5 Nisan 2016 Salı

Çocuğumuza hangi ismi verelim?

Çocuğumuz doğduğunda ilk görevlerimizden biri de isim vermedir ona.  Çoğu zaman düşünürüz güzel bir isim vermek için. Genelde  isim vermede mahalle baskısından kurtulamayız. Kimi zaman da farklı isim olacak diye nereden ne koyacağız diye düşünür dururuz. Sonunda garip bir isim buluruz. Nedense bazı  isimler cuk otururken bazıları da sırıtıp kalıyor.

Kimi ebeveyninin ismini, kimi büyükbaba, büyükannesinin ismini  gönülden verir. Kimi “Başkası ne der” düşüncesiyle büyüklerinin ismini gönülsüz  verir. Huyunu suyunu beğense de beğenmese de  isim verme konusunda aile isimlerinin dışına çıkılmıyor. Kimi de yanına başka bir isim ilave etmek suretiyle çift isim veriyor. Bu çift ismin de çoğu zaman teki kullanılır. Diğeri kullanılmaz. Bazısı da çocuğuna kendi ismini veriyor. Kendine aşık olduğu gibi adına da aşık. Çocuğunun adı Mehmet, kendi adı Mehmet, babasının adı Mehmet, dedesinin adı Mehmet. Yani Mehmet oğlu Mehmet. İsim kıtlığı çekiyor belli.

Bazı ailelerde ise , Yeter, Songül, Döndü, Döne vb isimler dikkat çeker. Bu isimleri görür görmez ailenin en küçüğü müsün diye bir soru sorsan genelde yanılmazsın. Geçen gün kurumuma bir misafirim geldi. Tanışma esnasında  adının Yeter olduğunu öğrendim. İsminden memnun olup olmadığını sordum. “ Benden öncekiler hep kız olmuş, bana da Yeter (artık) demişler. Uzun süre ismimi mesele yaptım. “ dedi.  Mahkeme kanalıyla değiştirebilirsin dedim. “Yaşım 25 oldu, artık alıştım”  cevabı verdi.

Bazımız da vereceğimiz isim illa Kur’an da geçmeli  ve farklı olmalı  düşüncesiyle anlamına bakmadan bulduğu her ismi koyuyor: “Kezban, Ceylin, Aleyna, Sündüs”  vb gibi. Bazımız ay isimleri veriyor: “Ramazan, Recep, Şaban, Muharrem, Şevval, Ocak, Eylül vb. Bazımız eski kökenine gidip “ Timuçin, Olcaytü, Kürşat vb. Bazımız çocuğumuza siyasi bir liderin ismini veriyor. Çocuk büyüyünce çoğu zaman o siyasi lidere zıt bir düşüncenin sahibi olabiliyor.

Bazımız bir sahabi ismi veriyor. Tanıdığım biri çocuğuna Müslüman komutanlardan Usame’nin adını vermişti. Bir zaman geldi Usame bin Ladin  ortaya çıkınca arkadaşları “Ladin” diye çağırmaya başlamışlar. Aile ilk iş olarak mahkeme kararıyla çocuğun adını değiştirmek zorunda kaldı. Böyle talihsizlikler de olabiliyor.

Kimsenin çocuğuna verdiği isimle ilgili bir derdim yok. Herkes çocuğuna istediği ismi verebilir. Bizim toplumumuzda bir insanı hiç tanımadan ismi dolayısıyla hakkında kanaat belirtebiliyoruz çoğu zaman. Bir zaman bir ast subay ile tanışmıştım. Adı da Dehlevi idi. Çok rastlamadığım bir isim olduğundan ismi üzerine biraz konuşmuştuk. Garibimin -isminden dolayı- güvenlik soruşturması 6 ay sürmüş. Yine bir eğitim yönetimi seminerinde Rubil isminde bir kursiyer vardı. İsmini gören anlamını soruyordu. Garibim, “Bu yaşıma geldim, her dile baktım, anlamını bulamadım” dedi. Senin ismin Arapça dedim. “Ben ona da baktım, yok” dedi. İsminin Arapça bolluk, bereket anlamına geldiğini söyleyince adamın sevinci görülmeye değerdi gerçekten. Niye sevinmesin 35 yaşından sonra isminin ne anlama geldiğini öğrenmişti ne de olsa.

