Bir önceki yazımda başı örtülü iken
sonraki yıllarda başını açan kız çocuklarıyla ilgili iki anekdota yer
vermiştim. Bu yaşanmış hikayeler başı açmanın ipuçlarını vermiş olsa da bu
yazımda bu konuyu biraz açmak istiyorum.
Din bir inanma,
gönül verme ve tercih meselesidir. Kulun inanıp inanmama hürriyetini de Allah
insanoğluna irade olarak vermiştir. İnanan, kulluğunun ilk adımını yerine
getirmiş, inanmayan ise bu iradeyi kullanarak küfretmiş olur.
Bir inançta
gönülden inanma yoksa burada sağlam ve sahih bir imandan bahsedilemez. İçten
inanmadığı halde değişik saiklerle dıştan inanmış görünen insanlar nezdinde
Müslüman muamelesi görse de Allah katında bu inanç nifak barındırdığı için bu tiplere
de münafık denir. Cehennemin en alt tabakasında bu inanç sahiplerinin olacağı
ifade edilir. Anlatmak istediğim, baskı ve cebirin olduğu yerde inançtan
bahsedilemez.
Coğrafya kader diye bir söz vardır. Yaşadığımız
coğrafya inancımızın şekillenmesinde önemli bir faktördür. Çoğunluğun Müslüman
olduğu yerde Müslüman, çoğunluğun Hristiyan olduğu yerde Hristiyan olma
ihtimalimiz yüksektir. Diğer dinler için de hakeza. Pek az istisna hariç
Müslüman olmamızda kendi irade ve arayışımız değil, çevre ve ailenin etkisi
büyüktür. Yani anadan babadan doğma Müslümanız. Pekala Budistlerin yoğun
yaşadığı yerde belki de Budist olacaktık ve Budizm'i savunacaktık. Anlatmak
istediğim, kahir ekseriyetimiz inandığımız bu dini araştırarak seçmedik.
Buradan yaşantımıza
gelmek istiyorum. Yaşantımızda da yaşadığımız muhit ve çevrenin etkisi
büyüktür. Din diye yaşadığımız çoğu şey örfün gereğini yerine getirmekten
ibarettir. Giyim ve kuşam konusunda her ne kadar başörtüsü Allah'ın bir emri
olduğunu kabul etsek de yine pek azımız hariç toplumsal anlayış ve baskıya göre
hareket ederiz. El ne der, başkası ne der, toplum ne der, mahalle, eş-dost ne
der sözlerini çoğu zaman çevremizde duyarız. Bu da yaşantımızda çevrenin
etkisinin büyük olduğuna işarettir.
Başörtüsüne
girmeden konuyu biraz dağıttım. Ama değinmek istediğim konuyla ilgili olduğunu
belirtmek isterim. Geç de olsa konuya gireyim.
Giyim ve kuşam
konusu tıpkı din gibi baskıya gelmez. Aile, okul ve çevrenin; bu yaşa geldin,
örtün artık baskısı, kız çocuklarının çoğunun en büyük handikabı. Kız çocuğu daha
çocukluk evresini geçirmeden, neyin iyi neyin kötü olduğunu tam kavrayamadan,
başörtüsünün gerekliliğini vücudunda ve içinde özümsemeden, hal ve
hareketleriyle Müslüman olmadan, kızım sen bu konuda ne dersin demeden küçük
yaşta kız çocuklarının başına örtü geçirmek bu çağın çoğu çocukları için bir
kabustur. Kız bu baskıyla çevresindeki arkadaşlarının giyim kuşamlarına özenti
duyarak toplum içinde yaşamaya devam ediyor. Yaşıyor ama gelin bu durumu bir de
bu küçük kızlara sorun. Hepsinin olmasa da çoğu, beyninden aşağıya sıcak su
dökülmüş hisseder. Bu durum çocuğun psikolojisinin sağlıklı gelişmesini
engellemektedir.
Bu haletiruhiye
içerisinde kızımız sağına soluna özenti duyarak büyürken ilk fırsatta başımdaki
bu örtüden kurtulacağım duygusunu içinde taşıyor.
Maddi ve manevi
baskıyla başını örttüğümüz bu kız çocuğu, çoğu zaman örtündüğü örtünün
ağırlığını, neyi temsil ettiğini kavrayamadığı için örtü dışındaki giyim ve
kuşamda, üzerindeki örtüyle bağdaşmayacak şekilde giyinme yoluna gidebiliyor.
Örtüyle birlikte makyaj yapıyor. Aslında çoğunluğu tenzih ederim ama bu
görüntüsüyle, bakmayın benim başımın örtülü olduğuna, ben de sizin gibi modern
biriyim demeye getiriyor. Alt giyimleri, hal ve hareketleri başörtüsüyle uyumlu
olmayan nicelerine, çevresi bir de başörtülü olacak. Yakışıyor mu sana dediğini
en azından duymuşsunuzdur.
Yazımı uzatmadan, başka sebeplere değinmeden kısaca şunu söyleyeyim: Tıpkı inanma konusunda olduğu gibi giyim kuşam konusunda baskı yapmak iyi niyete rağmen müspet sonuç doğurmuyor. Kızımız fırsatını bulunca başında hissettiği ağırlığı atıyor. Bu tip çocukları ayıplayacağımıza, bak bak, başını açmış diyeceğimize, biz büyükler nerede hata yapıyoruz ki bu çocuklar şimdi isyana uğruyor sorusunu kendi kendimize sormamız, en azından üslubumuzu ve davranışımızı değiştirmek zorundayız. Unutmayalım ki başı örtmek de tıpkı din gibi bir gönül ve irade işidir. Din sevgidir, din iknadır. Sevgisini veremediğimiz din, dinden başka her şeye benzer. İkna edemediğimiz doğru, doğru değildir. Çocuklarımızı ikna etmek, bu konuda sabırlı olmak ve zamana bırakmak en uygun olanıdır diye düşünüyorum. Bu çocuklarımızın başına verdiğimiz önemi; ahlakına, hal ve hareketlerine verelim. Çocuklarımızın önce vücutları Müslüman olsun, inanın arkası gelir. Bilelim ki ki iyi bir iş yapacağız, çevrem bizi ayıplayacak diye kurduğumuz baskıdan dolayı çocuklarımızı tamamen kaybedebiliriz. Biz sadece telkin ve tavsiyede bulunalım, ikna etmeye çalışalım. Nuh peygamberin bile oğlunun hidayetini sağlayamadığını hatırımızdan çıkarmayalım. Oğlu kafir olarak dünyasını değiştirmiştir. Lütfen dinin sevgisini ihmal etmeyelim. Bir an için o çocukların yerine kendimizi koyup empati yapalım. Onlarla baba kız, anne kız olarak arkadaş gibi konuşmayı deneyelim. Zira konuşmanın ötesinde yapacağımız bir şey yok. Onları dinleyip anlamaya çalışalım. Tüm bunları yaparken onların yaşadığı psikolojiyi anlamayı ihmal etmeyelim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder