Küçükken
içimizdeki gibi konuşur ve davranış sergileriz. Çünkü
sırtımızda yumurta küfesi yok. Büyüdükçe içimizden geldiği gibi konuşup
davranamıyoruz. Niçin?
İçinde
bulunduğumuz muhit, aidiyet duygusuyla bağlandığımız yerler, "Başkası ne
der, tepki çeker miyim, bulunduğum yeri kaybeder miyim, ayıplanırım, dışlanırım…”
endişesi, bizi sınırlamaktadır. İçimizdeki duygu ve düşüncelerin dışında başka
düşünceleri savunmak durumunda kalıyoruz hiç içimize sinmese de. Yani büyüyünce
kendimiz olamıyoruz. Belki de çoğu zaman iki kalp taşıyoruz. Farklı görünüm
kişiliğimizi zedelemektedir. Küçüklükteki öz güveni büyüyünce kaybediyoruz.
Çünkü küçüklükte o masum halimizle hiç hesap
yapmıyorduk..
Büyüyünce
ilk işimiz hesap kitap yapma olmaktadır. Hasılı özgür birey olamıyoruz. Hep
birine, bir yere bağlılık tekdüze insan olmaya zorluyor birey ve topluma yön
vermeye çalışan köşe başlarını tutmuş, ölünceye kadar postunu kimseye
bırakmayan kişiler. İnancımızda mutlak itaat sadece Allah'a ve Resulüne iken
itaat ve bağlılık yaptığımız insanların sayısını çoğaltıyoruz. Hep "Vardır
bir bildiği, hikmetinden sual olunmaz" psikolojisi nasıl bir ruh hali
gerçekten? Bu ruh hali her alanda kendisini göstermektedir: Hem dini
cemaatlerde, hem siyasette, hem amir-memur ilişkilerinin olduğu vb. yerlerde.
Mutlak
itaat, sorgulanamaz bir alan, aklı kullanmama sanırım doğu toplumlarının
özelliği oldu. Halbuki biz böyle mi idik. Değildik. Tarihimiz öz güven sahibi
insanların örnekleriyle dolu: Allah Teala,
"Ölüleri dirileceğim" dediği zaman İbrahim(as), "Nasıl
dirilteceksin. Bu konuda beni ikna et" demişti… Yaşlanınca kocası
tarafından bir boşanma sözü olan "Anamın sırtı gibisin" dendiği zaman
peygambere gelip " Beni nasıl boşar? Ben ona şu kadar çocuk verdim"
şeklinde cevap veren ve ardından kocası hakkında yaptırımlar inmesine sebep
olan bir kadın vardı. Adı: Havle…
"Ben bir hata yaparsam beni kim düzeltir" diyen Ömer'e(ra.),
"Seni bu kılıcımla düzeltirim" diyen bir arkadaşı vardı…"Ya
Muhammed, bu görüşün vahiy mi, yoksa kendi kanaatin mi" sorusuna, "
Kendi görüşüm" cevabı verilince " O zaman öyle değil de, şöyle
yapalım" diyen bir sahabe topluluğu vardı.
Bu
konudaki örnekleri çoğaltabiliriz. Nasıl bu hale geldik? Bunun sebebini
irdelememiz gerekiyor. Aklımızı kiraya verme, sorgulamama denince sadece
aklımıza dini cemaatler gelmemelidir. Maalesef günümüzde dini cemaat, siyasi
parti, sivil toplum örgütleri vb her alanda aynı sıkıntıyı görebiliriz. Bu
konudaki istisnaları da göz ardı etmemek lazım. Hepimiz itiraz etmeyen,
sorgulamayan, bize itaat eden, bize benzeyen insanlar istiyoruz. Yani köle.
Zaten bir kölenin de en büyük hayali, özgürlüğe kavuşunca bir köle edinmekmiş. Herkesi kendimize benzettik. Şimdi de birçok
alanda özgün eserler bekliyoruz.
İnsanlar
özgür olmadan, kendisini özgür hissetmeden kesinlikle özgün eserler veremez. Birbirinin
fotokopisi olan kişilerden özgün eser beklenmez. Farklı ses çıkartanı -kısa
zamanda tu kaka yapmak suretiyle- annesinden doğduğuna pişman ediyoruz.
İnsanların
hakaret etmeden, efendiliğini bozmadan, üslubuna dikkat ederek uygun zeminlerde
görüşünü rahatça söyleyebileceği günlerin gelmesi temennisiyle. 30/11/2015
30/03/2016 tarihinde Anadolu'da Bugün Gazetesinde yayımlanmıştır.
Yorumlar
Yorum Gönder