28 Mart 2016 Pazartesi

Şeytan’ı bol nesil


Bu nasıl başlık böyle diyebilirsiniz. Kusura bakmayın. Ben koydum bile. Daha önce “Maliyeti yüksek nesil” isimli bir yazım yayımlanmıştı. Bugün sizlere yine günümüz neslini ele alacağım.

Deruhte ettiğim işim dolayısıyla zaman zaman velilerimizle muhatap oluruz. Velilerimizden büyük bir çoğunluğunun derdi ortak. “Aslında çocuğum çok zeki. Ama çalışmıyor.”  Nasıl, size de tanıdık geldi mi bu velinin söylediği. Aslında çoğumuzun sıkıntısı bu maalesef.  Gerçekten çocuklarımız zeki. Daha bu yaşta leb demeden leblebiyi anlıyorlar.  Zeki ama çalışmıyor. Evet doğru. Çocuklarımız zeki. Aslında bize zeki değil; düzenli çalışan ve çalışmada sürekli çocuklar lazım. Bugün gözde olan okullarda okuyan çocuklar çok zeki oldukları için bu okullarda değillerdir. Sadece düzenli, tertipli ve bir plan dahilinde çalıştıkları için bu tip okuldalar. Bugün sanayide çalışan, dışarıda bomboş gezen, meslek liselerinde okumama mücadelesi veren o kadar zeki çocuğumuz var ki… Sayıları saymakla bitmez. Bir defa şunu baştan söyleyeyim. Bizim eğitim sistemimiz çok zekilere ve normal zekanın altındakilere hitap etmiyor.

Gelelim sadede…Uçan kuştan koruduğumuz, her türlü imkanı sunduğumuz, saçımızı süpürge ettiğimiz bu zeki çocuklarımız niye çalışmıyor? Güzel soru. Bu soruya cevap vermeden önce ben size “Niçin çalışsınlar” diye bir soru sorsam. Cevabınızı merak ediyorum gerçekten. İlk önce kendi zamanımızdaki yoklukla bugünkü imkanları kıyaslamayalım. Bizim devrimiz geçti bir kere. O halde niçin çalışmıyorlar? Çalışmazlar, çalışamazlar. Çünkü Şeytanları bol bu neslin: Akıllı telefon, bilgisayar, tablet, sanal alem, filmler, diziler, 24 saat yayın yapan kanallar, kız-erkek ilişkileri, başka arkadaşlara özen gösterme, bizim geçmişte ne olduğunu bilemediğimiz bugünkü nesilde başlı başına bir problem olarak ortaya çıkan ergenlik dönemi, aile sorunları, parçalanmış aile yapımız, ben okumayacağım diye bas bas bağıran çocukları okuyacaksın  diye diretmemiz, eğitim ve öğretimde kaliteyi yakalamak için eleme usulünü terk etmemiz…vs sorunları sayabiliriz.

Görüldüğü gibi bu neslin Şeytan’ı bol. Bir tarafta dünyalık Cennet vadeden bir hayat. Diğer tarafta özel hayattan kopuk bir şekilde yarış atı gibi sınavlara hazırlanma hayatı. Hele bu neslin nasihate karnı tok bir kere. Nasihat üstüne nasihat yapılacağına belki bir musibet onları kendilerine getirebilir. Yine sosyal hayattan kopardığımız bu çocuklara hiç sorumluluk vermeden ders çalışma sorumluluğu vermek eziyettir gerçekten. Her türlü imkanın ayakları altına serildiği bu nesil çalışmıyor. Bizim geçmişte imkansızlıklar içerisinde okumak isteyişimize rağmen. Çünkü hazıra konmuştur. Hazır yiyicidir. Sorumluluk vermek istesek de zaten kulakları duymaz. Çünkü evde, arabada her yerde o kulağını sağır eden ses geçirmez kulaklık olduktan sonra, sorumluluk vermek istesen de duyuramazsın zaten. Hayatta zorluk çekilmeden başarı gelmez. Gelse de kıymeti bilinmez.


Bu mesele daha çok su götürür. Çocuk yetiştirmemizden, eğitim sistemimize varıncaya kadar radikal kararlar almamız gerekir. Bir defa çocuğun okumak için susaması gerekir. Susamayana su içiremezsin. Hafta sonu, yaz tatillerinde okul dışında başka bir yerde çalışan çocuk, okumanın kıymetini bilir. Gerisi laf-ı  güzaftır. 

Sahi, çocuğuna  sunduğun bu imkanları, Şeytanı bol bu dünyada sana bugün sunsalardı sen okur muydun? İstersen bir düşün. 28/03/2016

Niçin hep piyonlar ölür? *


Hiç satranç oynadınız mı? Ya da biliyor musunuz bu oyunu?  Eğer bilmiyorsanız öyle zannediyorum bu oyunu da sevemezsiniz. Çünkü her konuda olduğu gibi satranç sevenler bir de sevmeyenler vardır bu ülkede.

Bu ülkede oyun olarak sanırım en az oynanan oyundur. Çünkü satrançta birkaç hamle sonrasını planlamanız gerekiyor. Bir düşünce oyunudur.  Seyredeni de azdır. Pek ses yapılmaz. Oynayanlar genelde seviyesini korurlar. İki kişi ile oynanır.

Satrançta 16 taş bulunur.  16 senin 16 da rakibinin. Taşlar genelde siyah ve beyaz olur. En öne sekiz tane piyon konur öncü kuvvet olarak. İlk çıkışta öne  iki, sonrasında da tek hamle yapabilir. Rakip taşı yerken sağ ve sol karede rakibi varsa çapraz yiyebilir. Geriye dönüşü yoktur. Gemileri yakmıştır. Piyonların arkasında her iki köşede öne, arkaya, sağa, sola düz giden iki tane kale, yanlarında L çizebilen  birer at, atın yanında da çapraz giden filler bulunur. En ortada her bir tarafa bir hamle yapabilen  şah, yanında da  her bir tarafa gidebilen vezir bulunur. Aşağıdan yukarıya önem sırası: piyonlar-fil-at-kale-vezir ve şahtır. Oyunda korunması gereken, asla rakibe teslim edilmemesi gereken şahtır. Şah içindir bütün hayat. Şahı korumak ya da rakibi mat etmek için piyonlardan başlanarak tüm taşlar feda edilir.  Tüm taşlar yense, oyun dışı kalsa bile şah oyunda bir aktör olarak hayatiyetini devam ettirir. Ya mat olur: Mağlup olur. Ya da pat olur: Berabere biter maç.

Oyunda olan hep piyona olur. Darbeyi hep o yer. Oyunda yükselebileceği en iyi mevki-yaşarsa eğer- vezirlik makamıdır. Nedir bu piyon? Sözlüğe baktığımızda: “Bir çıkar sağlamak için yararlanılan, istenildiği gibi kolayca kullanılabilen kimse…  Satrançta oyun  başında ön sıraya dizilen sekiz küçük taş, piyade” şeklinde tanımı yapılmıştır. Satrançtaki piyona ve misyonuna  dikkatinizi çekmek istedim. Gördüğünüz gibi piyon en önde, tehlikelere göğüs geren, en ufak bir sıkışmada feda edilip heba edilen bir taştır.

Gelelim günümüze… Günlük yaşantılarımız bu şekilde değil mi? Nerede bir STK, nerede bir siyasi parti, nerede bir gönüllü kuruluş, nerede bir camia varsa hep başında vazgeçilmezler vardır. En son onlara zarar gelir. Altlarında ise onları korumaya çalışan, onlar için göğsünü siper eden samimi insanlar vardır. Feda edilecekse ilk önce onlar feda edilir. Hapse atılacaksa, işine son verilecekse -tıpkı piyon gibi- onlara verilir. Zaten bizim filmlerimizde böyle değil mi? Başrolde ve kötü rolde iki aktör olur. Hele kötü rolde olanın sürüyle ayak takımı olur. Bütün plan kötü roldeki aktörü korumaya yöneliktir. Son çare yurt dışına kaçar. Ağa babaları onu orada kullanmaya devam eder. Eğer kaçamazsa filmde en son kötü roldeki aktör yakalanır, tam iyi roldeki aktör öldürecek iken polis gelir, elinden alır. Hapse götürür. Hasılı diyeceğim iyi rolde olsun kötü rolde olsun baş aktörler ölecekse de tüm camiasını yok ettikten sonra ölüyor. Tıpkı satrançta şahın kalıp tüm taşların başta piyonlar olmak üzere öldükleri gibi. Filmlerimiz de gerçek hayatın bir kopyası değil mi? Bugün Esed’i korumaya yönelik değil mi tüm akan kanlar? (Ben Esed’i örnek verdim. Siz alın başkalarına kıyaslayın.) Gazete köşelerinde veya herhangi bir yerde  lideri adına tetikçilik yapanlar bir yolunu bulup yurt dışını mesken edinmediler mi? Bugün çoğu sırça köşklerde yaşamaya devam ediyor. Öne sürdükleri samimi insanların mağdur olması önemli değil onlar için maalesef. Başkası piyon bulamazsa sesi o kadar gür çıkmaz. Ortalığı da yaşanmaz bir hale getiremez.