Toplumda aynı adı taşıyan isimlerden mümkün olduğu kadar kaçınılmalıdır. Bir yerde oturuyorsun. İleriden biri Ramazan diye sesleniyor. Aynı anda 4 kişi birden bakıyor: Bana mı diyor diye. Hele bir ailede babanın adı Ahmet ise ne kadar oğlu varsa, ne kadar kızı varsa kendi babasının adını veriyor. Kim geldi desen Ahmet geldi. Ardından hangi Ahmet demek zorunda kalıyorsun, kim olduğunu bilmek için.

İsim kişinin alameti farikasıdır. Anlamı uygun olmalı, siyasi vb çağrışımlar yapmamalı, söylenişi kolay ve kısa olmalıdır. Kolay telaffuz edilebilmelidir.. Farklı yazılmaya müsait isimlerden de kaçınmak gerekir. Mesela çocuğunuza Alaaddin ismi verdiniz: Aleaddin, Alaeddin, Alettin, Alâeddin, Alaattin…vs. Gördüğünüz gibi ben bir kısmını yazdım. Seç beğen. Farklı farklı yazım şekli çıkar karşınıza.

Biz hangi ismi verirsek verelim. Hangi düşüncede olursak olalım. İleride bu ismi kullanacak, ismiyle müsemma olacak olan çocuğumuzdur. Farklı anlamlara gelen, farklı yerlere çekilebilen, yazım hatası riski fazla olan isimlerden kaçınmamızda fayda var diye düşünüyorum. Bir de isim vermede kararı anne  ve babaya bırakmak lazım. 

İsim verelim vermeye de, verdiğimiz isimle çocuğumuz ömür boyu uğraşmasın. Karar sizin… 05/04/2016


4 Nisan 2016 Pazartesi

İmza sirküleri

Fakültede okurken bir hocamız yoklama yapmazdı. Onun dersi ilk saatlerde bile olsa koşa koşa giderdim. Diğer öğretim görevlileri isim isim yoklama yapardı. Yoklama almayan hocanın amfisi ya da sınıfı dolu olurdu. Diğerlerinki ise zorunlu olduğundan devamsızlık hakkımızı da sonuna kadar kullanırdık.

Yoklama almayan öğretim görevlisine, "Hocam siz niye yoklama almıyorsunuz" derdik. O da: "Yıllar önce yoklama almamı istediler, elime de bir isim listesi tutuşturdular. Yoklamayı yapıp listeyi vermeye gittiğimde, "Tamam hocam gerek kalmadı" demişler. Bu duruma moralim bozuldu. "Bir daha benden yoklama listesi falan beklemeyin dedim. Ondan beri de yoklama almıyorum" dedi.

Okul bitti göreve başladık: Konferans, seminer, panel, toplantı ne varsa mutlaka imza sirküsü olur. Ya sıra ile dolaşır, ya girerken imzalanır, ya da çıkarken.  Bazen de imza sirküsü imzalanıp kaldırılmış olur. Az geç gelen imza sirküsü ne zaman gelecek diye sağına soluna bakar durur. Çünkü toplantıya geldiğini ispatlamanın yolu imzadır. İmzan yoksa yapılan etkinliğe katılmadın anlamına gelir. Amirin katılmama nedenini resmi yazıyla senden ister. Eğer önemli bir mazeretin olmazsa, belge sunamaz isen hakkında inceleme, gerektiğinde soruşturma açılması için mülki amirden onay alınarak iki muhakkik marifetiyle ifaden alınır.

