Ana içeriğe atla

Namaza Niçin Mesafe Konmuş Olabilir? *

FETÖ’den ihraç olmuş biriyle karşılaştım geçen gün. Açıldı da açıldı. Şaşırdım bu kadar konuşmasına. Çünkü tanıdığım kadarıyla içine kapanık, pek konuşan biri değildi. FETÖ ile ilgisi kalmasa da eski çevresinden tanıdıklarının durumundan örnekler verdi. Hangisini örnek verdiyse hepsi düzenli namaz kılan kişiler iken yaşamış oldukları süreç sonrasında, namaz kılmayı bıraktıklarını, dine mesafe koyduklarını, cumaya bile gitmediklerini anlattı. Halen görev yapan ama defalarca hakkında inceleme ve soruşturma yapmış bir tanıdığının da namazı bıraktığını sadece cumadan cumaya namaza gittiğini söyledi.

Bir tanesinin, çevresindekilerin haleti ruhiyesi için anlattıkları böyle. Bu durumda olan ne kadar kişi var bilmiyorum. Bu anlatılanlara siz nasıl bakarsınız bilmem. Belki de bunların durumunu, imama kızıp cami yakmaya da benzetebilir. O yapının içinde olmayalardı, beter olsunlar, devlet az bile yapmış diyebilirsiniz. Ben bu anlatılanlara, dinin bir umdesi olan namazı bıraktıklarına üzüldüğümü, bir zamanlar gittikleri bu yolun yol olmadığını, namazı bırakmalarının yanlış olduğunu söylemek isterim. Yalnız onları, mütemadiyen kıldıkları namazdan uzaklaştıran psikolojiyi anlamak gerektiğini düşünüyorum. Öyle zannediyorum, yaşadıkları süreç, başlarına gelenler, terörle damgalanmaları, kalburüstü işlerinden olmaları, maddi sıkıntı çekmeleri, birçoğunun iş bulamaması, buldu ise de emeklerinin karşılığını özel sektörden tam alamamaları, toplum nezdinde sakıncalı piyade muamelesine maruz kalmaları ve vebalı gibi görülmeleri, takip edilmeleri; geçirdikleri inceleme, soruşturma ve mahkeme boyutları, hapis vs. durumlar onları çok etkilemiş olsa gerek. Bu dünya bir imtihan dünyası. Herkesin başına türlü türlü gaileler gelebilir. Önemli olan sıkıntıları en az hasarla atlatmak. Gördüğüm kadarıyla terörist muamelesi gören bu kişiler, yaşadıkları süreci ve başlarına geleni atlatamamış, bu durumu kabullenememişler, belki de olup biteni hala anlayamadılar ya da anlam veremediler. Namaz gibi dinin bir umdesini terk ettiklerine göre öyle zannediyorum, içten içe isyan ediyorlar.

Bunların isyanları kime? Devlete, özel sektöre, kendilerine, dini cemaatlere vs. Görevlerinden atıldıkları, atılmakla kalmayıp 450 gün gibi bir süre bitinceye kadar özel sektörde dahi çalışmalarına izin verilmemesi daha da zorlarına gitmiş olabilir. Diyelim ki devlet bunları tehlikeli gördü ve görevlerine son verdi. Özel sektörde çalışmalarının önüne bir müddet engel konmasının izahı olamaz. Çünkü bu insanlar bu süre içinde ne yiyip ne içecekler? Üstelik bu süre az bir süre değil. Zaten bu yasağın izahı olmadığı için Anayasa Mahkemesi bu 450 günlük çalışamama yasağını iptal etti. Yanlış hesap Yüksek Mahkemeden döndü ama geciken adalet, adalet değildir.

Yasakları bittikten sonra özelde güç bela iş bulan bu kimselere özel sektör, bunlar nasılsa verdiğim fiyata çalışacaklar. Haklarını ve fazla vermeye gerek yok. Nasılsa elleri mahkum diyerek çalışmalarının tam karşılığını vermemiş olabilir. Ki bizim insanımız ayaklarına kadar gelen bu fırsatı kaçırmaz.

Tüm bu kızdıklarının yanında en fazla da kendilerine kızıyorlardır. Niçin aklımızı kullanmadık diye. Öyle ya insanın başına ne gelirse aklını kullanmadığından gelir. Yunus Süresi 100.ayette Allah “Aklını kullanmayanların üzerine pislik yağdırır” demiyor mu? Sen aklını kullanmazsan, o aklı kullanan birileri her daim çıkacaktır.

Belki de en fazla kızdıkları, dini görünümlü hüviyetiyle kendilerini kullanıp atan yapıyadır. Çünkü yapı bunları emrinde asker ve emir eri gibi kullanmak için dini kullandı. Namazı bırakmaları da bu tespitin doğruluğunu gösteriyor. Dini görünümlü bu yapıdan sonra diğer cemaatlere de mesafe koyuyor olabilirler. Bu psikolojiden kurtulamazlarsa belki de ileride din, bunların anlattığı gibi ise ben o dinden değilim diyecekler.

Namazı bırakmalarının psikoloji ile ne ilgisi var? Namaz kılacaklarsa kendilerine kılacaklar diyebilirsiniz. Bunda da haklı olabilirsiniz. Ben bu psikolojiyi anlamaya çalışıyorum. Bu psikolojinin nasıl bir şey olduğunu sözü fazla uzatmadan fanatik derecede Fenerbahçeli olan Gazeteci Cengiz Çandar’ın anlattığı, başından geçen bir anekdotu -aklımda kaldığı kadarıyla- buraya aktarayım ki ne anlatmak istediğimi ifade etmiş olayım: “Küçüklüğümde birkaç arkadaşla beraber bir Shell petrolünün önünde dayak yedik. Az büyüdük. Bir takım tutacağız. Galatasaray çok güzel oynuyor. GS’yi tutmak istedik ama gözümüzün önüne dayak yediğimiz Shell petrolü geldi. Çünkü Shell petrollerinin amblemi sarı kırmızı, GS’nin forması da sarı kırmızı. O yüzden GS’yi tutmaktan vazgeçtik. En büyük ezeli rakibi FB’li olduk”.

*28/03/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde