Sendika üyeliğimin olmaması içeriğine girmeyeceğim
dedim ama son zamanlarda yapılan bazı söylem ve eylemlere değinmeden
geçemeyeceğim. 2021 toplu sözleşmesinde yüzde bir üyeye sahip sendika
üyelerinin, sendikasız memurlara ve sendikalı olup da sendikası yüzde biri
yakalayamayan memurların faydalanamayacağı 400 liralık sendika ikramiyesi,
bazılarına göre tam bir fecaat ise de toplu sözleşmeye imza atanlar ve yüzde
bir üyeye sahip bir sendikanın mensubu olanlar, bunu büyük bir kazanım olarak
görmektedir. Bu ikramiye kazanım olmaya bir kazanım. Bu kazanım
çerçevesinde bir sendikanın üye sayısını artırmak ve mevcut üyesini tutmak
istemesi kadar doğal bir şey olamaz. Yalnız toplu sözleşmede tüm memurların
faydalanabileceği şekilde bu ikramiyenin memur maaşlarına yüzde olarak dahil
edilmesini isterdim. Çünkü bu enflasyonlu hayatta memurlara verilen zam
yüzdesi, enflasyona ezdirmeyeceğiz denilen memurun beklentilerinin çok altında
kalmıştır. Şayet bu mümkün değilse, en azından yüzde birin altında üyeye sahip
sendika üyelerinin de bu haktan yararlandırılması talep edilebilirdi. Diyelim
ki yüzde bir ve daha fazlasına sahip sendikaların hayatiyetine devam etmesi,
diğerlerin yok olup gitmesi istenmiş ve bu talep de kabul gördü. Sonrasında
küçük sendikaların merdiven altı şeklinde tanımlanması, sendikalı ile
sendikasızların aldıkları ücret farklılığını savunmaları, makasın daha da
açılması gerektiği şeklinde açıklama yapmaları beni ister istemez düşündürdü.
Beni düşündüren ne derseniz, bugün başkalarını
merdiven altı diye değerlendirenlerin söylemlerine bir kıyas yapmak gerekirse
kendileri de bir zamanlar Türkiye çapında esemesi okunmayan, tanınmayan, ağırlığı
olmayan küçük bir sendika idi. Yani kendilerinin tabiriyle merdiven altıydılar.
Özellikle "makasın daha da açılmasının" istenmesi ve küçük
sendikaları merdiven altı olarak tasvirleri kanaatimce hoş olmadı. Zaten bu
sözler kamuoyunda epey tepki çekti. Bu sözle görüyorum ki geldikleri yeri ve
küçüklüklerini yani dünü unutmuşlar. Keşke merdiven altı tabirini
kullanmamış olsalardı. Niyetlerini bilemem ama söylemleri bana güç
zehirlenmesi yaşadıklarını, büyüklük kibrine kapıldıklarını hatırlattı. Bu
hatırlamam bana şu hikayeyi de hatırlattı. İster istemez Ayaz kadar olamadılar
dedim. İnsan ne olursa olsun dününü unutmamalı. Çünkü dününü unutanların
elinden verdiği nimeti Allah er veya geç alır. Sizi hikayeyle baş başa
bırakıyorum:
"Ayaz isminde bir köle, gel zaman git zaman sonra
Gazneli Mahmut’un kölesi olur. Köle kendisini kısa zamanda Sultan Mahmut’a
sevdirir. Sultan da onu, sultanlığın haznedarı olarak tayin eder. Her türlü
mücevherat Ayaz’a emanet edilir. Bir kölenin bu şekil yükselmesi saray eşrafı tarafından
pek hoş karşılanmaz. Ayaz’ın sık sık hazineye gittiğini, oradan mücevherleri
çaldığını, sultana şikayet ederler. İşin aslını öğrenmek için Sultan Mahmut,
yaptırdığı bir delikten hazineye giren Ayaz’ı takip eder. Ayaz’ın önce sandığı
açtığını, sandıktan bir bohça çıkardığını, bohçayı öptüğünü sonra açtığını
izler. Bohçanın içinden çıkardığı ise köleyken giydiği yırtık elbise. Kendi
kendine, “Daha önceleri bu elbiseyi giydiğin zaman kim olduğunu hatırlıyor
musun?” diye sorar. Ardından “Bir hiç idin. Satılacak bir köleydin sadece.
Allah, Sultan’ın eliyle sana rahmetinden belki de hiç hak etmediğin nimetler
lütfetti. Asla nereden geldiğini unutma. Çünkü mal-mülk, insanın geçmiş
hafızasını uçurur, insana kendini unutturur. Geçmişini unutmamak için nimetçe
senden aşağı olanlara hor bakma ve geldiğin yeri daima hatırla.” şeklinde
mırıldanır. Sonra bohçayı yerine koyup sandığı kapatır ve dışarı çıkınca
sultanla karşılaşır. Sultan ona, “Bugüne kadar mücevherlerimin hazinedarıydın,
şimdi ise kalbimin hazinedarısın.” der.
Sanırım bu hikaye, kıssadan hisse almak
isteyenler için birebir. Allah kimseyi şaşırtmasın ve geldiği/çıktığı yeri yani
dününü unutturmasın. Kimseyi de ne oldum delisi yapmasın.
*20/11/2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder