Ana içeriğe atla

Kız Çocuklarının Başörtüsü ile İmtihanı (4)

Bir önceki yazımda başı örtülü iken sonraki yıllarda başını açan kız çocuklarıyla ilgili iki anekdota yer vermiştim. Bu yaşanmış hikayeler başı açmanın ipuçlarını vermiş olsa da bu yazımda bu konuyu biraz açmak istiyorum.

Din bir inanma, gönül verme ve tercih meselesidir. Kulun inanıp inanmama hürriyetini de Allah insanoğluna irade olarak vermiştir. İnanan, kulluğunun ilk adımını yerine getirmiş, inanmayan ise bu iradeyi kullanarak küfretmiş olur. 

Bir inançta gönülden inanma yoksa burada sağlam ve sahih bir imandan bahsedilemez. İçten inanmadığı halde değişik saiklerle dıştan inanmış görünen insanlar nezdinde Müslüman muamelesi görse de Allah katında bu inanç nifak barındırdığı için bu tiplere de münafık denir. Cehennemin en alt tabakasında bu inanç sahiplerinin olacağı ifade edilir. Anlatmak istediğim, baskı ve cebirin olduğu yerde inançtan bahsedilemez.

Coğrafya kader diye bir söz vardır. Yaşadığımız coğrafya inancımızın şekillenmesinde önemli bir faktördür. Çoğunluğun Müslüman olduğu yerde Müslüman, çoğunluğun Hristiyan olduğu yerde Hristiyan olma ihtimalimiz yüksektir. Diğer dinler için de hakeza. Pek az istisna hariç Müslüman olmamızda kendi irade ve arayışımız değil, çevre ve ailenin etkisi büyüktür. Yani anadan babadan doğma Müslümanız. Pekala Budistlerin yoğun yaşadığı yerde belki de Budist olacaktık ve Budizm'i savunacaktık. Anlatmak istediğim, kahir ekseriyetimiz inandığımız bu dini araştırarak seçmedik.

Buradan yaşantımıza gelmek istiyorum. Yaşantımızda da yaşadığımız muhit ve çevrenin etkisi büyüktür. Din diye yaşadığımız çoğu şey örfün gereğini yerine getirmekten ibarettir. Giyim ve kuşam konusunda her ne kadar başörtüsü Allah'ın bir emri olduğunu kabul etsek de yine pek azımız hariç toplumsal anlayış ve baskıya göre hareket ederiz. El ne der, başkası ne der, toplum ne der, mahalle, eş-dost ne der sözlerini çoğu zaman çevremizde duyarız. Bu da yaşantımızda çevrenin etkisinin büyük olduğuna işarettir.

Başörtüsüne girmeden konuyu biraz dağıttım. Ama değinmek istediğim konuyla ilgili olduğunu belirtmek isterim. Geç de olsa konuya gireyim.

Giyim ve kuşam konusu tıpkı din gibi baskıya gelmez. Aile, okul ve çevrenin; bu yaşa geldin, örtün artık baskısı, kız çocuklarının çoğunun en büyük handikabı. Kız çocuğu daha çocukluk evresini geçirmeden, neyin iyi neyin kötü olduğunu tam kavrayamadan, başörtüsünün gerekliliğini vücudunda ve içinde özümsemeden, hal ve hareketleriyle Müslüman olmadan, kızım sen bu konuda ne dersin demeden küçük yaşta kız çocuklarının başına örtü geçirmek bu çağın çoğu çocukları için bir kabustur. Kız bu baskıyla çevresindeki arkadaşlarının giyim kuşamlarına özenti duyarak toplum içinde yaşamaya devam ediyor. Yaşıyor ama gelin bu durumu bir de bu küçük kızlara sorun. Hepsinin olmasa da çoğu, beyninden aşağıya sıcak su dökülmüş hisseder. Bu durum çocuğun psikolojisinin sağlıklı gelişmesini engellemektedir.

Bu haletiruhiye içerisinde kızımız sağına soluna özenti duyarak büyürken ilk fırsatta başımdaki bu örtüden kurtulacağım duygusunu içinde taşıyor. 

Maddi ve manevi baskıyla başını örttüğümüz bu kız çocuğu, çoğu zaman örtündüğü örtünün ağırlığını, neyi temsil ettiğini kavrayamadığı için örtü dışındaki giyim ve kuşamda, üzerindeki örtüyle bağdaşmayacak şekilde giyinme yoluna gidebiliyor. Örtüyle birlikte makyaj yapıyor. Aslında çoğunluğu tenzih ederim ama bu görüntüsüyle, bakmayın benim başımın örtülü olduğuna, ben de sizin gibi modern biriyim demeye getiriyor. Alt giyimleri, hal ve hareketleri başörtüsüyle uyumlu olmayan nicelerine, çevresi bir de başörtülü olacak. Yakışıyor mu sana dediğini en azından duymuşsunuzdur.

Yazımı uzatmadan, başka sebeplere değinmeden kısaca şunu söyleyeyim: Tıpkı inanma konusunda olduğu gibi giyim kuşam konusunda baskı yapmak iyi niyete rağmen müspet sonuç doğurmuyor. Kızımız fırsatını bulunca başında hissettiği ağırlığı atıyor. Bu tip çocukları ayıplayacağımıza, bak bak, başını açmış diyeceğimize, biz büyükler nerede hata yapıyoruz ki bu çocuklar şimdi isyana uğruyor sorusunu kendi kendimize sormamız, en azından üslubumuzu ve davranışımızı değiştirmek zorundayız. Unutmayalım ki başı örtmek de tıpkı din gibi bir gönül ve irade işidir. Din sevgidir, din iknadır. Sevgisini veremediğimiz din, dinden başka her şeye benzer. İkna edemediğimiz doğru, doğru değildir. Çocuklarımızı ikna etmek, bu konuda sabırlı olmak ve zamana bırakmak en uygun olanıdır diye düşünüyorum. Bu çocuklarımızın başına verdiğimiz önemi; ahlakına, hal ve hareketlerine verelim. Çocuklarımızın önce vücutları Müslüman olsun, inanın arkası gelir. Bilelim ki ki iyi bir iş yapacağız, çevrem bizi ayıplayacak diye kurduğumuz baskıdan dolayı çocuklarımızı tamamen kaybedebiliriz. Biz sadece telkin ve tavsiyede bulunalım, ikna etmeye çalışalım. Nuh peygamberin bile oğlunun hidayetini sağlayamadığını hatırımızdan çıkarmayalım. Oğlu kafir olarak dünyasını değiştirmiştir. Lütfen dinin sevgisini ihmal etmeyelim. Bir an için o çocukların yerine kendimizi koyup empati yapalım. Onlarla baba kız, anne kız olarak arkadaş gibi konuşmayı deneyelim. Zira konuşmanın ötesinde yapacağımız bir şey yok. Onları dinleyip anlamaya çalışalım. Tüm bunları yaparken onların yaşadığı psikolojiyi anlamayı ihmal etmeyelim. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde