26 Şubat 2025 Çarşamba

Bu Hünerimden Haberdar mıydınız?

Pek yetenekli biri olmasam da bu demek değildir ki her alanda beceriksizim.

Övünmek gibi olmasın ama çoğu kişide olmayan ne cevherler var bende. Say say bitmez anlayacağınız. Yeter ki bu cevherleri yumurtlamam için bana imkan ve görev verilsin.

Hünerlerimin hepsini saymasam da bir tanesini belirtmeden geçemeyeceğim. Mesela yön özürlü olsam da iyi iz sürerim. Kişilerin geçmiş kirli çamaşırlarını yani cemaziyülevvelini ortaya dökmede üstüme yoktur. Bu konuda kedi, köpeğin bir şey bulmak için çöp sepetini karıştırdığı gibi kişilerin geçmişini didik didik eder, ipliklerini pazara çıkarırım.

Bendeki bu cevheri çevremin görmesini istedim bugüne kadar. Ama gören olmadı.

Mesela bana dense ki falan kimsenin geçmişini bir araştır, bakalım ne bulacaksın? Bul ki o kişi hakkında yeri geldiği zaman kullanabileceğimiz elimizde bir malzeme olsun. Üstelik bu hizmet için makam, mevki, para ve pul da istemiyorum. Bilinsin ki bu işi meccanen ve gönüllü olarak seve seve yaparım. Çünkü bazı şeyler özellikle memleketi ilgilendiren hususlarda para benim için teferruattır. Çünkü önceliğim hizmettir. Öyle ya mesele vatansa gerisi teferruattır.

Ama görüyorum ki bu işi kendi başlarına veya ehil olmayan kişiler eliyle yürütmeye çalışıyorlar. Haliyle başarılı da olamıyorlar. Bu da beni ister istemez üzüyor.

Halbuki bu tür işleri bana havale etseler, ilgili kişilerin sadece diplomalarına bakmam. Yedi ceddini araştırırım. Çünkü benim, sadece A planım yoktur.

Biraz reklam olacak ama bilinsin diye birkaç örnek vermek istiyorum.

Bana havale edilen kişinin;

Diploması sahte mi, değil mi diye ilkokuldan, üniversiteye tüm diplomalarının izini sürerdim.

Yatay geçiş yapmışsa usulüne uygun bir geçiş olmuş mu incelemesini yapardım.

Oturduğu evin ruhsatı var mı, yok mu yoksa kaçak mı oturuyor? Buna da bakardım.

Anne, babasına bakmış mı, onlara hizmette kusur işlemiş mi, annesine küçükken eziyet etmiş mi diye çocukluğuna da inerdim.

Sosyal medya mecrasında geçmişten bugüne ne paylaşmış, hepsini irdelerdim. Suç unsuru olacak ve aleyhine kullanılacak her şeyi not ederdim.

Kısaca araştırılsın diye uhdeme verilen kişinin ipliğini pazara çıkarmak için o kişiyi didik didik ederdim. Neler elde ederdim neler... O kişi de insan içine çıkamayacak duruma düşerdi.

Heyhat ki heyhat! Koca ülke benim gibi cevheri göz ardı ediyor. Vah ki vah!

Bana bugüne kadar bu görev verilmedi diye gönül koymam. Çünkü bilmiyor olabilirsiniz. Olabilir, insanlık hali. Yalnız bu yazımdan sonra bana böyle bir görev verilmezse, işte o zaman gönül koyarım. Bunun da kamuoyu tarafından bilinmesini isterim.

Unutmayın, bir telefon kadar yakınım size bu konuda.

25 Şubat 2025 Salı

Panjurun mu Var, Derdin Var

Tüm mesele evin pencerelerini panjur yaptırmaktan ibaret değil. Çünkü kullanmaya bağlı olarak panjurun ipi zamanla deforme olabiliyor, makarnanın ipi kopma noktasına gelebiliyor.

Mutfağın ve diğer bir odanın makara ipi koptu kopacak.

Koparsa işimiz var. Başımıza daha büyük iş açacağız demektir.

İyi de kime yaptıracağız bu panjur işini. Tanıdığımız bir panjurcu da yok. Birkaç arkadaşa sordum, tanıdık panjurcu var mı diye. Hiçbiri yardımcı olmadı bana. Öyle ya evinde panjuru olmayanın tanıdık panjurcusu olur muydu hiç.

Sadece bir esnaf, senin akraban falan bu işi yapıyor. Sağda solda başkasını niye aran. Numarası yoksa al vereyim dedi. Kalsın, ihtiyaç olursa isterim dedim. Akrabayı aramadım. Çünkü akraba ile pazarlık yapmazsın. Yap dersin. İş bitince ne vereceğim dediğinde, istediği fiyatı vermek zorundasın. Fiyatı yüksek çekerse işin ucunda akrabadan olmak da vardı.

Oğlanlara sordum. Bereket onların tanıdık panjurcusu varmış. Hele bir tanesinin iki tane birden varmış. Bir diğeri de birine yakın iş yaptırmış.

Büyük oğlan değişecek iki pencerenin panjur makarasının fotoğrafını çekerek WhatsApp aracılığıyla teklif aldı büyük oğlan.

Bir tanesi üç bine, ikincisi iki bine yaparım dedi. Üçüncü telefon açtığı cevap verinceye kadar 2 bin lira teklifi verene gel yap dedim. Sonradan dönüş yapan üçüncüsü bin beş yüz liraya yaparım demiş.

Her üç teklifin verdiği fiyat yüksekti. Çünkü toru topu iki tane pencere panjurunun ipi değişecek. Demek ki bu işin piyasası bu.

Yalnız bir gariplik vardı orta yerde. Çünkü en uygun teklifi verenle en yüksek teklifi veren arasında yüzde yüz fark vardı. Olacak şey değildi. Çünkü fiyat farkı olur da arada bu kadar uçurum olmaz. Öyle görünüyor ki bu işin oturmuş bir piyasası yok. Millet tutturabildiğine fiyat veriyor.

En son 1500 lira fiyatı verenin teklifi en makul olanı. Yalnız 2000 vereni aradığım için sonradan arayıp kalsın diyemedim.

Pazar günü 11.00-11.30 arası anlaştık.

Zamanında gelmedi. Herhalde gelmeyecek. Varsın gelmesin. Ben de en düşük teklifi vereni ararım dedim.

13.00 sularında geliyorum diye telefon açtı. Gelme de diyemedim. Bekliyorum dedim.

İki saate yakın uğraştı usta. Oğluyla geldi. Sadece ip ve makarasının değişmesinden ibaret değilmiş bu iş. Aşağı yukarı panjurun tüm aksamını indirdi. İnce bir iş yaptığı. Ben ve oğlum da destek verdik bu işe.

Eli de yönetmiş ustanın. Ne yaptığını biliyor. Güzelce de yaptı. Ellerine sağlık.

İş bittikten sonra balkon kapısının üst tarafında hafif açıklık vardı. Orayı da gösterdim. Bir çırpıda yaptı.

İşin ardından kapıdan borcumuz var mı dedim. Yok dedi. Anlaştığımız iki bin lirayı takdim ettim. Demlediğim çayın yanına atıştırmalık bir şeyler koydum.

Çayı içip kalktılar.

Seyyar çalışıyormuş. Kartını uzattı. Var bizde dedim. Kartta yazdığına göre anlamadığı yok. Birçok işi yapıyor. Demek ki yetenekli ve eli yönet biri. Bir mesleği olan böyle eli yönet kişilerin piyasadan ekmek yememesi mümkün değil.

Tekrar panjurla gelirsem, cebime sıkışan iki bin lira tamirciye gitti. Nereden bakarsan bir ev temizliği parası. Değişen bu makara ne kadar gidecek, bunu da zaman gösterecek. Yalnız bir makara, üçlü panjuru kaldırmak zorunda olduğu için ip kullana kullana yine deforme olacak. Panjuru yapan usta ben olsaydım, üç panjuru bir makaraya bağlamazdım.

Yazıyı yazarken değişen makaranın fiyatına İnternetten baktım. Beheri 180 lira yazıyor. Tamircinin aldığı 2000 liranın 360 lirası malzeme parası. Gerisi işçilik.

Giden iki bin liradan geçtim. Piyasanın oturmamışlığı beni üzdü. Öyle ya fiyat 1500 ila 3000 arası değişiyor. Bu da bizdeki ahlak sorununun derinliğini gösteriyor.

Hasılı panjurun mu var, derdin var vesselam.

Panjurun Avantaj ve Dezavantajları

Evinizin pencerelerinde panjur varsa yaşadınız demektir.

Çünkü yağmur yağışta pencereler batmayacak, güneşte evi yakmayacak, soğuk havalarda dışarıdan soğuğun girmesini önleyecek diye akşam sabah panjuru perde gibi indirip kaldıracaksınız.

Pencereler batmasın diye panjuru kapatınca, evde körebe ve saklambaç bile oynayabilir, hoşça vakit geçirebilirsiniz.

Pencereleriniz de yağmur ve yağışta kirlenmediği için belirli periyotlarla cam temizliği yapmanıza ya da temizlikçi çağırıp temizlikçiye para vermenize gerek yok.

Her sabah panjuru açarak kendisini uykuya vermiş komşunuzu da panjur sesiyle uyandırmış, akşam da panjuru indirerek komşunuza akşamın olduğunu haber vermiş olursunuz.

Evinizi tarif eden evinizi tarifte zorlanmaz. Panjurlu ev der. Hatta kendi evini tarif ederken panjurlu evin karşısındaki ev der.

Bu arada panjurlu ev aynı zamanda o evin değerini artırır. Satarken panjuru da dahil edebilirsiniz.

Panjurlu evin havasının bir başka olduğunu söylememe gerek yok.

Panjurunuz yoksa tüm bu saydığım imkan ve nimetlerden mahrum kalacağınızı da zaten biliyorsunuz.

Tüm bu avantajlarına rağmen panjursuz evin de avantajlarının olduğunu söylemeliyim.

Evin tüm pencerelerini panjurla kapatarak panjurcuya dünyanın parasını vermemiş olursunuz. Çuval dolusu paranız cebinizde kalır.

Hele camlar batmasın diye yağan yağmurda panjuru indirerek güzel rahmeti izlemekten mahrum kalmazsınız. Gündüz gözüyle ışık yakacak seviyede evde karanlıkta oturmazsınız.

Camlarınız kirlenirse silersiniz ya da ev temizliğine gelene temizlik ücreti verirsiniz. Yıllarca kaç temizlikçi çağırırsanız çağırın, verdiğiniz para panjurla verdiğiniz para kadar değil.

Akşam sabah perde gibi panjur indirip kaldırma diye bir derdiniz hiç olmaz.

Tüm bu avantaj ve dezavantajlarına rağmen panjurlu evi mi tercih edersin ya da panjursuz olanı mı derseniz, tercihim panjursuz ev olur.

Gerçi eşten dosttan; panjurlar çok iyi. Yaptırmanızı isterim, panjur sizin kurtuluşunuz tavsiyesini, beyninizi uyuştururcasına ısrarla her karşılaşmada işittiniz ise eliniz mahkum panjur yaptırmaya. Öyle ya başkası yaptırmışsa sizin neyiniz eksik.

Sonunda dışarıya atılacak paranızı panjurcuya verdiniz.

Siz de böyle bir öneri sonucunda mı yaptırdınız demeyin. Aldığım ev panjurlu. Satın aldığım yaptırmış. Kısaca biz alüminyum panjurlu eve hazıra konduk.

Oturduğumuz zaman bakmaya doyamadık panjurlara. Öyle güzel görünüyordu ki bize evi beğendiren evden ziyade panjurmuş. Parayı eve değil panjurlara vermişiz sanki. Son model kumandalı değil ama olsun.

Yalnız tüm mesele panjur yaptırmaktan ibaret değilmiş. Bunun bir de tamir boyutu var. Bunu da bir başka yazımda ele alayım.

24 Şubat 2025 Pazartesi

Mütemadiyen Reisim

1988 yılında evlendim. Evde iki kişi olduk. Haliyle iki kişi olunca karı koca olsak da içimizden biri reis olmalıydı. Başkan gibi bir şey.

Seçimle reis seçilmedim. Teamül gereği aile reisi oldum. Çünkü erkek egemen bir toplumda yaşadığım için hep hanımın dediği olsa da doğal olarak reis kabul edildim.

İki kişiyken 89'da üç, 91'de beş, 2002'de 6 kişi olduk. Çekirdek aile olsak da büyük aile sayılırız.

Hanede sayı arttıkça yine benim aile reisliğim değişmedi. Eşim ve çocuklarımdan bir tanesi çıkıp da yapamıyorsun. Aile reisliğine talibim demedi. Sağ olsunlar. Zaten görevimi yapınca niye rakip çıksın karşına değil mi?

Normalde hakları var ama sayarlar ve severler. Özellikle sevince bu sevginin karşısında kim durabilir. Çiğ tavuk bile yerler benim için.

Bir hakkı teslim edeyim. Çoğu zaman kırıp döksem de umulmaz yaralar açsam da telafisi mümkün olmayan zararlar versem de yine karşıma hiçbiri dikilmedi. Evimizin direği reisimizin bir bildiği var dendi. Bu anlayış içerisindeki hane halkımı, ekmeğini kısıp aç bıraksam, yine de şükrü eksik etmediler. Hep iyi ki varsın. Sen olmasan biz ne yapardık bir başına düşüncesindeler. Hoşuma gidiyor elbette bu anlayış.

Böyle giderse, benim aile reisliği mezara kadar gideceğe benziyor. Çünkü yerimde kimsenin gözü yok. Kazara biri karşıma çıkıp ben reis olacağım dese, ailemin diğer fertleri nankör deyip çiğ çiğ yer onu.

Reisliğim, bir makam bir mevki bir koltuk değilse de bana sonsuz imkanlar sunmasa da aile reisliği hoşuma gidiyor. 88'den bu yana bir istikrar abidesi olarak aile reisliğim devam ediyor.

Benim için bir getirisi olmasa da mezara kadar her daim baş olmam hoşuma gitse de zaman zaman patladığım, aslan gibi kükrediğim, ardından zikzak çizdiğim, U dönüşü yaptığım, yediğim büyük lokmayı yuttuğum oluyor. Şöyle ki; hanımın bazı isteklerine aniden parlıyorum. Olmaz. Bu can bu tende olduğu müddetçe o istediğin bu eve girmeyecek diyorum. Ciddiyet ve kararlılığımı gören hanım, suspus oluyor. Yuttu galiba diyorum. Öyle ya bu haykırış karşısında kim ne diyebilir? İyi, hep böyle davranayım diyorum. Ertesi gün sofraya pırasa, ıspanak türünden yemek konunca, esas hapı yutanın ben olduğumu anlıyorum. Zaman geçmeden tamam sensin deyip istediğini yerine getiriyorum. Bana biraz pahalıya patlıyor ama olsun. Zaten giden para onların parası. Bu da uyum sahibi olduğuma bir örnek. Yok efendim, ben prensip sahibiyim. Sözümden dönmem demek siyaset bilmemek demektir. Geçim ehli olmanın, reisliğimde tutunmamın yolu budur. Değilse hayatım zindan olur, aile reisliğim de tartışmaya açılır. Neme lazım.

Aile reisliğimin 37.yılında düşünmeye başladım. Kendi kendime dedim ki Ramazan! İyi, hoş, güzel de seçimsiz, sandıksız olmaz bu işler. Bundan sonra her dört yılda bir, aile efradının oy vereceği, reisliğimin resmen tescil edileceği seçimli olağan kongre yapayım diyorum. Aile bireyleri de ecellerine susamadıysa demokrasinin gereği olarak elbette karşıma aday olarak çıkabilirler. Gerçi her ne yaparsam yapayım, sağ olsunlar, saygıda kusur etmediler ve karşıma aday olarak çıkmadılar.

Hiç aday çıkmasa da tüm aile fertlerinin oyları çantada keklik olsa da bundan sonra her dört yılda bir, seçimi sevdim. Böylece genç demokrasimizin yerleşmesine de katkı sunmuş oluruz. Seçimle aile reisi seçilince, sandığın evet dediğine kim ne diyebilir? Sandığın karşısına çıkabilir? Çünkü aile reisliğim için sandık her şeydir. Eğer aile reisi iseniz, sizler de seçimli kurultay yapabilirsiniz. Unutmayın ki demokrasi, evde ve ailede başlar.

Bu arada zaten aile reisisin. Karşında zaten aday yok. Boşu boşuna niye sandık koyacaksın. Ölünceye kadar reisisin desinler bitsin diyebilirsiniz. Buna cevabım, evet ölünceye kadar reis olsam da tek aday olarak sandıktan çıkmanın zevki bir başka. Ancak yaşayan bilir bunu.

23 Şubat 2025 Pazar

Yazılarımdan Kime Ne?

2015 yılından beri bu blogta çalakalem yazmaktayım.

Yazarken; ortam, sessizlik, masa, bilgisayar arayan biri değilim.

Kah otobüs kah dolmuşta giderken kah bir çay ocağında bir başıma çayımı yudumlarken kah evde uzun otururken başlarım yazmaya.

Yazarken de nasıl giriş yapayım, gelişme ve sonuç nasıl olsun diye bir planım olmaz.

Yazacağım konuda görüşümü serdederken sap gibi ortada kalır mıyım demem. İçimden geldiği gibi yazarım. Birileri beni kara listeye alırmış, beni dışlarmış demem. Çok da tın.

Bazen sayfayı doldurmada zorlanırım bazen de yazı uzar gider.

Tüm bunları cep telefonu marifetiyle yaparım.

Hemen hemen her konuda bazı konularda defalarca yazmışlığım ve kendimi tekrar etmişliğim var.

Bu yazımla birlikte 2015 yılının ikinci yarısından itibaren bugüne, 5181 olmuş bloğumda yazdığım yazı.

Bunları ne zaman yazıyorum? Yazı için ayrı bir vakit ayırmıyorum. İstirahat için ayırdığım vakitten feragat ederek yazıyorum.

Görevime de devam ediyorum. Yazı için görevimi aksatmam, ötelemem mümkün değil. Birini yaparken diğerini yıkmam. Her birinin yeri ve zamanı ayrı. Eğer bir tercihte bulunmam gerekirse, önceliğim her daim asli görevimdir. Yazdığım yazılar benim tali görevimdir.

Hem işimi yaparken hem de yazılarımı yazarken eşim ve dostuma da zaman ayırıyorum. Yürüyüşümü de yapıyorum. Evime de zaman ayırıyorum. Ataya da hizmet ediyorum.

Bir günde bazen hiç bazen 1 bazen 2 bazen 3-4-5-6 yazı yazdığım olur. Bir günde yazdığım fazla yazı, o günkü yürüyüşümü biraz engeller. Hepsi bu kadar. Günlük yürüyüşüm de 8-9 bin adımdan aşağı olmaz.

Yazdığım bu yazılardan dolayı herhangi bir ücret kazanmıyorum. Çünkü hobi olarak yapıyorum bunu. Yazdığım yazılardan seçtiklerimi gazete köşesinde yayınlansın diye hatır için gazeteye gönderiyorum.

Üç gün gazeteye gönderdiklerimi, diğer dört günde de blogta seçtiklerimi sosyal medyada ve durumumda paylaşıyorum.

Paylaşımlarımdan bazısı beğeni alırken bazıları almaz.

Paylaşımlarım beğeni alsa da almasa da blogtaki yazılarım okunsa da okunmasa da yazmaya devam ediyorum. Çünkü gündeme dair veya gündem dışı yazdığım bu yazılar içimi döktüğüm sayfalardır.

Yazılarımda mizah, hiciv ve üstü kapalılık eksik olmaz. Hafif hafif dokundururum. Yazılarımın çoğunda anılara yer verir, yazdığım yazıyla bağlantı kurarım.

Dokundurduğum yazılar bazılarının daha doğrusu büyük çoğunluğun pek hoşuna gitmese de yazmaya devam ediyorum.

Zaman zaman bu kadar yazı yazmak yerine, çoluk çocuğuna ve işine zaman ayır diyen de eksik olmaz. Gıyabımda konuşan da oluyormuş. İyi de hiçbirini ihmal etmeden yazmamın ne sakıncası var ne zararı var? Kimsenin vazifesi değil.

Eleştirili yazı yazınca, eline ne geçiyor, bir şeyler değişiyor mu diyen de eksik olmaz. Tek kelimeyle sana ne?

İyi şeyler oluyor, onları da gör ve yaz diyen de eksik olmaz. Akıl vereceğine, onu da sen yaz. 

Güneş Motel'in Yeni Müşterileri

Görüyorum ki bu ülkede kalite hiç tesadüf değil. Yeter ki yanlış zamanda yanlış yerde durmamak şartıyla.

Mesela bir partide vekilsin. Partinde durumun ve şartlar çok iyi. Ama partin gelecek vadetmiyor. Gelecek vadetmeyen bir yerde durmak ise intihar gibi bir şey. Çünkü bu imkanlar bir sonraki seçimde ayağını altından kayar gider.

Bu durumda ne yapmak lazım?

Her şeyden önce geleceğini düşünmek zorundasın.

Mevcut partinde dururken el altından başka görüşmeler yapacaksın. Göz kırpana göz kıracaksın. Gel diyene eyvallah diyeceksin. Gelirsem, ne var diyeceksin. Sayılanlar yabana atılır gibi değil.

Baktın ki bu vaatler olacaksa yaşadın demektir.

Bundan sonrası çorap söküğü gibi gelir.

Mevcut partine mesafe koyacaksın.

Memnuniyetsizliğini hissettireceksin.

Ardından partinden bir şekilde istifa edeceksin.

İstifa ederken bana şunlar vaat edildi gibi şeyler söylemeyeceksin. Prensiplerime ve dünya görüşüme partim yabancılaştı gibi şeyler söyleyeceksin. Prensibin yoksa lüzum üzerine partiden istifa ediyorum dersin.

Bağımsız olacaksın.

Ardından, gelecek vadeden, seni vaatlere boğan bir partiye geçiş yapacaksın.

Daha bismillah demeden o partinin merkez karar yönetim kurulu listesine adını yazdıracaksın.

MKYK deyip de geçme.

İlk seçimde vekilsin demektir.

Sonraki vekillikleri saymıyorum bile.

Tüm bu gösterdiğin efor ve çaba, seni intihardan kurtardığı gibi seni yeniden doğmuş gibi yapar, hayata bağlar. Böylece hayatını ve geleceğini garantiye almış olursun.

Birileri şöyle böyle dermiş. Hiç kulak verme. Şahsiyetime laf söyletmem. Hayatım boyunca onurum için yaşadım. Beni bilen bilir diyeceksin. Geçmişi unutanlara Güneş Motel'i hatırlayın. İşte ben oyum diyeceksin.

Senin bu durumunu yani yükselişini ve geleceğini garantiye alışını gören sana gıpta edecek. Belki arkandan onlar da gelecek.

Sakın ola, orada da vekildim. Burada da. Orada da el üstündeydim burada da. Ne anladım deme. Çünkü sen her yerde el üstünde tutulmaya layıksın. Çünkü kalite tesadüf değil. Bu kalite, bu dönüş sende olduğu müddetçe tüm kapılar sana ardına kadar açıktır.

Haydi göreyim seni, kim tutar bu durumda seni.

Oğlum Büyük Düşünmeye Başladı

Piyasanın durumu malum baba. Harçlığıma zam istiyorum.

Zam yaparım yapmaya evlat. Ama bu, memleketin hayrına olmaz.

Baba yapacağın zammın memleketin hayrı ile ne alakası var?

Öyle deme evlat. Sana yapacağım her zam memleketin geleceğini ilgilendirir.

Vazgeçtim zamdan. Boş ver şimdi zammı. Bana vereceğin zamla memleketin geleceği ne alaka? Bunu bana bir açıklar mısın?

Açıklarım açıklamaya ama bana kızmayacaksın. Çünkü bunun mimarı ben değilim. Akıl hocam bir başkası.

Söyle haydi kızmayacağım.

Şimdi sana ne kadar zam yaparsam yapayım. Sen gidip bir ay içinde onun hepsini harcayacaksın değil mi?

