Ana içeriğe atla

Kandıran Kandırana

Türkiye halkının kahir ekseriyeti Müslüman. Müslüman kimsenin de "Elinden ve dilinden emin olunan kimse" olması gerekir. Çünkü peygamber Müslüman tanımını böyle yapmıştır.

Müslüman, çevresine güven veren biri olması gerekirken ister İslami hassasiyeti olsun ister olmasın, bu ülke her türden insanın dolandırıcılığına şahit oldu ve olmaya da devam ediyor maalesef. 

Kandıran varsa haliyle kanan da olacaktır. Her kandırma olayında da ister istemez sayısız mağduriyetler oluşuyor.

Bu ülkede kanma potansiyeline sahip bireyler ve toplum olduğu müddetçe maalesef kandıranlar da olmaya devam edecektir. Yeter ki biz kanmaya teşne olalım.

Kandırmanın her türlüsü bu toplumda maalesef var. Maddiyat denince de ilk akla gelen paradır. Para bizim yumuşak karnımızdır. Hangi birimiz çok paramız olsun istemez. Biz istedikçe parayla imtihan oluyoruz.

Aklımda kaldığı kadarıyla kandırmaya bazı örnekler vereceğim. 80'li yıllarda bankerler revaçta idi. En meşhurları da Banker Kastelli idi. Daha fazla faiz verip kazandırıyoruz reklamlarıyla, buralara para yatıranların paraları iç edildi. Geriye birçok bankerzede bıraktılar.

90'lı yıllara yeşil sermayenin revaç bulduğu yıllar. YİMPAŞ, Kombassan, İttifak adı altında kar ortaklığına dayalı holdingler kuruldu. Kar-zarar ortaklığına dayalı bu sistem, bankaların verdiği faizden daha fazla kar payı dağıtınca, çoğunluk özellikle dindar ve mütedeyyin insanlar bu holdinglere para yatırdı. Gurbetçilerden adeta döviz yağdı. Bu holdinglere sermaye aktığını gören önüne gelen, kar-zarar ortaklığına dayalı holding kurdu. Konya merkezli holding sayısı 50'yi buldu. Döviz ve altın bazında yüzde otuz kar payı dağıtan reklamlara şahit oldu insanımız. Holdingler kurdukları bu saadet zincirinin devamını sağlamak ve daha da büyütmek için ağzı laf yapan, ayet-hadis okuyan hocaları Avrupa'ya gönderdiler. Paranızı verin ki "laik seküler insanlarla mücadele edelim" konuşmaları yapıldı. Valizlerle sıcak para toplandı. Her para toplayan yüklü komisyon aldı. Sıcak parayı gören holdingler emsallerini geçmek, birden büyümek için kar payı oranlarını daha da yükseltti. Yatırıma ve üretime gerek yok. Üretim gibi para yağıyordu çünkü. Üretmeden kar payı dağıttılar. Nasılsa sıcak para geliyordu. Gelen paraları önceki hisselere kar payı olarak verdiler. Ne zaman ki holdinglere sıcak para girişi durdu. Bu saadet zinciri de bitti. Bir yolunu bulan parasını aldı. On binler kar payından geçti, ana parasını alamadı. Mantar gibi biten holdingler birer birer kapandı.

İnternet üzerinden kumar oynatıp ocakları sönenleri, dijital paraya servet kaptıranları, terörle mücadele etme adına yapılan telefon dolandırıcılığı, kontör, hediye çeki türünden dolandırıcılıkları saymaya gerek yok. 

Son dolandırıcılık vakası, milli takımda yıllardır oynamış, oynadıkları futbolla, genç yaşta servet sahibi olmuş milli futbolcuların, bir bankacı tarafından "Fatih Terim Fonu" adıyla kandırılması. Güya paralarını yüksek gelir getiren bir fonda değerlendirecekmiş. Döviz bazında yüzde 40'lara varan kar vadedilmiş. Çok gizli olan bu fona herkesin çok iyi tanıdığı futbolcular servetlerini yatırmış. Yetmemiş, arsalarını satmışlar. Yetmemiş, kredi çekmişler. Sonuç, dolandırılan sayısı 29 kişi. İç edilen para ise 44 milyon dolar. Ayağı değil de beyni çalışan bir insan, dünyada döviz bazında verilen en yüksek faizin yüzde 5-6’yı geçmediğini, yüzde 40 faizin kokusunun yakında çıkacağını ve mağdur olacağını bilir. Belli ki ayakları iyi çalışan ve ayaktan para kazanan futbolcularımız beyne pek yatırım yapmamışlar. Genç yaşta kimseye nasip olmayan bu servete servet katmak istemişler, bir ömür boyu yiyip içmeyle, gezip tozmayla bitiremeyecekleri ana paralarını kumar oynamışlar ve bir nevi tefeciliğe soyunmuşlar.

Milliyetçiliği kimseye vermeyen, memleket sevdalısı görünen milli futbolcularımız ve hocaları, ülke ekonomik krizle boğuşurken, vatandaş dövizini bozdururken, dövizin ateşini söndürmek için hükümetin getirdiği kur garantili TL’den gelecek faizi bile yeterli görmemişler, taşın altına ellerini koymamışlar. Sevsinler sizin milliyetçiliğinizi.

Hasılı bu ülkede bu dolandırma hikayeleri dün olduğu gibi bugün de devam ediyor, yarınlarda da olmaya devam edecek. Çünkü ederinden ve makulünden fazla kazanmak için her kılığa girmeye hazırız. Tefeciye de gideriz, tefecilik de yaparız. Çünkü fazla kazanmaya teşne bir toplumuz. Bu uğurda dindarlığımız, modern görünümüz, milliyetçiliğimiz hak getire. Hepsi vız gelir bize.

Artık bu toplum kanma ve kandırma hikayelerini o kadar duydu, o kadar yaşadı, o kadar başına geldi ki bu tür dolandırmalar vakayı adiden sayılır oldu. Tepkisizliğimiz de bundan.

Kandıran kandırmaya devam ediyor. Çünkü dolandırmanın özellikle nitelikli dolandırmanın pek bir cezası yok. Belli bir süre gündemi işgal eder. Dava devam eder. Birkaç kişi ceza alır. Sonra unutulur gider.

Hasılı paranın dini ve imanı yok dedikleri bu işte. Aşırı kazanma hırsı insanın gözünün önünü kör ediyor, aklı dumura uğratıyor.

Son olarak insanımızın para ve servetle imtihanı hiç bitmeyecek. Bu hırs ve tamah ilanihaye devam edecek. Son örneği de Kur’an’da verelim. Bu da çarpıcı bir örnektir. Ali İmrân süresi 130.ayette Allah, “Ey iman edenler, faizi kat kat yemeyin...” buyurur. Uhud yenilgisinin anlatıldığı yerde bu ayet araya giriyor. Niçin? Çünkü savaşın ilk başlarında müşrikler yenilgiye uğrayıp kaçıp giderken, peygamberin asla yerinizi terk etmeyeceksiniz fermanını dinlemeyen okçular, nasılsa savaş bitti diyerek ganimet toplama sevdasına giriştiler. İşte bu mal hırsı bu savaş yenilgisinin ana sebebidir. Bu ganimet hırsını, çok kazanma arzusunu daha da çok kazanmak amacıyla servetini tefecilikte değerlendirmeye benzetiyor.

Hasılı ne kanalım ne de kandıralım temennisiyle. 

Yorumlar

  1. Merhabalar.
    Bu ülkenin Cumhurbaşkanını bile kandırmışlardı. Halk kandırılmış ne ki? Şeklinde içimden bir mizah yapmak geldi.
    Beni de halamın oğlu kandırdı ve ocağıma incir ağacı dikmişti. Ama benim kandırılmam çıkarım ve hırsımdan değildi, sadece halamın oğluna onu kurtarmak için karşılıksız iyilik yapmaktı. Ben de bu vesileyle kandırmaya ve kandırılmaya karşıyım.
    Selam ve saygılarımla.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. As. Geçmiş olsun. Günahın varsa keffaret olur inşallah. Maalesef oluyor bu kandırma ve kandırılma işi hep. Halaoğlunun ki nitelikli değildir. Son yıllarda olup bitenler hep nitelikli dolandırıcılık.

      Sil
    2. Evet halamın oğlunun dolandırıcılığı nitelikli değil. Sadece dolandırıcılıktır. Sahibi olduğu şirketi, işleri düzeltince geri alacağını söyleyerekban devrettikten sonra , kendisi bilinmezlere firar etti. Şirketin tüm pisliği de bana kaldı. Ben bu pisliği 5 yılda temizlemek suretiyle şirketi tasfiye ederek bu pislikten kurtuldum. Ancak bu bana öyle hiç de ucuza malolmadı. Şirket devralmanın ne demek olduğunu bu işten anlayanlar iyi bilir. (2005-2010)
      Geçmiş olsun dileğiniz için teşekkür ederim.

      Sil
    3. Üzüldüm gerçekten. Akrabanın iyisine derman yetmez. Kötüsüne de maalesef çare yok. Bu tür dolandırmalar yarın gerçek ihtiyaç sahiplerinin imdat çığlığına yardımın önüne geçiyor.

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde