Karar sizin… 05/04/2016


4 Nisan 2016 Pazartesi

İmza sirküleri

Fakültede okurken bir hocamız yoklama yapmazdı. Onun dersi ilk saatlerde bile olsa koşa koşa giderdim. Diğer öğretim görevlileri isim isim yoklama yapardı. Yoklama almayan hocanın amfisi ya da sınıfı dolu olurdu. Diğerlerinki ise zorunlu olduğundan devamsızlık hakkımızı da sonuna kadar kullanırdık.

Yoklama almayan öğretim görevlisine, "Hocam siz niye yoklama almıyorsunuz" derdik. O da: "Yıllar önce yoklama almamı istediler, elime de bir isim listesi tutuşturdular. Yoklamayı yapıp listeyi vermeye gittiğimde, "Tamam hocam gerek kalmadı" demişler. Bu duruma moralim bozuldu. "Bir daha benden yoklama listesi falan beklemeyin dedim. Ondan beri de yoklama almıyorum" dedi.

Okul bitti göreve başladık: Konferans, seminer, panel, toplantı ne varsa mutlaka imza sirküsü olur. Ya sıra ile dolaşır, ya girerken imzalanır, ya da çıkarken.  Bazen de imza sirküsü imzalanıp kaldırılmış olur. Az geç gelen imza sirküsü ne zaman gelecek diye sağına soluna bakar durur. Çünkü toplantıya geldiğini ispatlamanın yolu imzadır. İmzan yoksa yapılan etkinliğe katılmadın anlamına gelir. Amirin katılmama nedenini resmi yazıyla senden ister. Eğer önemli bir mazeretin olmazsa, belge sunamaz isen hakkında inceleme, gerektiğinde soruşturma açılması için mülki amirden onay alınarak iki muhakkik marifetiyle ifaden alınır.

Aylar önce bir toplantıya katılmadığım tespit edildiğinden ifadem istendi. Halbuki toplantıya katılmıştım. Bünyemizde iki ayrı kurum olduğundan bir tanesini imzalayıp diğerini imzalamamışım. Çünkü her sirküde ismimin karşısında iki kurum da işaretli olunurdu. Bu sefer ise her kurum için ayrı ayrı isim açılmıştı. İmza sirküsü geldiğinde hem bir taraftan ismini bulmaya çalışacaksın. İsmini bulur bulmaz da imzalayıp yanındakine vermek için acele etmen gerekiyor. Bir de imzalamak için yanında ayakta bekleyenler var. Hasılı iki yerde açılan ismimin biri imzalanmış, diğeri imzalanmamış. Bu yüzden katılmama gerekçem soruldu... Bazen de toplantı bilgisi gelmeden falan toplantıya niçin katılmadınız şeklinde de yine sorguya tabi tutulduğumuz olabilmektedir.

Öğretmenlerin haziran ve eylül aylarında iki haftalık seminerleri olur. Mutlaka yine imzalar alınır. Şubat ayında 5 yıldızlı bir otelde seminere alındım. Orada da yine imza sirküsü alındı. Yani MEB'de varlığının ispatı imzadır.

Bugün "Madde Bağımlılığı" ile ilgili bir seminere katıldım. Seminerin ikinci oturumu başlayacak iken imza sirküleri ortaya çıktı. Bir an evvel imza atmak için katılımcıların sirkü etrafında bekleşmeleri, konuşmaları, konuşmacının ahengini bozdu. İmzasını atanın çoğu da dinlemeden çekti gitti. Güzel bir görüntü oluşmadı maalesef. Pekala o konuşmacının yerinde bizlerden biri olabilirdi o kürsüde. Nedense başkasından empati isteyen bizler bazen  karşımızdakini kendimiz yerine koymayı unutuyoruz.

Milli Eğitim camiası dışında böyle bir imza sirküsü var mı acaba? Merak ettim doğrusu. Gelen gelmeyen belirlenecekse bunun artık bir başka yolu bulunmalı. Sonra zorla güzellik olmuyor. Dinlemek istemeyene  verilebilecek bir şey yoktur zaten. Gelir imzasını atar gider. Çıkardığı gürültü de cabası.

Var mı bir teklifi olan? Siz olsanız imza sirküsünün yerine neyi koyardınız?  04/04/2016