Evet. Adı üzerinde harçlık.

İşte bu olmadı.

Niye?

Sana ne kadar harçlık verirsem vereyim. Mesela normal harçlığına bin lira zam yaptım diyelim.

Evet.

Şimdi sen bu zammın hepsini harcarsan, birikmiş ihtiyaçlarını giderirsen, bir anlık mutluluk yaşarsın ama enflasyonu azdırmış olursun.

Ya ne yapmam lazım baba?

Bu zammın 3 yüz lirasını harcayıp 7 yüz lirasını tasarruf edeceksin. Böylece enflasyonu azdırmayacaksın ve memleketin hayrına bir şey yapmış olacaksın.

Baba, sabah sabah dalga geçmenin hiç zamanı değil. Şaka ise hiç kaldıramam.

Ama kızmayacağım demiştin.

Mantıklı bir şey söyle de kızmayayım.

Bende mantık ne gezer. Bu mantığı da akıl hocamdan aldım. Kızacaksan ona kız. Bana niye kızıyorsun?

Yahu baba, verdiğin harçlığı o kadar kısmama rağmen zaten yetmiyor. Buna bin lira zam ilave etsen ne işimi görecek? Vereceğin bin lira zam zaten dişimin kovuğunu doldurmaz.

Sen yine de tasarruf etmeye, her ihtiyacını gidermemeye bak. Çünkü piyasayı azdırırsan enflasyonla mücadele akim kalır. Bu da memleketin hayrına olmaz işte. Ben bu yüzden sana fazla zam vermek istemiyorum.

Tamam baba. Zam istemiyorum. Zam vermediğin için sana kızmayacağım. Zaten yetmiyordu. Vereceğin zam da işimi görmeyecekti. Daha önce nasıl parasız pulsuz, yarı aç çarşı pazar dolaşmışsam yine dolaşırım. Senden istediğim, bu akıl hocan kim? Bunu söyle.

İsim önemli değil evlat. Ben seni bu düşünceyle ileride iyi yerlerde görmek isterim.

Mesela?

Bu şekil harcamayarak memlekete yapacağın katkı ve ürettiğin katma değer sonucunda baş tacı edilirsin.

Yani?

Beş dönem milletvekili seçilebilirsin. Seçildiğin partinin kaç dönem grup başkan vekili olabilirsin. Meclis komisyonlarında başkan olabilirsin. Ekonomi yönetiminden dolayı ekonomi bakanı olursun. Partinin merkez karar yönetim kurulunda zaten banko olursun. Bu da bir sonraki dönemde de vekilliği garantilemen demektir.

Tüm bu makamlar bana, harcamayı kısıp tasarruf ettiğim zaman mı verilecek?

Ne sandın ya. Orta düzeyde İngilizce bilirsen, evlenip dört çocuk sahibi olursan daha iyi olur.

Yalnız ben iyi derecede İngilizce biliyorum. Zararı olur mu?

Bunu orta seviyeye indir. Fazlası zarar, ortası karar olur.

Evlilik?

Evlen. Dört çocuğun olsun. Beklemeye koyul. Arkası gelir. Bu arada üçüncü çocuk için beş yıl boyunca aylık beş bin alırsın. Bir de dördüncü geldi mi yaşadın demek. Çünkü daha fazla çocuk parası alırsın.

Beş yıldan sonra?

Beş yıldan sonra çocuğun masrafı olmaz. O yüzden beş bine de gerek yok. Çocuğun da tıpkı senin gibi tasarruf sahibi biri olur. O da sonunda senin gibi muradına erer.

Ben gidiyorum.

Nereye? Daha harçlığına zammı netleştirmedik.

Zam da istemiyorum. Daha önce verdiğin harçlığı da.

Ne yapmayı düşünüyorsun parasız pulsuz, aç ve susuz?

Oruca niyetlenmeye.

Oruç ne alaka evlat?

Beni bu ahvalden ancak yemezsem, içmezsem, hep oruç tutarsam, oruç adam olursam kurtarır.

Bak kafan çalışmaya başladı. Haydi göreyim seni. Yolun açık olsun evlat. Ölmez, sağ kalırsan bil ki yaşadın. Bu arada beni de çok rahatlattın. Bu arada gideceğin yere de yürüyerek gidersin.

İyi olur baba.

Böylece masrafsız biri olursun. Bu da memleketin hayrı demektir.

22 Şubat 2025 Cumartesi

Selçuk Karaman ve Sağ Beyin

Pusula Haber, BBN Haber'in ardından halen Konya Postası'nda köşe yazarlığı yapmakta olan emekli öğretmen Selçuk Karaman, sağ beyin üzerine nam salmış biri. Kendisi "Sağ Beyin Gelişim Uzmanı ve Klinik Psikolog" olarak tanınmakta. 
Sosyal medyayı da aktif olarak faydalı yönde kullanmakta. Kısa ve öz paylaşımlarıyla mesajını veriyor. 

Mesajını verirken de sözünü esirgemeyen biri. Ucu şuna dokunacakmış, buna dokunacakmış demez. İçinden geldiği gibi paylaşımlara yer vermekte. 

Sayın Selçuk'u çoğu emsallerinden ayıran, dürüstlüğünün yanında sağ beyin üzerine yaptığı çalışma ve paylaşımlar. İkili görüşme ve yazışmalarda insanları rahatlattığı, yol gösterdiği, çözüm ürettiği bir gerçek.

Yakın zamanda çıkardığı "SOL BEYİN ATEİSTTİR/SAĞ BEYİN DİNDARDIR" kitabı kısa zamanda tükenerek ikinci baskısını yaptı. 

Ülkemizdeki eğitim sorununun sol beyinden kaynaklandığını, sağ beyne önem verilmesi gerektiği üzerinde ısrarla çok durmakta Sayın Selçuk.

Yazımın bundan sonraki kısmında, çıkardığı kitabı okuyup etkilenen bir okuyucusu nun, kendisine gönderdiği mesaja sosyal medyadaki profilinde yer vermişti Sayın Selçuk. Toplumsal bir yaraya parmak basan bu mesajla sizi baş başa bırakmak istiyorum:

"Hocam kitabınızı okudum. Okudum bir daha okudum ve okudukça ağladım. Evlilik ile yazınız beni derinden etkiledi. Kitabınızın ne kadar doğru olduğunu anlatmak ve  bu kitabın herkesçe okunması gerektiğini anlatmak için bu maili gönderiyorum.

Emekli hakimim. İki oğlum var. Büyük oğlumun evliliğine itirazım olmadı. Sizin ifadenizle sol beynimizle baktık sanırım. Uzun boylu,. güzel ve kapalı. Tam bizim ailemize göre idi. 

Küçük oğlumun evliliğine itiraz ettim. Hem güzel değildi. Hem de başı açıktı. Oğlan hiç geri adım atmadı. 

Evlenince biz 4-5 sene küçük oğlumla konuşmadık. Torun olunca yavaş yavaş konuştuk ama mecburiyettendi.

Yıllar geçti eşim vefat etti. Bu acı bana ağır geldi hocam. 

1 yıl sonra ben de hastalandım. Yatağa düştüm. Büyük oğlumun eşi bana bakmayacağını söylemiş oğluma.

Beni bakım evine götürün dedim. 

Küçük oğlumun eşi bize geldi. 'Sen benim de babamsın. Eğer seni bakım evine gönderirsek ben kahrolurum. Göndermem' dedi. O an o kadar utandım ki özür lafı ağzımdan çıkmadan bana sarıldı ve birlikte ağladık.

Hocam 10 yıldır Allah razı olsun açık olan gelinim bana mükemmel bakıyor. Kapalı olan aramadı bile.

Kitabınızda 'Sol beyin evlilikleri samimiyetsiz evliliklerdir kısa sürer. Sağ beyin evlilikleri samimidir ve ebedi dünyada da devam eden evliliklerdir' demişsiniz. Ne kadar haklı bir kitap.

Kurda kuşa sizin kitabınızı öneriyorum. İnanın kitabınızı 5 kez okudum hala tadını alamadım. Allah razı olsun sizden."

Hakemlerimiz Niçin Kötü?

Hakemlerimiz niçin iyi olsun? Her alan her sektör her meslekte tek tek dökülürken, kokuşmuşluk her yerimizi sarmışken, hakemlerimizden iyi olmasını, iyi maç yönetmesini beklemek safdillik olur.

Çünkü her alanda olan sorunumuz futbol ve hakemlerimizde de var. Bu da doğaldır. Eğer bir toplumda hemen hemen her alanda kokuşma varsa, bundan hakemlerin de nasibini almaması mümkün değil. Ülke olarak her alanda deve gibiyiz. Neremiz doğru ki hakemlerimiz doğru olsun.

Hakemlerimize gelirsek;

Hakemlerin itibarının yok olmasında ve güven vermemesinde en büyük pay elbette hakemlerindir. Çünkü kimse kimseye itibar elbisesi giydirmez. Her meslek grubu kendi itibarını kendi oluşturur kendi yükseltir kendi korur kendi düşürür.

Hakemliğin bu noktaya gelmesinde en büyük pay hakemlerin olmakla beraber hakemlerin bu derece itibar kaybetmesinde ve hata üstüne hata yapmasında, bu hataların her maçta tekrar etmesinde;

Her maçın tartışmalı pozisyonlarının televizyonlarda maç sonrası ağır çekim defalarca gösterilmesi, hakemlerin tu kaka yapılması, hep eleştirilmesi,

Özellikle FB ve GS kulüplerinin hakemler ve merkezi hakem kurulu üzerinde baskı uygulaması,

Hakemlerin büyük kulüplere yaranma gayretleri, büyük kulüpleri koruyup kollamaları,

Büyük takım yöneticilerinin maçlarını yöneten hakemleri hedef göstermesi gibi hususların da etkisi olduğunu düşünüyorum.

Hakemler hata yapar. Çünkü anlık karar vermek ve düdük çalmak zorunda. Hakemin bu anlık düdüğünü biz defalarca izliyoruz. Eski hakemler penaltıydı, değildi tartışması yapıyor. Tekrarında bile biz ikiye bölünüyorsak, hakem hatalarını hoşgörüyle karşılamamız gerekir. Kasıtlı taraf tutması olmadığı müddetçe hakem hataları toleransla karşılanmalı. Ceza verilecekse merkez hakem kurulu en ağır şekilde cezalandırmalı. Sürekli eleştirilen, maçtan fazla konuşulan hakemin doğru karar vermesini beklemek abesle iştigaldir. Unutmayalım ki sürekli eleştirilen her daim hata yapar.

Ayrıca hakemler de insan. Hata yapar. Hangimiz yapmayız ki. Hangimiz yunmuş yıkanmışız. Hatasız kul olmaz diyeceğimiz yerde yerden yere vurduğumuz hakemden doğru maç yönetmesini beklemek beyhude çabadır. Hakem adil maç yöneteceğim, bu sefer hata yapmayacağım dese bile doğru maç yönetemez. Çünkü hata yaparsam tu kaka yapılacağı psikolojisini taşıyan rahat ve sağlıklı maç yönetemez.

Hakemlerin doğru ve adil maç yönetmesini bekliyorsak hakemleri rahat bırakmamız gerek.

Zaman zaman yine hata yapacaklar ve böyle pişecekler.

Hata yapıyorlar deyip yabancı hakem getirmek hiç akıl kârı değil. Ülkenin ayıbıdır.

Burada hakemleri savunuyor değilim. Onların psikolojisini anlamaya çalışıyorum. Hakemlerden doğru maç yönetmesini bekleyen bizler ne kadar doğru ve düzgünüz? Futbolcu ve teknik heyet olarak ne kadar düzgünüz? Futbolumuz yerlerde sürünüyor. Biz hakem beğenmiyoruz. Adil olsun diye çuval çuval para vererek dışarıdan hakem getiriyoruz. Ayrıca futbolda ne kadar adalet beklediğimiz de tartışılır. Çünkü taraftarı gözümüzü bürümüş ve lehimize karar verilsin istiyoruz. Adalet anlayışımız maalesef böyle.

Unutmayalım ki kendine güvenen, iyi futbol oynayan bir takım hakeme rağmen maç kaybetmez. Hakemin hatasını maç içerisinde pekala telafi edebilir.

Bizimkiler kötü diye dışarıdan hakem getirilmektense ligi tatil edelim, maç oynanmasın daha iyi.

Eğer tatil edilmeyecekse dört büyüklere özellikle GS ve FB’nin şımarıklığına, hep hakemle oynamasına dur denmeli. Ligi bu iki kulübün oyuncağı olmaktan kurtarmalı.

Bir diğer husus da Futbol Federasyonu maceracı, eyyamcı, FB ve GS'nin maskarası olan başkan ve yönetimlerden temizlenmeli. Şener Erzik gibi futbolu bilen, ağırlığı olan kişiler başkan yapılmalı. Burası, "Ben burada olduğum müddetçe yabancı hakem gelemez deyip de yabancı hakeme oy veren kimselerin çiftliği olmamalı. 

21 Şubat 2025 Cuma

Kar Sevincimiz Nasıl Olmalı?

Memleketine kar yağan, ardından kar tatili yapan, kayan, kartopu oynayan, şu kadar santim kar yağdı diyen, bunu sosyal medya ve televizyon aracılığıyla yayan, sevinç gösterisi yapan, ardı arkasına eğitime kar engeli duyurusu yapan etkili-etkisiz, yetkili-yetkisiz ve de sorumlu-sorumsuz kardeşlerim,

Memleketinize yağan kara sevinin.

Bir güzel tatil yapın.

Kayın.

Birbirinize kartopu atın.

Elinize küreği alın, evinizin önünde biriken karı temizleyin.

Bu anı ölümsüzleştirmek için her bir karesinde poz verin.

Eski kışlar gibi kış yaşadık deyin.

Cümbür cemaat bir yerde toplanın.

Kar bayramı yapın.

Biz Allah'ın sevgili kuluyuz.

Bereket ocağımıza geldi deyin.

Tüm bunları ve daha fazlasını yapın. Ama kendi aranızda yapın.

Neden derseniz?

Çünkü sizin gibi kar gören var ama görmeyen var.

Kara hasret olanlar var.

Kar tatili yapamayanlar var.

Kar yağmadığı için eğitime kar engeli haberini alamayanlar var.

Size yağan karın kuru ayaz ve soğuğunu çeken var.

Haliyle kara kara düşünenler var.

Bu durumda siz ne yapıyorsunuz? Gerçekten ne yaptığınızın farkında mısınız?

Yapmayın, etmeyin, bırakın bu tür havadisleri artık.

Yağan karı cümle aleme göstererek kara hasret olanların ağzının suyunu akıtmaya ne hakkınız var?

Unutmayın ki bu toplumun yarısı kadın ise yarısı da erkek çocuğu.

Göz hakkı denen bir şey var değil mi?

Sizden ne istiyorum biliyor musunuz? Eskinin biraz duyarlılığını.

Siz bilmezsiniz. Çünkü sizler şeffaf poşet neslisiniz. Bu poşetler çıktı. Eski duyarlılık kalmadı.

Babalarımız ne yapardı derseniz. Eskiden babalarınız, bakkal ve marketten bir şey aldı mı, aldığını kese kağıdına koydururdu. Alan var, alamayan var. Alamayanlar ummasın, göz hakkı olur derdi.

Sizden, yağan karı kese kağıdına koyun demiyorum. Zaten bu mümkün değil. Şeffaf poşete koyup cümle aleme gösterir gibi yapmayın. Babalarınızın kese kağıdı duyarlılığını emaneten alın vesselam.

20 Şubat 2025 Perşembe

İlelebet Başkanlar Ülkesi

Yazıma, Anadolu’da Bugün gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Erhan Dargeçit’in bir paylaşımına yer vererek başlamak istiyorum:

“...Ülkede bir başkanlık kapmak ilelebet başkanlık demektir.

Mesela TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu, 2001'den beri 24 yıldır TOBB Başkanıdır.

TESK Başkanı Bendevi Palandöken, 1990 yılından bu yana 35 yıldır Türkiye Bakkallar ve Bayiler Federasyonu, 2007 yılından bu yana 18 yıldır da TESK başkanıdır.

TZOB Başkanı Şemsi Bayraktar, bu göreve 2003 yılında gelmiştir ve 22 yıldır başkandır.

Mahmut Arslan, 2002 tarihinden bu yana 23 yıldır Hizmet İş Sendikasının, 2011 tarihinden bu yana 14 yıldır da Hak İş Konfederasyonunun genel başkanıdır.

Türk İş Başkanı Ergün Atalay, 1999 yılından bu yana 26 yıldır Demiryol İş Sendikasının genel başkanlığını yürütürken, 2013 yılından bu yana da Türk İş Başkanıdır.

Yani bunu sayfalarca çoğaltmak mümkündür. Hele derneklere, vakıflara girmiyorum bile...

Şimdi bu başkanları bir kesim delegasyon seçer. Yani toplumun büyük bir kesimi değil, Çoğunlukla kendi belirledikleri küçük bir delege takımı seçer..."

Erhan Bey örnekleri çoğaltma mümkün demiş. Fazlasına yer vermemiş ise de ben kaldığı yerden devam etmek istiyorum.

Mustafa Kemal Atatürk, 1923-1938 yılları arasında 15 yıl Cumhurbaşkanı. Görevde iken vefat etmeseydi, öyle zannediyorum, ölünceye kadar Cumhurbaşkanımız olacaktı.

İsmet İnönü, Atatürk'ün ardından 12 yıl Cumhurbaşkanlığı yaptı. Partisi seçimi kaybetmeseydi, Cumhurbaşkanlığı ölünceye kadar devam edecekti. Partisinin 33 yıl genel başkanlığını yaptı.

Alparslan Türkeş, 1969-1981 ve 1993-1997 yılları arasında MHP'nin hem kurucusu hem de ilk genel başkanı olarak ölünceye kadar MHP'nin başında olmuştur.

Necmettin Erbakan, MNP (1970-1971), MSP (1973-1981), RP (1987-1998) ve SP (2003-2011) yılları arasında kurduğu partilerin genel başkanı oldu. Bu genel başkanlık ölünceye kadar devam etti.

Aykut Edibali, IDP (1984-1992), MSP (1992-2022) yılları arasında kurduğu partilerin genel başkanlığını ölünceye kadar devam ettirdi.

Devlet Bahçeli, Türkeş’in ardından 1997’den bu yana MHP’nin genel başkanı. Öyle zannediyorum, bu genel başkanlık ölünceye kadar devam edecek.

Recep Tayyip Erdoğan, 1994 yılından bu yana kah belediye başkanlığı kah başbakanlık yaptı. 2002 yılından bu yana kurduğu partisinin genel başkanı. Halen üçüncü dönem Cumhurbaşkanlığı yapıyor. Görev süresi 2028 yılına kadar devam edecek. Meclis erken seçim kararı almazsa veya Anayasa değişikliği olmazsa genel Bakanlığı devam etse de Cumhurbaşkanlığı sona erecek. Öyle görünüyor ki Erdoğan da ölünceye kadar koltukta bir şekil oturmaya devam edecek.

Başbakan ve Cumhurbaşkanlığı yapan Süleyman Demirel, kurduğu AP (1964-1980) ve DYP (1987-1993)’nin genel başkanlığını yaptı. Bıraktığı partisi gelecek vadetseydi, Cumhurbaşkanlığının ardından partisinin başına geçerdi. Ama gözü kesmedi.

Bülent Ecevit, 1972-1980 arası CHP, 1987-2004 arası DSP genel başkanlığını yaptı. Genel başkanken vefat etti.

Adnan Menderes, 1950-1960 arası 10 yıl başbakanlık ve partisinin genel başkanlığını yaptı. 1960 darbesiyle indirilip idam edilmeseydi, partisinde genel başkanlığı ölünceye kadar devam edecekti.

İHH başkanı Bülent Yıldırım, 1992 yılından bu yana kurduğu vakfın başkanı.

Tarikat şeyhleri posta oturduktan sonra ölünceye kadar zaten bu göreve devam etmektedir.

Verdiğim örnekten ibaret değil bu ülkedeki ilelebet başkanlık. Say say bitmez.

Görünen o ki bir koltuğa bir şekil oturan mezara kadar devam ettiriyor başkanlığı. İster seçimle olsun ister atama ile olsun, ister başarılı olsun ister başarısız, fark etmiyor. Hepsi aynı kapıya çıkıyor: Başkanlık. 

Bu demek değildir ki bu ülkede koltuğu kapan bir daha bırakmıyor. Kendi isteğiyle köşesine çekilen ve tadında bırakan bir elin parmaklarını geçmez. Diğerleri yani kaybedenleri, bu ülkenin ilelebet başkanlık kriterini tam yerine getiremeyenlerdir. Ya çok demokrat ya da bu konuda çok beceriksiz olduklarından olsa gerek. Değilse, onlar da ilelebet başımızda kalırlardı. Bunun için ilelebet başkan olanlardan kurs almaları gerekirdi. 

Belli ki Kar Küs Bize

Tüm Konya merkez, dört gözle kar bekliyor.

Şu gün yağacak, bugün yağacak.

Yağdı yağacak, haydi yağ diyor.

Olmadı, yağdır Allah'ım diyor.

Beklenen kar bir türlü gelmiyor.

Kar yağmazsa şayet.

Susuzluk kapıda bu sene.

Barajlar boşaldı.

Yazın su kesintisi olur.

Bu sefer iyi geliyor.

Yüzler gülecek deniyor.

İstanbul'a giriş yapmış.

Bu demektir ki bize de gelecek.

Sabahtan akşama hava kapanıyor.

Soğuk soğuk rüzgar esiyor.

Başlıyor kar atıştırmaya.

Şimdi oldu. Dolduracak bu sefer deniyor.

Kar tatili bekleyen kesimin yüzü gülüyor.

Bir bakmışsın arkası kesiliyor.

Hepsi bu kadar mıydı? Olmadı şimdi deniyor.

Az sonra yine bir kar atıştırması.

Bir bastırıyor. Sonra kesiliyor.

Sabah kalkınca çatı ve arabaların üzerinde hafif beyaz bir şey görünüyor. Kara benziyor ama belli ki kırağı.

Kısaca çevreye, civara, uzaklara yağan kar, Konya merkeze yağmıyor. Ucunu bir gösteriyor. Sonra kesiliyor. Haliyle Konyalı kara hasret.

Belli ki kar Konya'ya küs.

Ara ara soğuktan mıdır, atıştırma mıdır bilinmez. Belli ki kar değil.

Belki de hiç beklemeyin. Size kar yok. Sadece karın ve renginin nasıl bir şey olduğunu unutmayasınız diye size böyle gösteriyorum deniyor.

Barışı nasıl sağlarız bilmem. Bildiğim bir şey varsa, kar Konya'ya, bize küs. 

Yokluktan Varlığa

Bir zamanlar bu ülkenin;

Çoğu şehrinde üniversite yoktu.

Çoğu yerinde havalimanı yoktu.

Hastanelerine MR yoktu.

Paletli ambulans da yoktu düz ambulans da.

Buzdolabı yoktu.

Traktörü yoktu.

Elektriği bile yoktu.

İnsanımız muma mahkumdu.

Emekliye bayram ikramiyesi yoktu.

İşçi, memur ve emekliye promosyon yoktu.

Doğal gaz çıkmazdı. Çıkarılsa da belli bir süre bedava yapılmazdı.

Yüksek hızlı tren yoktu. Olmayınca, tren biletleri bir süre bedava olmazdı.

65'lilere toplu taşıma ücretsiz değildi.

WC ücretleri bedava değildi.

Üniversiteye girişte baraj puanı getirilmişti. Her sınava giren üniversiteye giremezdi. Giremediği için üniversite özlemi çekerdi.

Şehir hastaneleri yoktu.

Müteşebbislere iş garantisi yoktu.

Kur garantili mevduat yoktu.

Yaşlılık ve dul maaşı yoktu.

Emekli sayımız azdı. Her birinin maaşı farklı farklıydı.

Muayene ücretini ve hastane masrafını karşılayamadığı için insanımız hastanede rehin alınırdı.

Muayene olamadığını, olduysa da ilaç bulamadığını hiç söylememe gerek yok.

Ameliyatlarda bıçak parası dışında hiçbir şey yoktu.

Taziyelerde belediyeler taziye yerine otobüs vermezdi. Etli ekmek yaptırmazdı.

Enkaz devralındı diyeceğim ama bu söz çok hafif kalır. Kısaca yoktu yok.

Öyle bir zaman geldi ki bu ülkeye sihirli bir el dokundu:

Her şehre üniversite açıldı. Hatta bazı şehirlere fazlası açıldı.

İlçelere iki yıllık bölümler açıldı.

Hemen hemen her şehre hava alanı yapıldı.

Hastanelerde MR geldi.

Ambulans zibil gibi oldu. Üzerine paletlisi geldi. Yurtdışından hasta getirilir oldu.

Buzdolabı geldiği gibi çift kapılısı var şimdi evlerde. Hem de No frost. İlaveten her evde derin dondurucu var.

Traktör arttı.

Elektriksiz ev yok. Sarı lambalardan kurtuldu. LED ampuller yaygın. Elektrik kesintisi zaten yok. Mumlar artık doğum günlerinin vazgeçilmezi oldu.

Emekliye ilaveten iki bayram ikramiyesi geldi. Promosyon verilir oldu.

Doğal gaz çıkarıldı. Bir yıl boyunca sıcak su ve mutfak bedava oldu.

Yüksek hızlı tren geldi. Hangi şehre gelmişse bir süre bedava binildi.

65'lilere toplu taşıma ücretsiz oldu. Dün otobüse binmeye 65'liler otobüsten inmez oldu.

Pırıl pırıl WC'ler herkese ücretsiz oldu. Eskiden küçüğe ayrı, büyüğe ayrı tarife uygulanırdı.

Çocuklarımız yeterli puanı alamasa bile üniversite tercihi yapabiliyor ve okuyabiliyor. Dün okur yazar oranımız çok idi. Bugün üniversiteli mezunumuz daha çok.

Çoğu şehrimize şehir hastanesi açıldı. İnsanımız rahatça muayene olur oldu.

İş garantisi gelince, müteşebbisler kesenin ağzını açtı. Ülkeyi bir baştan öbür başa imar etti. Yol, otoban, köprü, havalimanı, şehir hastanesi yaptı. Haliyle ülke gelişti. Tüm bu hizmetler için devletin kesesinden bir kuruş çıkmadı.

Kur garantili mevduat verilince insanımız yastık altını üstüne çıkardı. Haliyle dövizin beli kırıldı.
Yaşlılık ve dul maaşı, hastaya bakım ücreti verildi. Yaşlı, dul olanlar başkasına muhtaçlıktan kurtuldu.

Emekli sayımız çoğaldı. Asgari emekli ücreti belirlenerek emekliler arasındaki ayrım kaldırıldı.

Hastanelerde muayene ücreti ödemeden rahat muayene olunur oldu. Bıçak parası tarih oldu. İlacı istediğin yerden alabiliyorsun.

Belediyeler taziyelere otobüs verdi. Etli ekmek götürdü.

Hasılı say say bitmez. İnsanın nereden nereye diyesi geliyor.

Tüm bunları yeni nesil bilmez. Yeni olmayan neslin bir kısmı da unuttu. Ama yine de hatırı sayılır unutmayan insanımız var. Öyle ya yapılan iyilik unutulur mu?

Bu arada bu yapılanların ve olanların bir kısmı öncesinde varmış. Sahipleniliyormuş. Elbette sahiplenilecek. Çünkü devlette devamlılık ve sahiplenme esastır. 

19 Şubat 2025 Çarşamba

İncinenler İncitmeyi Öğrendi

Gördüm, işittim, gözlemledim ve tecrübe edindim. Yaşarsam daha neler göreceğim hiç kestiremiyorum:

Bir zamanların;

Mağdurları mağrur oldu.

Müstazafları müstekbir oldu.

İncinenleri, incitir oldu.

Mazlumları zalim oldu.

Ayıplayanları ayıplanır oldu.

Eleştirenler eleştiriye gelmez oldu.

Hakaret edilenleri hakaret eder oldu.

Sesi kısık çıkanları, sesi gür çıkar oldu.

Dışlananları dışlar oldu.

İtilip kakılanları itip kakar oldu.

Had bildirilenleri had bildirir oldu.

Ne olur bizi bir dinleyin ve anlayın diye yalvar yakar olanları dinlemez ve anlamaz oldu.

Bahane ve gerekçe üretenler gibi mazeret üretir oldu.

Korku verenleri gibi korku verir oldu.

Çelişenler gibi çelişen oldu.

U dönüşü yapanlar gibi U dönüşü yapar oldu.

Zikzak çizenler gibi zikzak çizer oldu.

Her şeyi ağzına yüzüne bulaştıranlar gibi ağzına yüzüne bulaştırır oldu.

Köşeyi dönenleri gibi köşeyi döner oldu.

Ne oldum delileri gibi ne oldum budalası oldu.

Büyük laf edenler gibi büyük laf eder oldu...

Görünen o ki bir zamanların incinenleri, incine incine incitmeyi öğrendi ve bir zamanların incitenlerini öğretmeni kabul etti ve incitir oldu. İncitmeyi de gördüğüm kadarıyla seviyor.

Bu arada başta incitme olmak üzere her alanda boynuz kulağı geçti. Selefleri ellerine su dökemez. Bu konudaki rekorlarını kimse egale edemez.

Hasılı, bir zamanların dürüstlerinin dürüstlükleri yokluktanmış. Her şey imkan ele geçinceye kadarmış. Hepsi, birer kıskançlıkmış, hazımsızlıkmış. Siz çok demlendiniz. Biraz da biz demlenelim demekmiş.

Ne diyelim, ruhuna Fatiha! 

Erkeğin Temizliği ile Kadının Temizliği

Koridordayım. Koridor güzelce yıkanmış. Bu yıkamadan koridorda bulunan iki sandalye ve masa da nasibini almış. Daha doğrusu üzerine su tutulmuş.

Sandalye ve masalar bir temiz bezle silinip kurulanmadığı için sandalyenin otura otura içine çöken kısmında biriken su, kuruduktan sonra lekeli kalmış.

Pek sandalyede oturmadığım için oturma ihtiyacı hissetmedim. Sandalyedeki toz lekesini de görmedim. Bir meslektaşım gösterdi. Göstermekle de kalmadı. "Erkeklerin temizliği böyle olur, temizlikleri de bir işe yarasa" dedi.

Alt kata inerek görevliye sandalyeleri bir kez daha silmesini istedim.

Silinmiş ama daha önce oluşan toz lekesi tam çıkmamış.
*
Fi tarihinde bir okulda yaz dönemi idarecilik yaptım. Okulda yaz dönemi Kur'an öğrenmek isteyen öğrenciler için kurs vardı.

İdareci ve personeli tanımaya çalışıyorum. Bir kadın dolaşıyor orta yerde. Kimsin diye sordum. Hizmetliyim dedi. Kadrolu musun dedim. Hayır dedi. Okul aile birliği aracılığıyla çalıştırılıyorum dedi. İyi de okul dönemi olsa ihtiyaç vardır. Olurdu. Yalnız yaz dönemi birlik aracılığıyla çalışman olmamış. Kaç paraya çalışıyorsun dedim. Söylediği miktarı hatırlamıyorum. Sigorta yapıldı mı dedim. Hayır. Sizden önceki müdürle sigortasız bu fiyata anlaştık dedi. Ben bu işe sıcak bakmıyorum. Daha sonra tekrar bu konuyu konuşuruz dedim.

Müdür yardımcısına, şurada oturan bir genç erkek var. Bu kim dedim. Okulun kadrolu hizmetlisi dedi. Bu kadrolu hizmetli varken ve yaz dönemi hizmetli ihtiyacını görebilirken bu kadının birlik üzerinden çalıştırılmasının hikmetini sordum. "O hizmetli, çocuk yuvasından yetişmiş, yurt çocuğu. İş yapmaz dedi. İyi dedim.

Sabahtan akşama boş boş oturan hizmetliyi çağırdım. Tanıştım. Sağdan soldan biraz konuştum.

Ardından, sen varken bu kadının yaz dönemi çalışması doğru mu dedim. "Doğru değil" dedi. Bu kadının sigortası yok. Okulun imkanları belli. Fazla iş yükü yok. Sen yapamaz mısın birkaç sınıf, koridor ve tuvalet temizliğini dedim. "Ben yaparım yapmaya ama ben iyi temizleyemem. Kadınlar daha iyi yapar" dedi. Elbette temizliği kadınlar daha iyi yapar. Erkeklerinki çok iyi olmayabilir. Ama olduğu kadar dedim. "O zaman olur, yaparım" dedi.

Az sonra kadını çağırdım. Her ne kadar benden önceki müdürle anlaşmış isen de benim gönlüm sigortasız çalışmana razı değil. Bunun riski de var. Okulun bütçesi de çok iyi değil. Ayrıca çalışanımız var. O varken sizin çalışmanız çok uygun değil. Okulun menfaatini düşünmem lazım. Bugüne kadar çalıştığını ödesem nasıl olur? Bana gönül koymazsın umarım dedim. "Siz bilirsiniz. Gönül koymam" dedi.

Yedi gün çalışmış. Anlaşılan maaşın yedi günlüğünü ödemek suretiyle kadın işi bırakmış, birlikten de para çıkmamış oldu.

Çalışmaz. Çünkü bu yurt çocuğu dedikleri genç hizmetli, her gün okulu erkenden açtı. Temizliği de yaptı. Okulun ufak tefek tadilatı için cumartesi, pazar günleri okulu açmak istediğimizde, "Hocam, ben gelir açarım. Ustanın işi bitinceye kadar da yanında beklerim" dedi. Dediğini de yaptı çocuk.

Başka bir gün kısa faslı bir konuşma arasında "Hocam, ben buraya falan ilçeden geldim. O okulda iş yapmadım. Buraya nakil geldim. Sizden önceki müdürü sevdim. Çalışmaya başladım. Sizi de sevdim. Çalışıyorum" dedi. Ayrılıncaya kadar hem mesaiye riayetinden hem de temizliğinden memnun kaldım.

Bu iki anekdotun ardından şimdi geleyim sadede. İlk anekdotta meslektaşımın "Erkeklerin temizliği de temizlik olsa, bir işe yarasa" sözüne.

Erkeklere göre kadınların temizliği daha iyidir. Genel kanaat ve görüntü böyle. Şu var ki her kadın böyle değil. Çünkü kadınlar içerisinde paspal olanlar, sayıları az olsa da var. Tıpkı erkeklerin büyük çoğunluğunun temizlik konusunda özensiz olduğu gibi. Şu hakkı da teslim edeyim. Öyle erkek hizmetlilerle çalıştım ki temizliği kadından daha iyi yaptığını gördüm.

Kadın ve erkeğin temizliği konusunda ilaveten şunu söyleyebilirim. Kaba temizlikte erkekler daha iyiyken ince temizlikte kadınlar daha iyidir.

Eskiden kadının yaptığı, erkeğin yaptığı işleri sınırları belli idi. Hatta kamuya eleman alımında bile şartlar arasında erkek olmak ya da kadın olmak var idi. Son yıllarda bu şartlar kalktığı gibi erkeğin kabul edilen işlerini kadınların, kadının kabul edilen işlerin de erkekler tarafından yapıldığı bir gerçek.

Günümüzde her ne kadar herkes her işi yapsa da bir hakkı teslim etmek gerek. Erkeğin temizliği başka kadınınki başka. Daha doğrusu iki cinsiyet arasında temizlik konusunda anlayış farkı var: Kadınlar daha özenli ve titiz iken erkekler özensizdir. Erkeklerin bu özensiz olmasında kadınların temizliğini anlamaması, gereksiz ve abartı olduğunu düşünmesidir.

Tamam erkeklerin temizliği bir işe yaramasa da kadınların temizliği de bezdiren türdendir. O kadar titiz olmaya gerek yok. Çünkü çoğu kadının temizlik konusunda hastalık derecesinde temizlik hastası olduğu aşikar.

Böyle temizlik hastası kadınları görünce, varsın keşke paspal olsaydı diyorsun. Çünkü bu temizlik hastalığı hayatı zindan eden türden. Muhatabına hayatı zindan etmeye değer mi? Eğer böyle olacaksa varsın erkeğin temizliği gibi olsun temizlik.

18 Şubat 2025 Salı

Her Şey Adaletin Tesisi İçin

Etkili ve yetkili bir makamın keyfine diyecek olmaz. İmkanlara kavuşuyorsun, şöhret sahibi oluyorsun. Emrinde çok sayıda çalışan olur. Yaptıracağın işi emrediyorsun, yapılıyor. Bir dediğin iki edilmiyor.
Etkili ve yetkili bir makamda her şey yolunda giderken makam olur bir kebap.
Yalnız bu makamın bir de sorumluluğu var. Ah şu sorumluluğu olmasa makamlara doyum olmaz.
Mesela diyarı Dicle'de kurdun kaptığı koyundan sorumlusun. İşte bu sorumluluk ağzının tadını bozar.
Etkili ve yetkili makam sayesinde kimse bir şey diyemese de homurdanmalar sinir bozucu olur. Nerede adalet demeye kısık sesle başlanır.
Bu durumda adaleti tesis etmek vacip olur. Bunun için;
En ufak bir ses çıkaranı susturacaksın.
Adaleti dile getireni söylediğine, söyleyeceğine pişman edeceksin.
Sesini yükselteceksin. Göreceksin gününü diyeceksin.
Bu zaten şöyle deyip itibar suikastına maruz bırakacaksın.
Hedef göstereceksin.
Ağzının payını verdikten sonra bununla yetinmeyip soruşturma açtıracaksın. Hatta gözaltına aldıracaksın.
Bu kimsenin maruz kaldığını gören sesini kesecek. Ben de sesimi çıkarırsam, bunun başına gelen benim de gelir diyecek. Ortalık sütliman olacak.
Kısaca aykırı seslere göz açtırmayacaksın.
Herkes sesini kestikten sonra ortada sorun kalmayacağı için adaleti bu şekilde sağlamış olursun.

17 Şubat 2025 Pazartesi

Adaleti Yabancıdan Beklemek

Dünyanın, özellikle bir İslam dünyasının herhangi bir yerinde, bir iç karışıklık veya savaş olur.

İç karışıklığı veya savaşı durdurmayı süper güçlerden, özellikle ABD'den bekleriz.

"Burada petrol yok da ondan müdahale etmiyor. Ölenler nasılsa Müslüman. Müslüman'ın Müslüman'dan başka dostu yoktur" gibi serzenişlerimiz olur.

Kendi sağlayamadığımız barışı bitimi kadar sevmediğimiz ABD'den bekliyoruz.

Süper Lig kulüplerimiz hemen hemen her maçında, hakemler tarafından korunup kollanmasına rağmen takımlarının aleyhine bir düdük çalsa, o hakemi yerin dibine batırıyorlar. İstenmeyen kişi ilan ediyorlar.

Büyük kulüplerden özellikle GS ve FB kendi maçlarındaki pozisyonlardan ziyade ezeli rakibinin pozisyonlarını masaya yatırıyor. "Yok penaltı idi, değildi, öncesinde faul vardı. Pozisyon sarı kart idi, göstermedi, kırmızı karttan atılmalıydı. İkinci sarıyı veremedi. Bu hakemlerle olmaz. Bu lig bitmez. Biz kendi lehimize bir şey istemiyoruz. Sadece adalet istiyoruz" gibi açıklamalar yapıyorlar.

Sonunda olmayacak bu hakemlerle deyip yabancı VAR'da karar kıldılar.

Bunun ardından orta hakemler de yabancı olsun şeklinde şimdiden dillendirmeye başladılar.
Bu ağlama, sızlama böyle devam ederse büyük ihtimalle orta hakemler de yabancı olur.

Kendi hakemlerimizle sağlayamadığımız adaleti yabancı hakemlerden bekliyoruz.

Kendi futbolcularımızı beğenmiyoruz. Beğendiklerimize de fazla para vermiyoruz. Futbol hayatının son demlerini yaşayan yabancı futbolculara dünya kadar para vererek bunlarla maç kazanmayı, şampiyon olmayı, takımı kurtarmayı bekliyoruz.

Aynı şekilde çoğu kulüplerin teknik heyeti de yabancı.

İster futbolcu ister futbolcu olsun bu yabancılar öyle bir sözleşme yapıyorlar ki iyi oynasalar da kötü oynasalar da son kuruşuna kadar paralarını alıp öyle gidiyorlar.

Verdiğim örneklerden anlaşılacağı gibi barış için ABD'den, adalet için yabancı hakemden, iyi futbol için yine yabancıdan, aynı şekilde iyi oyun oynatmadı ve şampiyon yapması için yabancı teknik direktörden medet bekliyoruz.

ABD kaostan besleniyorsa niye akan kanı durdursun?

Kendi hakeminle sağlayamadığın adaleti, yabancı hakem niye ve nasıl sağlasın?

Kendi futbolcundan ve teknik heyetinden alamadığın verimi, yabancı futbolcu ve teknik heyet niyet versin?

Burada el elin eşeğini türkü çağırarak arar sözünü tam hatırlamanın zamanı.

Bizim bir defa bu kafa yapısından kurtulmamız gerekir.

Bir diğer husus, bizim bu her şeyi başkasından bekleme, onları kurtarıcı görme durumumuz şuna benzer: Görücü usulü evlenmenin yaygın olduğu eski zamanlarda, oğluna gelin arayan anne, mahallesindeki komşu kızını beğenmez, burun kıvırır. Oğluna uzak mahallelerden kız arar ve bulur. Bu annenin niyeti halis. İstedi ki ailemize ve oğlumuza yakışan bir gelin olsun. Uyum ve geçim olursa ne âlâ. Şayet olmazsa, annenin ömrü pişmanlıkla geçer. Mahallemdeki gül gibi kızı kaçırdım diye. Teşbih oldu veya olmadı. Ama şu var ki biz her şeyi uzaktan, yaban ellerden ve yabancılardan bekliyoruz. Şu var ki kendi ülkesinde kendi insanıyla adaleti sağlayamayan, başkasıyla özellikle yabancıyla asla sağlayamaz.

Sözü uzatmadan, adalet arayan bizler gerçekten adaleti istiyor muyuz? İstediğimizi sanmıyorum. İstesek şu âna kadar sağlardık. İstemiyoruz ki beklenen adalet bir türlü gelmiyor. Biz ne istiyoruz? Bizi koruyup kollayan, istediğimizin gerçekleşeceği kendi adaletimizi istiyoruz. Buna da adalet denmez zaten.

16 Şubat 2025 Pazar

Din Eğitiminin En Sakıncalı Kısmı

"Din eğitiminin, benim gördüğüm en sakıncalı kısmı, yetkin olmayan ellerde hazırlanıp yetkin olmayan eller tarafından verildiğinde; bizler metafiziksel varlıklarız. Bizlerin ruhsal dediğimiz bir yanımız var. Büyük sorulara, büyük konulara meraklıyız. Bu meraklarımızı öldürüyor daha erken yaşta. Çocuğa daha erken yaşta uyuşturucu nev’inden bir dini formülasyon yüklendiği zaman 50-60 yaşına kadar hiçbir sorun yaşamadan zararsız bir vatandaş yetiştirebiliyorsun. Demek ki sistem bunu istiyor"(https://youtube.com/shorts/wK0IDpdT0Ew?si=_o2wQfKEPmbgLLIf)

Bu alıntı, Sinan Canan'a ait. Sinan Canan, "Gerek öğrenme, lisan, zihinsel performans, yaratıcılık, sanat, inançlar, eğitim, ebeveynlik gibi temel konuların nörobiyoloji açısından açıklamaları üzerine, gerekse kaos teorisi, karmaşıklık, fraktal geometri, doğadaki biçimler gibi genel bilimsel konular üzerine verdiği eğitimler, konuşmalar ve Youtube yayınları ile tanımıştır". (Wikipedia).

Sinan Canan'ın bu kısa videosundan siz ne anladınız ya da bu görüşüne katılıyor musunuz? Tespitini ne derece objektif bulursunuz bilmem. Ben hem ilginç buldum hem de tespitini yerinde buldum.

Canan'ın bu kısa videosundan, sistemin ya da yerleşik düzenin, uslu çocuk uslu vatandaş uslu insan yetiştirmek istediğini bunun için de din eğitiminden yararlandığını anlıyorum. Bu amaca ulaşmak için sistemin;

Yetkin olmayan ellere din eğitimini hazırlattığı,

Yine yetkin olmayan kişiler eliyle din eğitimini verdirdiği,

Çocuklara, uyuşturucu nev’inden bir dini formülasyon yüklendiği,

Yüklenen bu etkinin insandaki fiziksel ve ruhsal merak duygusunu yok ettiği,

Bunun da 50-60 yaşına kadar sürdüğü,

Böylece zararsız vatandaş yetiştirmiş olduğu,

Anlaşılıyor.

Canan’ın bu tespitini test için din eğitimi alanların yaşantısını göz önüne getirmek gerektiğini düşünüyorum. Din eğitimi alanların sosyal medya paylaşımları bile bize bazı ipuçları verebilir.

Videoda geçen din eğitimi derken sadece İslam dini eğitimi anlaşılmamalı. Sistemler tarafından dinlerin bu şekilde kullanıldığı düşünülmelidir.

Burada İŞİT, DAİŞ, el Kaide, Taliban türü örgütlerin uslu çocuktan ziyade zararlı ve yaramaz çocuk yetiştirdiği söylenebilir. Buna da şöyle cevap vermek mümkün. Uluslararası sistem, bir yerdeki emellerine ulaşabilmek için bu tür örgütleri öne sürdüğü, bu örgütlerin, gerçekleştirdiği terör eylemleri o ülkeyi işgali beraberinde getirdiği düşünülürse, bu örgütlerin de sistemin bir parçası olduğu anlaşılır.

Sonuç olarak, adı din eğitimi veya herhangi bir ideoloji olsun, çocuk veya genç yaşta boş veya sıfır beyinlere fazlaca enjekte edilirse, hepsi uyuşturucu etkisi yapar sonucu çıkarılabilir. Bu da birçok şeyi insana sorgulatmaz. Çünkü hayata tek pencereden baktırır. Sadece o pencereyi doğru diye dayatır. Uyuşturucular da böyle değil mi? O yüzden din eğitimi veya herhangi bir ideoloji; alınacak, öğrenilecek veya öğretilecekse; zamanında, kıvamınca, yeterince, ehlinden, doğruca alınmalı. Çoğu zarar, azı karar babından ne eksik ne de fazla.

Uzatmalara Oynamanın Yolları

"Bir işte ulaşılan en üst aşamaya" zirve deniyor. Doruk demektir.

Zirve, bir dağın en üst tepesi olduğu gibi makam, mevki, şöhret, zenginlik, itibar, güç, iktidar vs. de olabilir. Çünkü her biri merhale ve mertebedir.

Neyin zirvesi olursa olsun. Zirvelere çıkmak zordur. Çünkü efor gerektirir. Aynı zamanda zirvede tutunmak ve kalıcı olmak da zordur. Çünkü zirvenin gereklerini yerine getirmek, bu konuda istikrarı yakalamak, değişmeyen tek şey değişimdir sözünün gereği olarak olumlu yönde sürekli yenilenmek de hiç kolay değildir.

Zirve bazen göz kamaştırır, insanı ne oldum delisi yapar, kibre sevk eder. Bu özellikler zirveden inişi hızlandırır. Çünkü kibir gerçekleri perdeler.

Zirveye çıkanın veya zirvede olanın alternatifi varsa zirvedekinin ayağı yere sağlam basar. Hata yapma lüksüm yok. Zira alternatifim var diyerek yoğurdu üfleyerek yer. Hatayı minimuma indirmeye çalışır. Rakibin nefesini arkasında hissettiği için zirvede tutunmanın gereklerini yerine getirir.