Aylar önce bir toplantıya katılmadığım tespit edildiğinden ifadem istendi. Halbuki toplantıya katılmıştım. Bünyemizde iki ayrı kurum olduğundan bir tanesini imzalayıp diğerini imzalamamışım. Çünkü her sirküde ismimin karşısında iki kurum da işaretli olunurdu. Bu sefer ise her kurum için ayrı ayrı isim açılmıştı. İmza sirküsü geldiğinde hem bir taraftan ismini bulmaya çalışacaksın. İsmini bulur bulmaz da imzalayıp yanındakine vermek için acele etmen gerekiyor. Bir de imzalamak için yanında ayakta bekleyenler var. Hasılı iki yerde açılan ismimin biri imzalanmış, diğeri imzalanmamış. Bu yüzden katılmama gerekçem soruldu... Bazen de toplantı bilgisi gelmeden falan toplantıya niçin katılmadınız şeklinde de yine sorguya tabi tutulduğumuz olabilmektedir.

Öğretmenlerin haziran ve eylül aylarında iki haftalık seminerleri olur. Mutlaka yine imzalar alınır. Şubat ayında 5 yıldızlı bir otelde seminere alındım. Orada da yine imza sirküsü alındı. Yani MEB'de varlığının ispatı imzadır.

Bugün "Madde Bağımlılığı" ile ilgili bir seminere katıldım. Seminerin ikinci oturumu başlayacak iken imza sirküleri ortaya çıktı. Bir an evvel imza atmak için katılımcıların sirkü etrafında bekleşmeleri, konuşmaları, konuşmacının ahengini bozdu. İmzasını atanın çoğu da dinlemeden çekti gitti. Güzel bir görüntü oluşmadı maalesef. Pekala o konuşmacının yerinde bizlerden biri olabilirdi o kürsüde. Nedense başkasından empati isteyen bizler bazen  karşımızdakini kendimiz yerine koymayı unutuyoruz.

Milli Eğitim camiası dışında böyle bir imza sirküsü var mı acaba? Merak ettim doğrusu. Gelen gelmeyen belirlenecekse bunun artık bir başka yolu bulunmalı. Sonra zorla güzellik olmuyor. Dinlemek istemeyene  verilebilecek bir şey yoktur zaten. Gelir imzasını atar gider. Çıkardığı gürültü de cabası.

Var mı bir teklifi olan? Siz olsanız imza sirküsünün yerine neyi koyardınız?  04/04/2016



Gelin Birlik Olalım *

Bildiğiniz gibi Diyanet İşleri Başkanlığı, Kutlu Doğum haftası etkinlikleri çerçevesinde 2011 yılından beri her yıl belli bir konuya dikkat çekmek için bir tema belirlemektedir.  Bu yıl 14-20 Nisan tarihleri arasında işlenmek üzere DİB tarafından belirlenen konu: "Tevhit ve Vahdet Gelin Birlik Olalım". Öncelikle her zamankinden daha fazla ihtiyacımız olan böyle bir konuyu seçtikleri için Diyanet camiasını ve fikir babasını tebrik ve teşekkür  ediyorum.

Cümlede geçen kelimelere bakalım: Tevhit, vahdet, birlik... Biz bu kelimelere çok hasret kaldık. Bizim  bulunmayan yitiğimiz artık. Çölde serap görme gibidir bizdeki birlik arayışı.  Çoğu zaman Allah'ın bir ve tek kabul edilmesi anlamına gelen  tevhidimize şirk, vahdetimize nifak ve fesat bulaşmış, birliğimizin temeline dinamit konmuştur. Hani biz "Bir binanın tuğlaları gibiydik." Yine biz, "Allah, kendi yolunda kenetlenmiş bir yapı gibi saf bağlayarak savaşanları sever."(1) ayetinin muhatabı idik. Yine biz, "Eğer müminlerden iki gurup birbirleriyle vuruşurlarsa aralarını düzeltin. Şayet biri ötekine saldırırsa, Allah'ın buyruğuna dönünceye kadar saldıran tarafla savaşın. Eğer dönerse artık aralarını adaletle düzeltin ve (her işte) adaletli davranın. Şüphesiz ki Allah, âdil davrananları sever. Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah'tan korkun ki esirgenesiniz."(2) olacaktık. Hatta biz, "Mü'minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar."(3) şeklinde özellikleri belirtilen kişiler olacaktık. Aramıza kara kediler girdi. Filistin-İsrail gibi olduk. Kıyamete kadar sürecek kan davaları oluşturduk aramızda. Bölünmüşlükleri dolayısıyla bir zamanlar Ortaçağ’ı yaşayan Avrupa bir araya gelme sonucunda bu gün altın çağını yaşıyor. Biz ise altın çağdan Ortaçağ’ı yaşıyoruz asırlardır. Hani Avrupa’yı taklit ediyorduk. Taklidimiz de sahte anlaşılan. Onlardaki bir araya gelmeyi esas alsak biz aramızda vahdeti sağlarız yeniden...

