Ana içeriğe atla

Çocuklarıma Mirasım

Bir ayağım çukura girdi. Bunca yaşadın. Hayattan ne buldun deseler, nedamet ve heyhat derim. Ömrüm pişmanlıkla geçti dense yeridir.
Hepsi geçip gitti. Ama bir üzüntü daha kapladı beni. Bu üzüntü öbürleri gibi gelip geleceğe de benzemiyor. Şimdiden bir kabus gibi çöktü üzerime.
Onca çalışıp çabaladım. Üzerine didindim. Artanı biraz biriktireyim ki çocuklarıma miras kalsın istedim. Ama olmadı.
Bu yazıyı yazarken eskimiş, şu kadar yıl oldu alalı. Değiştirelim denen kanepeye sırtüstü uzandım. Elime de Redmi Pro 9'u aldım. Gözümün önüne çocuklarıma bırakacağım mirası getirdim:
Toru topu 30 yılı geçmiş 3+1 eski bir daire ile kooperatiften çıkma 2+1 evim, 2000 model Nissan Primera, kalırsa ve yüzüne bakarlarsa bu telefon. Başka da gözümün önüne bir şey gelmedi. Üç bankada hesabım var ama onlarda da ufak tefek giriş çıkışlar dışında bir şey yok. Sanırım, iki sene önceydi. 6 kilo kaya tuzu almıştım. Bir de sakal tıraşı olmak için içerisinde onar tane olan üç paket permatik var. Ölünceye kadar tuzdan ve permatikten ne kadar kalırsa artık. Bu telefon da var diyeceğim ama pek bunun yüzüne bakacaklarını sanmıyorum.
Gördüğünüz gibi benden sonra dört çocuğum arasında miras kavgası verecek kadar bir malım yok. Bu utanç da bana yeter. Haliyle çocuklarım da utanacaklar. Bize bıraka bıraka permatik ve tuz bırakmış. Babamız safi yatmış. Başka babalar gibi bir servet bırakmamış diyecekler.
Böyle demede de haklılar. Çünkü ben, insanı ne uzatan ne de kısaltan sabit gelirli olmayı seçtim. Bu da beni ne ondurdu ne de öldürdü. Maaşımdan arta kalan üç beş kuruşu da kenara attım ama gördüğünüz gibi damlaya damlaya göl olmamış. Halbuki enflasyona da ezdirilmemiştim ama görüyorum ki pul olmuş attıklarım. Belimi büken enflasyonun beli ha kırıldı ha kırılacak derken enflasyon yoluna dolu dizgin gidiyor. Gel gör ki benim belim bükülmüş de benim haberim yok bir de TÜİK'in.
Bıraktığım bu serveti dört kardeş aralarında nasıl paylaşırlar bilmem. Şeriat mahkemesi mi kurarlar yoksa Medeni Kanuna göre mi paylaşım yaparlar bilmem. Ama kızım olmadığına göre sanırım aralarında eşit bir paylaşım yaparlar. Evleri ve arabayı satıp parayı kırışırlar. Yok babamın hatırası deyip iki evi dörde, arabayı da dörde mi bölmeye kalkarlar bilmem. Sadece araba kalsa birer birer teker ve kapı paylaşımı yapabilirler. Evler biraz sorun olacak ama nasıl anlaşırlarsa artık. Kiraya verip her ay biri kirayı alabilir. Ama esas kavga, kalan kaya tuzunda ve permatik paylaşımında olacak gibi görünüyor.
Allah vere de paylaşacağız diye basın ve medyaya düşmezler. Döviz bastırıp, "Babamızın parası, söke söke alırız" demezler. Herhalde bunu yapmazlar. Bizim siyasetçi ve dini lider mirasçılarından neyimiz eksik demezler. Çünkü mirasın miktarını gören bunları tefe koyar.
Şimdi düşünüyorum da utanıyorum kendimden. Bırakacağım mirastan dolayı da çocuklarımın mahcup olacağını düşünüyorum. Çünkü bu miktarı paylaşmak için kavgaya gerek yok. Basın medyaya düşmeye de. Çünkü kavga edilecekse bir defa kavgaya değecek bir mal olmalı orta yerde.
Şimdiki aklım olsaydı, bir şekilde siyasete girer. Paraya para demezdim ya da bir cemaatin başına geçer, servetimin haddi hesabı olmazdı. Hizmet ehli ve sureti haktan görünüp malı götürürdüm. Artanla da çocuklarım kavgasını yapardı. Buna da değerdi. Servetin miktarı havada uçuşurdu. Balta kürek de. Benim servetim de züğürdün ağzını yorardı.
Haydi siyaset her kişinin hele benim hiç işim değil. Başarı şansım sıfır. Tarikat ise babadan oğula geçer. Babam da yoksa bana nasıl geçsin. Yalnız dört erkek çocuğa bir şeyhlik bıraksaydım, aralarında post kavgası epey devam ederdi. Bu iş tam bana göreymiş halbuki.
Şu var ki siyaset ve dini oluşum içinde olamasam da olmamam gereken bir şey de sabit gelirliliği tercih etmemem gerektiğini şimdi düşünüyorum. Pekala poşet dede gibi dilencilik yapıp paraya para demezdim. Tek yapacağım, üzerime yanık elbise giyip üzerine poşet geçirmek idi. Gören acır, verirdi. Ben de toplar toplar, biriktirir biriktirir, akşamında bankalara yatırırdım. Milyonlarım böyle birikirdi. Öldükten sonra kıymete binerdim. Basın ve medya günlerce benden konuşurdu. Bıraktığım serveti de tabi. Bankadaki birikintileri timsah gözyaşları dökerek çocuklarım temizinden çekerdi. Yemeyenin malını yerler derlerdi ardımdan.
Heyhat ki heyhat! Ölümüm sessiz sedasız olacak. Bir garip öldü deyip gömecekler. Fakir ölünce pek cenazeme katılan da olmayacak. Ardından çocuklarım arasında miras kavgası olmayacağı için basına da düşmeyeceğim ve toprağım kurumadan unutulup gideceğim.
Vah ki vah...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda...

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam ...

Sami Hoca

Sami YÜCE İçi nasıldı bilmem ama dışa karşı şen şakrak biri idi.  Bulunduğu ortamlarda insanları güldürmeyi becerirdi. Şaka yapar, şakadan da anlardı. Çağın yaşatan Nasrettin hocasıydı.  Girdiği ortama çabuk intibak sağlar, insanlarla hemen iletişim kurardı.  Uzaktakileri belirli periyotlarla telefonla arayarak hal hatır sorardı.  İnsan canlısı biri idi. Herkesin derdi ile dertlenirdi.  Büyükle büyük, küçükle küçüktü.  Eli açık biriydi. Yedirmekten, izzet ve ikramdan kaçınmazdı. Dinlendik, Avcıtepe, Habiller, Güneysınır İlçe Müftülüğünde, Güneybağ ve Mevlana Mahallesindeki camilerde görev yaptı.  Görevine sadık biri idi. Mesaisi namaz vaktinden namaz vaktine değildi. Namaz harici bile camideydi. Görev yaptığı camileri tertemiz tutar, camlarına varıncaya kadar caminin temizliğini yapardı.  Paraya önem vermediğinden midir para yönünden yüzü pek gülmedi. Paraya ihtiyacı olduğunda kredisi vardı. Kimden borç istese eli boş dönmezdi. Şu gün vereceğim de...