Zirvedekinin alternatifi yoksa güç zehirlenmesi yaşar. Nasılsa alternatifim yok diyerek hata üstüne hata yapar. Kişiyi tembelleştirir. Yerinde saydırır. Bu da yıpranmayı beraberinde getirir. Zirvede tutunmayı zorlaştırır.

Bu durumda yani alternatifsizlik durumunda, zirvede kalmam için alternatif bulmak gerek deneceği yerde işin kolayına kaçılır. Pansuman tedbirlere başvurulur, tüm güç devreye sokulur ve uzatmalara oynama tercih edilir:

Çıkan alternatifleri veya alternatif ihtimali olanlar yok edilir ya da yok edilmeye çalışılır.
Terör estirilir.

Kelime oyunlarına başvurulur.

Mazeret ve bahanenin arkasına sığındırır.

Düşman ya da düşmanlar üretilir.

Sakın ha sakın denersek aba altından sopa gösterilir.

Süreti haktan tavrı sergilenir.

Eleştiriye tahammül gösterilmez. Kazara eleştirmeye kalkan olursa değişik yollara başvurmak suretiyle bir şekilde had bildirilir. Böylece diğer insanlara gözdağı verilir ve susturulur.

Bu suskunluğu gören zirve sahipleri, hah şöyle. Dinsizin hakkından imansız gelir. Bak nasıl kuzu gibi oldu, öbürleri de sesini kesti. Demek ki doğru yoldayız zehabına kapılır.

Aslında salınan bu korku zirveyi sağlamlaştırmaz. Sadece belli bir süre uzatır. Bu uzatma ise sonun başlangıcıdır. Çünkü zirve alttan alta çürümeye, fokurdamaya başlar. Zirve sahipleri bu çürümeyi göremez. Çünkü zirve, zirvenin altını göremez, Görse de ellerinde bildik pansuman tedbirlerinden başka malzemeleri de yoktur.

Sözün özü, siz olsanız zirvede kalmanın gereklerini mi yerine getirirsiniz ya da zirvede tutunabilmek için uzatmalara mı oynamayı tercih edersiniz? Herhalde zirvede kalacak yüzü olmayanların başvuracağı tek yol, uzatmalara oynamak olur. Başka da ellerinden bir şey gelmez. Ama her uzatmanın kaçınılmaz bir sonu vardır. Çünkü düşmez kalkmaz bir Allah'tır sadece. 

15 Şubat 2025 Cumartesi

Kabartma Tozunun Başıma Açtığı İş

Gözüme masada alınacaklar listesi ilişti. Daha doğrusu çarptı. 10-15 kalem vardı. Alışveriş olur da çarpmaz mı değil mi?

Akşam alırım. Nasılsa akşam 22.30 sularında işim vardı. O zamana kadar marketler kapanmadan alışverişimi yapar, oradan gitmek istediğim yere geçerim. Markette işim erken biter, 10.30'a biraz zamanım kalır ama gerekirse bir çay ocağı bulur, orada oyalanır, vakit geçiririm dedim.

Akşam 8'i geçerekten evden çıkıp markete geldim.

Markete girmeden bir market arabası buldum. Az portakal alayım dedim. Seçmeye başladım. Ben portakalı seçerken, baktım, başkası benim tezgaha yanaştırdığım market arabasına seçtiği narları koyuyor. O koyduğun narları alırım dedim. "Al" dedi. Şakam yok, alırım dedim. Yine "Tamam, al" dedi. Baktım, bu araba benim. Kendine bir araba bul demek istediğimi anlamadı. Bir uyum örneği göstererek gidip kendime bir araba daha alıp geldim. Portakalı seçip içeri girdim.

Şu reyon, bu reyon, şu marka ürün, bu marka ürün derken markası belli alacaklarımı aldım. Listede olmayan birkaç kalem daha aldım. Sıvı el sabununun hangi markasını, ne tür kokulusunu almak için biraz oyalandım. En fazla da banyo için kireç çözücü almaya vakit ayırdım. Bunun için sonradan terapist olduklarını öğrendiğim yanımdan geçen iki kız çocuğundan yardım aldım. Çünkü hangisinin ne işe yaradığını en iyi kadınlar bilir. Sağ olsunlar üşenmeyip şunu al, bunu al, şunun üzerinde şu yazıyor diye epey yardımcı oldular. Epey bir uğraştan sonra kireç çözücüyü de aldım.

Geriye ne kaldı diye listeye tekrar göz attım. Tüm alınacakları fazlaca almışım. Market arabasını da baya doldurmuşum. Başka ne alabilirim diye reyonlara girerek göz ucuyla baktım. Eve başka alınacak var mı diye mesaj yazdım. Hazır bekliyorlarmış. Şunu da al, bunu da al, bir de kabartma tozu siparişi aldım.

Kabartma tozu dışındaki ilave siparişleri de aldım. Kasaya yakın uygun bir yere arabayı koyup marketin öbür ucundaki sote yerden kabartma tozu almaya gittim. Birden fazla marka vardı. Şunu mu alayım, bunu mu alayım kararını veremedim. En iyisi eve sorayım dedim. Fotoğrafını gönderdim. Sen böyle her alacağının fotosunu çekip gönderiyor musun demeyin. Yarın kabarmazsa, "Aldığın marka iyi değilmiş. Bak kek kabarmadı. Bir daha bu markayı alma" sözünü daha doğrusu azarını işitmektense sormak iyidir. Tavsiye ederim.

Nihayet seçenekler arasında kabartma tozunun en iyi kabartanını emir-demir ilişkisine riayet ederek seçtim. Bir on dakikamı aldı ama olsun.

Hemen market arabasını koyduğum yere geldim. Yerinde yoktu. Acaba koyduğum yeri yanlış mı hatırlıyorum deyip tüm reyonları dolaştım. Benim market arabası uçmuştu sanki. Şuraya koymuş olabilir miyim, yok buraya mı derken sayısını unuttum turumun. Baktığım reyon koridorlarına bir daha bir daha baktım. Kapanmaya yakın olduğu için içerideki müşteriler de seyrekleşmeye başladı. Acaba biri yanlışlıkla kasaya götürmüş olabilir mi deyip kasa önlerine baktım. Birkaç görevliye arabamı bulamıyorum dedim. Görmedik dediler. Herhalde bir tanıdık, benim arabayı sakladı. Benimle oyun oynuyor dedim. Ha şimdi getirir, getirirse de kızayım tanıdığıma. Şakanın sırası değil diyeyim dedim. Yine de bir umut reyonların her birini bir kez daha dolaştım. Görünen o ki şaka maka yoktu. Benim arayıp seçip beğendiğim onca alışveriş listem yoktu. Belli ki bir çalışan, biri aldığını ödemeden bırakıp gitti diye benim alışveriş arabamı boşaltmış olmalı.

En iyisi yeni bir pazar arabası bulup aldıklarımı yeniden almak deyip alışverişe baştan başladım. Bu sefer neyi, nereden alacağıma tecrübeliyim. Her birini elimle koymuş gibi gidip aldım. Çünkü aldıklarımı boşaltan iğreti koymuş. Arabayı bir hızla yeniden doldurdum. Ödeme için kasaya yanaştım. Kasadaki kızımıza, marketin sorumlusu ile görüşebilir miyim dedim. "Ne için?" dedi. Durumu izah ettim. "Beyefendi, burada bu durum çok oluyor. Sahipsiz arabaları elemanlar boşaltır" dedi. Kızım, siz yine de sorumlunuzu çağırın, görüşeceğim dedim. Israrım üzerine marketin sorumlusuna telefon açtı. Biri geldi. "Buyur, sorumlu benim" dedi. Durum böyle böyle dedim. O da "Burada böyle arabayı doldurup bırakıp gidenler oluyor. Elemanlar da boşaltıyor. Biz nelerle karşılaşıyoruz burada" dedi. Kardeşim, sahipsiz arabadan bahsediyorsun. Arabayı bırakıp arka tarafa kabartma tozu almaya gittim. Elemanın ne kadar hızlıymış böyle. Çağır şu elemanını tanıyayım bir. Böyle hızlı ve pratik eleman kolay kolay bulunmaz" dedim. "O arkadaş adına ben özür dilerim. Kusura bakmayın" dedi. Dedim, o arkadaşla tanışmadan gitmeyeceğim.

Bu arada aldıklarım kasadan tek tek geçti. 1300 lira tutmuş hepsi.

Arabayla dışarı çıkıp moralim bozuk beklemeye başladım. Beklediğimi gören sorumlu yanıma geldi. Haydi şu arkadaşı çağır, bir tanışayım dedim. İçeri girip o arkadaşı getirdi. Arabayı boşaltan görevli, "Abi, özür dilerim. Boşaltmadan önce birkaç defa seslendim. Kimse sahiplenmeyince boşalttım" dedi. Be kardeşim, ta arka tarafa sesin nasıl gelsin. Bir on dakika geçti diye emek emek doldurduğum bu araba boşaltılır mı, akşam akşam yordun beni. Bu kadar kısa zamanda boşaltacağınızı hiç hesaba katmadım. Bu arada hızın için seni tebrik ederim ama o hızla, çoğu ürünü yanlış yere koymuşsun. Bir de ben o kadar yana yakıla reyon reyon dolaşırken seni kaç defa gördüm. Üzerinde görevli elbisesi yoktu. Abi, ne ararsın diye niye bir şey demedin dedim. "Doğrudur" dedi. Hem sorumlunun hem arabamı iç eden çalışanın efendilikleri ve samimiyetleri hem de "Biz burada ne arabalar boşalttık, nelerle karşılaştık" demeleri sinirimi geçirdi. Yumuşadım. Arabayı bulamayınca, koyduğum yeri bulamadım, galiba beynim sulanmaya başladı demeye başlamıştım dedim. Gülüştük. Çalışan, "Abi sizin için ne yapabilirim" dedi. Hiçbir şey yapmana gerek yok. İçimdekini boşaltıp rahatladım dedim. "Araban nerede? Oraya kadar götürüvereyim" dedi. Olmaz dedim ise de arabayı aldı, sürmeye başladı. Arabanın yanına varınca, aldıklarımı da poşetledi. Bu esnada kimsin, necisin, nerelisin türünden lafladık. Daha doğrusu o sordu, ben cevapladım.

Vedalaşıp ayrılırken marketin iki ötesi esnafta çalışan biri "Ramazan Hocam" diyerek yanıma geldi. Halimi hatırımı sordu. Karanlık olunca yüz hattından çıkaramadım. Adını sordum. "Hocam, hatırlamazsın falan okuldan A sınıfındandım" dedi. Soyadını söyle dedim. Söyleyince şimdi hatırladım seni dedim.

Velhasılıkelam kelam, hiç yaşamadığım bir alışveriş anım oldu. Gerilimi yüksek bir alışverişti. Aynı zamanda yorucu idi.

Senin başına gelen pişmiş tavuğun başına gelmez demeyin. Her şeyde bir hayır var demek lazım. Aynı zamanda faydası da oldu bu sıra dışı alışverişin:

Alışverişim erken bitecekti. 22.30'da gideceğim yer için erken olacaktı. O vakti bekleyecektim. Baktım, saat 22.20 olmuş. Böylece gerilimi yüksek olsa da vakti geçirmişim.

Gündüzünde 6 bin adım atıp yürüyüşüm eksik kalmıştı. Marketin içinde bir 2000 depar daha atıp 8 bini bulmuş yürüyüşüm.

Marketin sorumlusu ve arabamı boşaltan görevliyi tanıdım. Saf Anadolu insanı idi ikisi de.
Yıllardır görmediğim bir öğrencimle bu vesileyle karşılaştım.

İkinci kez alışverişim hız ve gerilimden ibaret olunca, gündüzü ve gecesi bugünlerde ayaz olan Konya'nın soğuğu bana vız geldi. Çünkü ısınıverdim. Üşürseniz, hız ve gerilim sizi ısıtır, unutmayın. Burada tecrübe konuşuyor.

Sinir patlamasının ardından sinirlendiğin insanlarla kızıp bağırmadan, hakaret etmeden medeni bir şekilde konuşup içini dökünce rahatlıyorsun.

Yorulunca eve gelip bir güzel uyku çekiyorsun. Uyuyamıyorum diyenlere şiddetle öneririm. Vücudunuzu yoracaksınız. Yattığınız yeri beğenirsiniz.