Ne demek istediğimi anlatabildim mi acaba? Yok anlaşılmamışsa bu benim eksikliğimdendir. Rabbim bizleri başkasının oyuncağı olmaktan, piyonu olmaktan kurtarsın. Kendimiz olalım yeter. 28/03/2016



* 13/08/2016 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Neden Sorgula-ya-mıyoruz?*

                                          
Küçükken içimizdeki gibi konuşur ve davranış sergileriz. Çünkü sırtımızda yumurta küfesi yok. Büyüdükçe içimizden geldiği gibi konuşup davranamıyoruz. Niçin?

İçinde bulunduğumuz muhit, aidiyet duygusuyla bağlandığımız yerler, "Başkası ne der, tepki çeker miyim, bulunduğum yeri kaybeder miyim, ayıplanırım, dışlanırım…” endişesi, bizi sınırlamaktadır. İçimizdeki duygu ve düşüncelerin dışında başka düşünceleri savunmak durumunda kalıyoruz hiç içimize sinmese de. Yani büyüyünce kendimiz olamıyoruz. Belki de çoğu zaman iki kalp taşıyoruz. Farklı görünüm kişiliğimizi zedelemektedir. Küçüklükteki öz güveni büyüyünce kaybediyoruz. Çünkü küçüklükte o masum halimizle hiç hesap  yapmıyorduk..

Büyüyünce ilk işimiz hesap kitap yapma olmaktadır. Hasılı özgür birey olamıyoruz. Hep birine, bir yere bağlılık tekdüze insan olmaya zorluyor birey ve topluma yön vermeye çalışan köşe başlarını tutmuş, ölünceye kadar postunu kimseye bırakmayan kişiler. İnancımızda mutlak itaat sadece Allah'a ve Resulüne iken itaat ve bağlılık yaptığımız insanların sayısını çoğaltıyoruz. Hep "Vardır bir bildiği, hikmetinden sual olunmaz" psikolojisi nasıl bir ruh hali gerçekten? Bu ruh hali her alanda kendisini göstermektedir: Hem dini cemaatlerde, hem siyasette, hem amir-memur ilişkilerinin olduğu vb. yerlerde.

Mutlak itaat, sorgulanamaz bir alan, aklı kullanmama sanırım doğu toplumlarının özelliği oldu. Halbuki biz böyle mi idik. Değildik. Tarihimiz öz güven sahibi insanların örnekleriyle dolu: Allah Teala,  "Ölüleri dirileceğim" dediği zaman İbrahim(as), "Nasıl dirilteceksin. Bu konuda beni ikna et" demişti… Yaşlanınca kocası tarafından bir boşanma sözü olan "Anamın sırtı gibisin" dendiği zaman peygambere gelip " Beni nasıl boşar? Ben ona şu kadar çocuk verdim" şeklinde cevap veren ve ardından kocası hakkında yaptırımlar inmesine sebep olan  bir kadın vardı. Adı:  Havle…  "Ben bir hata yaparsam beni kim düzeltir" diyen Ömer'e(ra.), "Seni bu kılıcımla düzeltirim" diyen bir arkadaşı vardı…"Ya Muhammed, bu görüşün vahiy mi, yoksa kendi kanaatin mi" sorusuna, " Kendi görüşüm" cevabı verilince " O zaman öyle değil de, şöyle yapalım" diyen bir sahabe topluluğu vardı.

Bu konudaki örnekleri çoğaltabiliriz. Nasıl bu hale geldik? Bunun sebebini irdelememiz gerekiyor. Aklımızı kiraya verme, sorgulamama denince sadece aklımıza dini cemaatler gelmemelidir. Maalesef günümüzde dini cemaat, siyasi parti, sivil toplum örgütleri vb her alanda aynı sıkıntıyı görebiliriz. Bu konudaki istisnaları da göz ardı etmemek lazım. Hepimiz itiraz etmeyen, sorgulamayan, bize itaat eden, bize benzeyen insanlar istiyoruz. Yani köle. Zaten bir kölenin de en büyük hayali, özgürlüğe kavuşunca bir köle edinmekmiş.  Herkesi kendimize benzettik. Şimdi de birçok alanda özgün eserler bekliyoruz.

İnsanlar özgür olmadan, kendisini özgür hissetmeden kesinlikle özgün eserler veremez. Birbirinin fotokopisi olan kişilerden özgün eser beklenmez. Farklı ses çıkartanı -kısa zamanda tu kaka yapmak suretiyle- annesinden doğduğuna pişman ediyoruz.

İnsanların hakaret etmeden, efendiliğini bozmadan, üslubuna dikkat ederek uygun zeminlerde görüşünü rahatça söyleyebileceği günlerin gelmesi temennisiyle. 30/11/2015 

30/03/2016 tarihinde Anadolu'da Bugün Gazetesinde yayımlanmıştır.