2003 ya da 2004 yılı olsa gerek. "Kur'an ve İnsan" konulu bir konferans vermek için Adana'ya Engin NOYAN gelmişti. İçerik olarak kitabımızdan ne kadar uzak yaşadığımıza değindi. Bir de başından geçen bir anekdotunu anlattı: "Bir Avrupa ülkesine konferansa gitmiştim. Beni hava alanından aldılar. Yolda giderken 'Namaz geçiyor, şu camide namaz kılayım' dedim mihmandarıma. 'O cami falanların' dedi. Az sonra 'İşte bir cami daha burada kılalım' dedim. 'Orası da şunların' dedi. Yol üzerinde ne kadar cami göstermişsem hepsine  -ci, -cu eklenerek bir grubun ismi söylendi. En sonunda, 'Yahu Müslümanlara ait bir cami yok mu' dedim" şeklinde durumumuzu açıklamıştı.

29/03/2016 akşamı ÖĞ-DER tarafından düzenlenen konferansa konuşmacı olarak davet edilen İngiltere Eski Başbakanı Tony Blair'in -5 yıl önce Müslüman olmuş- baldızı, gazeteci-yazar Lauren BOOTH'a, "İslam dünyasının en büyük sorunu sizce nedir" diye bir soru soruldu. "Müslümanların birlik sorunu vardır. Bölünmüş toprak parçaları gibi insanlar bölük pörçük" dedi. İçimize yeni gelmiş biri olarak bizdeki hastalığın teşhisini koymuştu. Gerçekten ülkemize bir bakalım. Kim nerede bir grup kurmuşsa (yine istisnalar kaideyi bozmaz diyelim) binadan kopmaya hazır bir tuğla gibi oluyor bir müddet sonra. Arkasındaki tebaasını gören başka beklentiler içerisine giriyor. Irak ve Suriye'deki teröre bulaşmış örgütleri gözümüzün önüne bir getirelim. Durumun ne kadar fecaat arz ettiğinin farkına varırız. Adem ŞELEŞ bir konuşmasında: "Suriye'de kimse düşmanını öldürmüyor, hep birbirlerini öldürüyor" demişti.

Hani O, bizi: "Müslümanlar olarak isimlendirmişti. En güzel isim bize verilmişken başka isimlerle tavsif etmemiz ve edilmemiz de neyin nesi? Samimiyetle kurulan her hareket belirli bir güce ulaşınca maalesef değişiyor ya da değiştiriyorlar. Zafer sarhoşluğu mu yoksa? Hani hep beraber "O'nun ipine sarılacaktık." Maalesef hep beraber ters yola girmiş; gelen bize vuruyor, geçen vuruyor. Halimiz içler acısı.

Asırlardır hasretini çektiğimiz birlik ve beraberliğimizi yeniden tesis edelim. Yine adalette, doğrulukta, güvenilirlikte öncü olalım. Her birimiz yekdiğerini kendi meşrebine değil; Allah'ın "Kopmayan sağlam kulpuna" çağırsın. 

Sözümüzü Diyanet'in tema olarak seçtiği slogan ile bitirelim: "Tevhit ve vahdet gelin birlik olalım."

(1) Saff 4, (2) Hucurat 9-10, (3) Buhari

* 16/04/2016 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.