Bundan sonra market alışverişlerinde ben nereye gidersem market arabasının da benimle beraber gitmesi gerektiğini bu tecrübeyle öğrenmiş oldum. Efendim, arabayı dolaştırmayayım. Aldıklarım şurada dursun. Ben gidip şu alacağımı alıp geleyim demek yok. Bu tecrübe de yabana atılmamalı.

Arabamı boşaltan görevli, market arabasını arabanın yanına kadar götürdü. Poşetleyip arabama yerleştirdi. Hangi market çalışanı yapar bunu? Mesela siz alışveriş yaptığınız zaman çalışan, aldıklarınızı arabanıza yerleştirdi mi hiç?

Hasılı bu alışveriş bana 1300'e patladı ama çok şey kazandırdı. Market arabam boşaltıldıktan sonra listeye ve ilave siparişlere bakmadan hepsini gözüm kapalı almışım. Bir tek portakal almayı unutmuşum. Bunu da ödemeyi yapıp çıkarken hatırladım. Bu kadar da olsun. Zaten listede ve ilave siparişte yoktu. Bu da alışverişimin nazar boncuğu olsun.

Bir diğeri de aldığım sıvı el sabunlarından bir tanesinin kapağı açılmış. Aka aka arabanın bagajı güzelce sabunlanmış. O sabunu silinceye kadar kaç bez bitirdim. Ama arabamın bagajından uzun süre sabun kokusu gelecek. Sabun kokusunu severseniz, beklerim.

Bu arada alacağını alıp da ödeme yapmadan ve aldığını boşaltmadan marketin içinde bırakıp gidenler neyin kafasını taşıyor, hiç anlamış değilim. Mübarek, alacaklarından vazgeçti isen aldıklarını yerine koy, arabayı boşalt, çık git. Babanızın hamalı mı var burada? Ki zaman zaman ben de vazgeçersem, gidip yerine koyuyorum. 

14 Şubat 2025 Cuma

Meğer Hava ve Civaymış!

Hava,

Civa,

Balon,

Boş transfer,

Haybeye para harcayan,

Büyük borç batağı içinde olan,

Hovarda oyun,

Kişilik ve kimliksiz oyun,

Rezil oyun,

Şımarıklık,

Oyunu okuyamayan ve kötü gidişe çözüm üretemeyen bir teknik direktör,

Ruhsuz futbol,

Acziyet,

Hayal kırıklığı,

Gözde büyütülen,

Koyunun olmadığı yerde keçi rolüne giren...

Bu özelliklere haiz bir takım mı arıyorsunuz?

Sakın bu hangi takım demeyin.

Hiç düşünmeden Az Alkmaar karşısındaki Galatasaray deyin.

Futbolcusundan teknik heyetine ve yönetime koca bir sıfır.  

13 Şubat 2025 Perşembe

Mezar Evlere Doğru

Karar gazetesinde bir habere rastladım. Üzüldüm. Üzülmekle kalmadım. İnsanlığımdan utandım ve ne ara böyle bir toplum olduk dedim.
Haber kısaca şöyle. İzmir'de bir apartmanın çatı katında tek başına yaşayan 80 yaşındaki bir kadının, yatak odasında iskeletine rastlanılmış. Yani kadın ölmüş. Ölmekle de kalmamış. Etleri çürümüş, sadece kemikleri kalmış.
Pandemiden bu yana kendisiyle hiç iletişime geçmemiş üvey oğlunun polise haber vermesiyle, polisin de kapıyı çilingir yardımıyla açtırması ile bu feci ve dramatik ölüm ortaya çıkarılıyor.
Mahalleli, yaşlı kadınla yedi yıldır görüşmediklerini, huzurevinde kaldığını sandıklarını söylemiş.
Apartmanda oturanlar ise evden gelen kokunun evde biriken çöplerden kaynaklandığını düşündüklerini ifade etmişler.
Belli ki bir zamanların hemşiresi yaşlı kadın, kimsesiz ve bu çatı katında tek başına yaşıyor. Üvey oğlundan başka kimsesi yok. Üvey oğlu da Covit-19'dan beri görüşmüyormuş.
Mahallelinin, kadından haberdar olmamasını anlarım da apartman sakinleri nasıl anlamaz? Bu kadın günlerce inip çıkmaz demez. Ceset kokusuyla çöp kokusunu nasıl birbirine karıştırır? Belli ki apartman sakinlerinin burnu da benimki gibi koku almıyormuş diyeceğim ama çöp kokusunu aldıklarına göre ceset kokusunu hayli hayli almış olmaları lazım.
Bu kadın ölümle burun buruna geldiğinde öyle zannediyorum, ağrı ve sızısından dolayı acı acı inlemiştir. Belli ki ses de duymamışlar. Duydularsa da aman bize ne demiş olmalılar. Belli ki şu çatı katında yaşlı bir teyze var. Kendi başına ne yer ne içer? Şuna bir tas çorba verelim diyen de olmamış. Belli ki bu apartmanda kalanlar birbirini bulmuşlar. Hepsi kendine Müslüman sakinlerden ibaret.
Komşu komşunun külüne muhtaç atasözümüzden bu yana köprünün altından çok sular aktığını, komşuluk ilişkilerinin eskiye oranla yozlaştığını biliyoruz da bu derece yozlaştığımızı hiç düşünmemiştim. Apartman komşuları uyumuş, ben de bu değişimden haberdar olmayarak ayakta uyumuşum.
Haberi okuyunca, üzülüp utanmakla beraber aha şimdi Avrupalı olduk dedim. Çünkü bu tür ölümlere Avrupa’da çok rastlanıyor. Yaşlı Avrupa nüfusunun önemli bir kısmı evlerde tek başına yaşıyor. Bir başına ölüyor. Ama herhalde etleri yok oluncaya kadar cesetler evde bekletilmezdir. Çünkü bu şekil tek yaşayan yaşlıları polis veya belediye görevlisi telefonla ara ara arayarak hakkında bilgi sahibi oluyor. Telefona cevap verilmeyince öldüğüne kanaat getirilip eve giriliyor, ceset çıkarılarak evdeki eşyalar ihale yoluyla satılıyormuş diye işitmiştim.
Bu tür ölümlerin Avrupa'da yaygın olduğunu duyardım da bizim ülkemize bu kadar çabuk geleceğini hiç düşünmemiştim. Yalnız bu ölümle Avrupa’yı solladık. Çünkü evde ölen, cesedi çürümüş sadece kemikleri kalan bu kadından yıllar yılı kimsenin haberi olmamış. Ev olmuş bir mezar ev. Bu utanç bize yeter de artar bile.
Güya yaşlılar günümüz var. 1 Ekimde bazı il ve ilçelerde belediye ve mülki amirler, yaşlıları evlerinde ziyaret ettik diye boy boy fotoğraf paylaşırlar. Belli ki bu kadına ziyaret için giden olmamış. Şayet gidilseydi, bu teyzenin ölümünden daha erken haberdar olunabilirdi. Demek ki muhtarlar da mahallesinden bihaber. Belli ki bu ülke insanının sahibi yok. Kötü ve zor gününde sahipsiz ve bir başına.
Oldu olacak, bu teyze, öldüğü yere yani bu çatı kata gömülsün. Ev olsun bir mezar ev. Zaten yıllardır bu çatı katı mezar görevi görmüş. Nasılsa kokusu da gelmez bundan sonra.
İlk incelemeye göre polis ölüme dair bir şüpheye rastlamamış. Yine de incelenmesi için adli tıpa gönderilmiş.
Ölümü normal ve makul görünmeyen bu teyzenin normal görünen ölümüne dair önce maaşına bakılmalı. Maaşı hiç çekilmedi ise ölüm anormal olsa da normal ölümdür. Maaşı çekilmiş ise işte burası düşündürücüdür. Çünkü birileri emekli maaşını aylık çekip çekip harcamıştır. Bu gizemli ve ibretamiz ölümün araştırılmasına buradan başlanmalı.
Yalnız yaşama konusunda Avrupa’yı daha tam yakalayamasak da giderekten yalnız yaşama bizde de çoğalacak. Bu ölüm bize ibret olmalı. Devlet bu tür yaşlılar için tedbir almalıdır. Çünkü adrese dayalı nüfus kayıt sistemine göre kimin, nerede kaldığı, nasıl yaşadığı belli. En azından bu şekil yalnız yaşayan ve huzurevine gitmeyen kimsesizleri kontrol etmek için bu görev; nüfus idareleri, muhtarlar, belediye, kaymakamlıklar veya polislere verilir. Bu tür yaşlılar belli aralıkla telefonla aranır.
Velhasılıkelam, bu ölümle, komşuluğumuz da insanlığımız da sınıfta kaldı. Tekrar etmemesini temenni ediyorum.

11 Şubat 2025 Salı

Kovboy Yine İşbaşında

"Kanada'nın ABD'den istifade ettiğini, bu ülkenin ABD'nin eyaleti olması gerektiğini" söylüyor.

"Gazze'yi devralacağını, yeniden inşa edeceğini, Filistinlilerin geri dönme hakkının olmayacağını, Gazze'nin sahibinin kendisi olacağını, Gazzelilerin Mısır ve Ürdün'e gideceğini, bu ülke başkalarıyla görüşeceğini" söylüyor.

"İran'a maksimum baskı politikasını hayata geçireceğini" söylüyor.

Bilmem şu ülkeye şunu yapacağım, bu ülkeye bunu yapacağım. Şu ülke ürünlerine şu kadar vergi koyacağım gibi tehditleri de eksik değil.

Bu sözler ve daha fazlası ABD başkanı Trump'a ait. Yarın ne tür bir herze yumurtlar, belirsiz.

Bunları söyleyenin söyledikleri kendi ülkesiyle sınırlı olsa, seçen ABD halkı. Ne halleri varsa görsün. Alan razı, veren razı dersin. Gel gör ki dünyaya hükmediyor. Dedikleri her şeyi etkiliyor. Ceremesini dünya çekiyor.

Herze diyorum. Çünkü ne diplomatik dil var ne de muhatabına saygı. Bir büyüklük paranoyasına tutulduğu belli. Şımarıklığı da bundan. Nasılsa dur diyen de yok. Meydanı boş bulunca, orman kanununa göre egosunu tatmin ediyor, kovboyluk yapıyor.

Normal ve sağlıklı bir kafa yapısına sahip bir insan olmadığı aşikar.

Görünen o ki dünya bir deliye bir dengesize bir ne oldu delisine bir meczuba bir şımarığa emanet.

Bundan ne dost olur ne fayda gelir. Ancak zarar gelir. Dost edinenlerin muhabbetleri bol olsun. Gücün yetiyorsa dur diyeceksin. Değilse çalıyı dolanacaksın. Aslında yeri Beyaz Saray falan değil. Neresi derseniz? Yeri Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi. Ama biz orayı kapattık maalesef.

Belli ki ABD halkı, beyni sulanmışı seçtik. Çekilecek gibi değildi. Bari deli yönetsin dedi. Maceralarından çok hoşnut olmalılar ki ikinci defa seçtiler. Nasılsa dünyayı yönetiyor. Biz değil, dünya düşünsün diye seçmiş olmalılar. Çünkü dünya, delidir, ne yapsa yeridir deyip sesini çıkarmayacak, sonuçta yine biz kazanacağız demiş olmalılar.

Belki de birçok ülkede olduğu gibi ABD halkı da kaht-ı rical yaşıyor. Alternatifi olmayınca bulunmaz Hint kumaşı oluyor nasılsa.

Belki de dünyaya yön veren ve vermeye devam eden para babaları, yapamayacakları muhal şeyleri bir deli eliyle yaptırmayı yeğlediler.

Sebep her ne ise dünyanın çekeceği var bu kabadayı ağzıyla konuşan deliden. Ne laftan anlar ne sözden ne de efendilikten. Ancak güçten anlar ama dünyanın bu parçalanmışlığında, karşısında duracak bir güç de yok. Velhasılıkelam, dünya bir deliye emanet. Deliden ise edep ve insaf beklenmez. Nezaket zaten olmaz.

Yine de biz edep ya hu diyelim.