Okul çıkışı ekmek alıp eve döneceğim.
Ekmeği aldım. Bir de Çarşamba pazarına uğrayayım dedim.
Girişte bir kadın ıspanak satıyor. Görünüşünden belli iyi olduğu. Bu ıspanağı gözüme kestirdim.
İlerledim biraz.
Gençten bir erkek ikiye bölünmüş mandalina uzattı. Al tadına bak diye. Tadına bakmaya gerek yok. Zira ince kabuk mandalina al beni diyor.
Delikanlı, o o kadarından tatmakla anlamam ben dedim. Al amca başka da vereyim. Soy soy ye. Hatta önüne bir kasa koyayım. Şuraya otur, ye dedi.
Maşallah pek de cömert.
İyi, ver iki kilo dedim. İki yüz lira uzattım.
Hemencecik o kadar mı, dört bari olsun dedi.
Delikanlı, almak isterim. Yalnız evim mesafeli. Ağır olur, sen iki ver dedim.
Olmadı ama daha şu çocuğu evereceğiz dedi, yanındaki kardeşini göstererek.
O zaman dört kilo parası al, bana iki kilo ver dedim.
O da olmaz dedi.
İki kilo tarttı. Para üstünü uzattı.
Baktım tezgahta nar da var.
Nar mayhoşu mu tatlı mı dedim yeni evlenecek olana.
Mayhoşu. Vereyim mi dedi.
Mayhoşu yiyemem. Benimki tatlı olmalı dedim.
Amca, irilerinden vereyim. Tatlı dedi.
Yahu tatlı mı, mayhoşu mu? Az önce mayhoş dedin dedim.
Bu saat oldu amca. Ayakta duruyorum. Ne dediğimi biliyor muyum dedi. Gülüştük. Ayrıldım o tezgahtan.
Az ileride bir nar gördüm. Nereden aklıma geldiyse gözüm hep narda. Alırsam, bu senenin ilk narını alacağım.
Yaklaştım tezgaha. Mayhoş mu, tatlı mı dememe gerek kalmadı. Hem fiyatı hem de tatlı diye yazıyordu.
Elli liralık ver dedim.
Bir oradan, bir buradan aldı birer tane. Nereden, hangisini alayım diye tezgahın arka tarafına epey bir göz gezdirdi. Poşete dört tane koyup tartıya götürdü. Ne kadar geldiyse, poşetin içinden bir tanesini alıp bir başkasıyla değiştirdi.
Tam bana uzatırken poşettekileri düşürdü. Her biri bir yere serpildi. Kah yerden kah tezgahtan bir dört tane daha alıp poşete koydu. Eli de terazi olmalı. Koymasıyla kaldırıp bana uzatması bir oldu. Tartıda ne kadar geldiğini görme imkanım yok. Arka tarafta kendi göreceği şekilde tartıp getiriyor.
Hem ekmek hem mandalina hem nar yeter bu kadar. Yükümü artırmaya gerek yok dedim. Çıkışa yöneldim.
Girişte gördüğüm ıspanakla yüz yüze geldim. 40 lira imiş fiyatı. Bir kilo verir misin dedim. Poşete doldurup arka tarafa tartıya gitti. Demek ki terazinin ön tarafta olması sakıncalı. Mahrem diye bir şey var değil mi?
Amca, elli liralık olsun mu dedi. Olsun dedim.
Elinde poşetle kızımız diğer elinde de bir tek ıspanakla geri geldi. Kızım, fazlalık sadece bu tek ıspanak mıymış? Bunu da çekip aldın mı dedim.
Al amca, istediğin ıspanak olsun. Zaten 51 liralık geldiydi. Fazlaca vermiştim dedi. Elindeki tek ıspanağı da içine koydu.
Soğan falan ister misin dedi. Yok dedim.
Ispanağı aldım elime. Çıkışa doğru yürümeye başladım.
Dur amca, nereye kaçıyorsun dedi.
Pek oralı olmadım.
Amca paranın üstünü al diye seslendi.
Geri döndüm. Teşekkür ederek uzattığı 50 lirayı aldım. Tekrar niye kaçıyorsun dedi kızımız.
Kızım, para üstünü unuttum. Seni bana soğan satmaya çalışıyor diye kaçıyordum dedim.
Yükümü aldıktan sonra tabanlarıma kuvvet evin yolunu tuttum.
Mandalina ve ıspanak on numara imiş. Satıcıların kazançları bereketli olsun. Nara gelince bir kabın içine konmuş narlar. Bir tanesini elime alıp kaldırdım. Kabın içi kıpkırmızı suyla dolmuş. Meğer pazarcının yere düşürdüğü veya koyduğu narlardan biri ikiye bölünmüş. İnce ince suyu akıyor. O haliyle niye koydu bilmem. Allah hayrını versin bu nar satan pazarcının.
Yorumlar
Yorum Gönder