Ana içeriğe atla

Yöneticilik Maceram

Ne zaman bir koltuk boşalsa, kendi kendime gelin güvey olarak o koltuğa talip olduğumu sosyal medyada beni takip edenler bilir. Talip olduğum koltuklar doldukça, başka koltuklara yöneldim. Hiç olmadığı kadar umutluyum, bir gün koltuk beni bulacak, pes etmek yok dedim. Aslında böyle bir görüntü versem de hiçbir koltukta gözüm olmadığını beni yakinen tanıyanlar iyi bilir. Zira koltuk, makam ve yöneticilik benim mizacıma ters. Çünkü koltuk ciddiyet ister. Ben ise hayatı ciddiye almadım ki koltuğu ve yöneticiliği ciddiye alayım ve önemseyeyim. Hep doğal ve olduğum gibi görünmek istedim. 

Gönülden istemesem de hiç yönetici olmadım mı? Oldum maalesef.  O da zorunluluktan. Güneydoğuda bir ilde çalışırken memlekete tayin istedim. Dört yıl boyunca tayinim çıkmadı. Dedim, bir müdürlük sınavına gireyim. İkinci bir tayin hakkım daha olsun. 

Müdürlük sınavına girdiğim yılın sonunda, norm kapalı olduğundan, memleketime tayin isteyemedim. Yakın bir ile öğretmen olarak tayin istedim. Bu yeni ilimde, sınavın birinci aşamasını geçenlerle birlikte yöneticiliğin ikinci aşama sınavına girebilmek için kursa alındım. Kursta birkaç tanıdığım oldu. Herkes müdür olmak için var gücüyle ders çalışıyordu. Teneffüs aralarında sınavda en yüksek puanı alsam ayıp olur mu şeklinde şakasına soru sordum tanıdıklarıma. Biraz da küçümsercesine, "Sen al da ayıp olmaz" dedi bir tanesi. 

Kursun bitiminde Türkiye çapında yapılan değerlendirme sınav sonuçları gelmiş. Çalıştığım okulun memuru tebliğ-tebellüğ edelim diye odasına çağırdı. Baktım, ilde sınava girenlerin puanlarıyla beraber tüm liste memurun önündeydi. Hazırlanan tebellüğ belgesini imzalamadan, bakar mısın en yüksek puanı kim almış abi dedim. Memur tüm puanlara baktı. Sonra ayağa kalktı. Elini uzattı. Tebrik ediyorum hocam. En yüksek puan sizin dedi. Böyle bir iddiam olmamasına rağmen yaptığım şaka böylece gerçek olmuştu. 

Gel zaman git zaman bu komşu ilde 3,5 yıl öğretmen olarak çalışmanın ardından, yapılan duyuru ile kendi memleketimin bir ilçesine müdür olarak atandım. Hiç içime sinmemesine rağmen bu koltukta 5,5 yıl oturdum. Bu zaman zarfında il merkezine gitmek için kah öğretmen kah müdür yardımcısı olarak tayin istedim. Olmadı. Ardından 5 yıl yöneticiliği dolduranlara rotasyon uygulaması geldi. İlin ucunda bir mahalleye müdür olarak atandım. Burada da 2,5 yıl çalıştım. Müdür olarak çalışırken tekrar müdürlük sınavına girdim. Yüzde 70 sınav puanı, yüzde 30 mülakat puanı geçerli olacak şekilde mülakata girdim. Buradan merkezde bir liseye atamam oldu. Burada da 1 yıl çalıştım. Bu esnada yapılan şube müdürlüğü sınavına girerek başarılı oldum. Okul müdürlüğü mü, şube müdürlüğü mü derken sadece merkez olsun diyerek ilçeleri tercih etmedim. Merkezde şube müdürü olmaya puanım yetmedi. Okul müdürlüğüne devam dedim. 

Lisede çalışırken Danıştay'ın müdürlük atamasındaki uzman öğretmenlik kriterini iptal etmesiyle puanlar yeniden hesaplandı. İkinci sıradaki puanım üçüncülüğe düşünce bir başka okul müdürüyle okullarımızı değiştik. 

Yeni okulumda yaz döneminde 45 gün çalışma imkanım oldu. Çünkü 2014 yılı MEB'de, kimine göre kıyım kimine göre temizlik kimine göre budama kimine göre yeniden yapılanma yılıydı. 2014 yılında çıkarılan yasa ile MEB yöneticileri tepeden tırnağa değişti. Kanuna göre idarecilikte 4 yılını dolduranlar bu tali görevden önce asli görevi olan öğretmenliğe döndürüldü. Mevcut il ve ilçe milli eğitim müdürleri ve il müdür yardımcılarının kahir ekseriyeti özlük hakları baki olacak şekilde eğitim uzmanı yapılarak görevden el çektirildi.  (Bu arada eğitim uzmanları ne oldu, onlar neyin uzmanlığını yapıyorlar dediğinizi duyar gibi oldum. Anlatması uzun olur ama toplum nezdinde bunlara kısaca "bankamatik memuru" dendiğini söylemek isterim. Şimdilerde onlar uzmanlığı bitirip araştırmacı oldular.)  Yerlerine, çoğunlukla 2013 yılında yapılan şube müdürlüğü sınavını kazanamayanlar ilçe milli eğitim müdürü olarak atandı. Bu arada 2013 şube müdürlüğü sınavını kazananlar da nisan ayı gibi şube müdürü olarak atandılar. Üst kademe ya da ekip tamamlandıktan sonra sıra geldi 4 yılını dolduran yöneticileri geriye dönük puanlamaya. Kanuna göre ilçe MEM müdürü, iki şube müdürü, okul aile birliği başkanı ve yardımcısı, okul öğrenci temsilcisi, en yaşlı ve en genç iki öğretmen, müdürleri puanladı. Gördüğünüz gibi her şey şeffaf. Her şey şeffaf olunca çoğu müdür ve yardımcı komisyonun gözüne giremedi ve yeterli puan alamayanlar asli görevleri olan öğretmenliğe döndürüldüler. Çünkü bunlar yazılı sınav marifetiyle sınavı kazanan gözden kaçmış kişilerdi. Bu zorlu sınav maratonunu geçmek pek az talihliye nasip oldu. Komisyon bunları çekip bulmasaydı, bunlar da asli görevine dönenlerden olacaktı.

Maratonu geçen bir elin parmakları kadar kişiler kendi okuluna ya da başka bir okula tayin isteyerek müdür olarak atandı ve gözde müdür oldukları tescillendi. Gözde okullar gözde müdürlerle dolduruldu. Geriye koltuğu boş kalan binlerce okul kaldı. Buna da kanunda yer vardı. Zira kanun hiç boşluk bırakmamıştı. Yeni ve sıfırdan müdür ve yardımcı seçmek için müracaat edenler arasından sözlü mülakat yapıldı. Eğitim ve öğretim başladıktan üç dört ay sonra geriye kalan tüm okullar mülakatlılarla mükafatlandırıldılar. 

Bu arada benim yöneticilik maceram da arada kaynasın istemem. Birkaç ay önce şube müdürlüğüne gitmeyerek okul müdürlüğünü tercih eden benim okul müdürlüğüm, yeni okulumda 45 gün sürdü. Ben de şeffaf, objektif ve de adil komisyonun elinden kurtulamayanlardandım ve asli görevime döndürüldüm. İyi ki asli görev var. Yoksa bugün nerelerde olurdum bilemiyorum.

İki ay boyunca eğitim ve öğretim içinde yıllık izin kullandım. Tam asli görevime başlayacak iken yöneticiliğe bir daha tövbe derken bir arkadaşın ısrarıyla mülakat usulü müdürlüğe müracaat etmek zorunda kaldım. Verilen puan ne iyiydi ne de kötü. Ortanın üstü, pekiyinin altı. Süresi içinde tercih yapmadım. Aman boş ver müdürlüğü dedim. Dedim ama öğretmen olarak müdürlükten elendiğim okula tanımlandığım için o okulda asli görevimi yapmak istemedim. Yıllık izin de bitti bu arada. Yönetici tercihlerinin bittiğinin ertesi günü okula giderken bir arkadaşım aradı. Tercihler uzatılmış, isterseniz tercih yapın dedi. Okula giderek rastgele on okul seçip teslim ettim. Akşamında sonuçlar açıklanmış. Onuncu sıradaki okula atamam yapılmış. 

Kenardaki bu okulda 1,5 yıl çalıştım. İl içi atama döneminde il içi atamaya müracaat ederek öğretmenliğe döndüm. Oh be, dünya varmış derken geriye dönüp baktığımda, 11 yıl idareciliğin ardından beş yıl asli görev pardon öğretmenlik yapıvermişim. 

Dersime girip çıkarken bir gün okuldan aradılar. Hocam, şube müdürü olarak tercih hakkı verilmiş. Sizin isminiz var. Okula uğrayıp size tebliğ edelim dediler. Bu neyin nesi derken 2013 şube müdürlüğünün ardından bir şube müdürlüğü sınavı daha yapılmış. Üzerinden bir yedi yıl geçmiş. Bakanlık mahkeme kararını uygulamak zorunda kalmış ve daha önce sözlü puana göre alım yapan Bakanlık bu sefer yazılı ve sözlü ortalaması, 76 ve yukarı puana sahip olanlara, mahkemeye versin veya vermesin, bir tercih hakkı daha vermiş. 

Gideyim mi gitmeyeyim mi derken 7 sene önce ilçe istemem diyen ben, bu sefer gideyim diyerek bir ilçeyi tek tercih olarak yazdım. Yazarken de inşallah yüksek puanlı biri tercih eder. Ben de tercih ettim ama olmadı derim hesabı yaptım. Maalesef şube müdürü olarak atandım. 

Bu maceram da iki yıla yakın sürdü. Şimdi yeniden asli görevime döndüm. Gördüğünüz gibi maceranın sonu yok. 

Yorumlar

  1. Hayırlı olsun hocam aramıza hoşgeldin Eninde sonunda geleceğin yer öğretmenliktir.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde