Cuma için mahalle camimize girdim. Şuraya, buraya oturayım derken imamın cumanın ilk sünnetini kıldığı minberin önündeki üçüncü safa kadar ilerleyip oturdum.
Önümde, sırtını minbere dayamış hutbe dinleyen 12 yaşlarında küçük bir çocuk var.
Kendi halimde hutbeyi dinlerken önümdeki çocuğun sağ elini hareket ettirdiği dikkatimi çekti. Allah vere de burnuyla oynamasa bari dedim. Kendi kendime, her neyse ne. Ramazan! Ne olur başını kaldırma dedim. Bir güzel kendimi dinledim. Ama nereye kadar. Çocuk durmadı bir türlü. Gözlerim yarı açık yarı kapalı neler oluyor diye başımı kaldırdım. Vara kaldırmaz olsaydım. Çocuk burnundan çıkardığını eliyle bir güzel topladı. Sonra şehadet parmağıyla halının üzerine fırlattı.
Bu eziyet, bu mide bulandıran hareket çekilir mi, ne yapmam lazım. Az sonra namaza kalkınca bu çocuk ön safta yer bulur. Onun boşalttığı yere de ben geçerim. İyi de nasıl olacak bu? Ya çocuğun kendi emeği, kendi mahsul, secdeye varınca alnıma gelirse... Ramazan, aklına böyle şeyler getirme dedim.
Hutbeyi dinlemekten vazgeçtim. Çünkü önümdeki çocuk hutbenin önüne geçti.
Ben bu durumun kendi içimde mücadelesini verirken burnunun sağ tarafının temizliğini yapan çocuk bu sefer sol tarafın temizliğine kalktı. Parmağını burnunun sol tarafına girdirdi. Çöp sepeti gibi karıştırmaya başladı. Ben ne yapıyorum, şu işi biraz gizli yapayım da demedi. Aman ya Rabbi, çekilir mi bu cuma vakti bu çile derken, orta ikinci sınıfta sosyal bilgiler dersinde dersi işlerken, kafasını hafifçe yukarı kaldırarak, "Oğlum, çöp sepeti gibi burnunu karıştırma" uyarısını aşağı yukarı her derste yapan Recai Gümüş zihnimde belirdi. Bir kez daha hak verdim Hocama. Garibim, ne çile çekmiş demek ki dersi işlerken burnuyla oynayanlardan. Kimin oynadığını da söylemezdi. Kimseyi rencide etmezdi. Gözleri yumulu, kafasını kaldırır, ortaya söylerdi. Ne kadar faydası olurdu bilmem. Kim karıştırıyor, diye sağa sola bakışlar olunca, “Önümüze bakın, kimse değil” derdi. Kulakları çınlasın.
Olmayacak böyle deyip kafamı arkaya çevirdim. Hutbe okunurken herkesin bakışları arasında arka saflardan boş bulduğum bir yere geçtim. Hutbenin geri kalan kısmını orada dinledim.
Biliyorum mideniz bulandı. Bu da yazılır mı dediniz ve bu yazdıklarımdan tiksindiniz. Kusura bakmayın ama bu yazdığım toplumsal bir yaramız. Bu çocuk daha küçük ama bu toplumun çoğu büyüğü de bu çocuktan farklı değil. Alenen burnuyla oynayan insanımızın sayısı az değil; otobüste, çarşı, pazarda...
Küçük, büyük toplumun bu burnuyla imtihanı ne zaman sona erecek bilmem. Ya her şeye burnumuzu sokarız ya çöp sepeti gibi alenen burnumuzu karıştırırız. Toplumun içinde elinde mendil olmadan sümkürüp burun temizliği yapanları, bu haltı işledikten sonra lavaboya el yıkamaya gitmeyenleri saymıyorum bile.
Bizim bu çilemiz ne zaman bitecek? Bu burnuyla oynayanlar mide bulandırıcı bu hareketleri nasıl terk edecekler bilmem. Bilinen bir şey varsa tiksindirici. Ve biz bu tiksinti veren kişilerin içinde yaşamak zorundayız vesselam.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder