Ana içeriğe atla

Tuzu Kuru Siyasetimiz *

Siyasetçi olmasam da kendimi bildim bileli siyasetimize izlerim. Hoş, sadece ben değil, bu toplumun kahir ekseriyeti, ister profesyonel siyasetçi olsun ister amatör siyasetçi olsun, bu ülkede siyaset yapar. Yeter ki iki kişi bir araya gelsin. Çaylar yudumlanırken konu, döner dolaşır siyasete gelir. Anlayalım veya anlamayalım, mutlaka görüşümüzü söyleriz. Desteklediğimiz partiyi savunurken desteklemediğimizi durmadan eleştiririz. Partimize eleştiri yapılırsa ses tonumuz değişir. Önce savunmaya, ardından saldırıya daha olmadı, “Zaten sizin partiniz de bunu geçmişte yaptı. Bu konuda siz de çok temiz değilsiniz” deriz. İlk başlarda tatlı bir muhabbetle başlayan bu tür konuşmalar genellikle kırgınlıkla son bulur. Çünkü partisi ne olursa olsun, partilerin trolleri kolay kolay eleştiriye gelmez. Bu tür fanatik seviyesinde partizanlıktan dolayı dostların arasının bozulduğu da vaki.

Siyasetin dışında yine bu toplumun gündeminde din, sağlık, spor, eğitim ve öğretim konusu da herkesin gündeminde. Herkes bu konularda kendisini bir uzman bilir ve bu konularda söyleyecek sözü vardır ama hiçbiri siyaset kadar yer kaplamaz. Gecemiz gündüzümüz siyaset dense yeridir. Ömrünü bu şekilde siyaset yaparak geçirenler, bir partinin değişik kademelerinde görev yapan aktif bir siyasetçi olsa gam yemeyeceğim. Çünkü görevi budur.

Görevi siyaset değilken ömrünü siyaset yaparak geçirenlere ne demeli? Değer mi bu kadar siyaset yapmaya, birbirini kırıp dökmeye, işi kırgınlığa götürmeye ve vaktin büyük bir bölümünü boşa harcamaya… Halbuki aktif siyasette yer almayan bu kişilerin konuşacağı yer sandıktır. Önlerine sandık geldi mi, hangi partiye vereceklerse oylarını verip işlerine yönelmeleri gerekir. Ah bir de bu yaptıkları siyasetin kendilerine maddi ve manevi bir katkısı olsa…Sandık dışında da böyle siyaset yaptıklarına göre keşke bu yaptıkları siyasetin, kendilerine maddi ve manevi bir katkısı olsa…Tek katkısı çenelerini yormak ve çevresini kırıp geçirmektir.

Amatör siyaset yapanlara bir katkısı olmayan siyasetin kazananı, partisi iktidar olsun veya olmasın, daima kazananlar hep profesyonel siyasetçilerimizdir. İktidardakiler nimetlerden biraz daha fazla faydalanıyor, o kadar. Halkın şu derdi varmış, geçim sıkıntısı varmış çok da umurlarında değil. Nimetlerden faydalanırken tek yaptıkları, oy deposu olarak gördükleri seçmenlerini rakiplerine karşı kutuplaştırmaktır. Halk birbiriyle -seviyesine göre- siyaset yaparken onlar malı götürüyor. Ben bugüne kadar profesyonel siyaset yapıp da maddi sıkıntı çekeni -hatta aktif siyasetin dışına çıktıktan sonra da- görmedim. Aile ve çevresi ihya oluyor dense yeridir.

Bakmayın siyasilerin halkı düşünür gibi konuştuklarına. Hangisi iktidara gelirse gelsin ülkenin bir dizi sorunları azalacağı yerde çoğalıyor. Hâsılı, bizim ülkemizde çözüm üretsin, sorunları çözsün diye yapılan siyasetin tuzu kurudur. İstisnaları hariç tutuyorum, bizim ülkede yapılan siyaset makam, mevki, şöhret, cep doldurma ve servetine servet katma siyasetidir.

Tecrübelerim şunu gösterdi ki bu ülkenin önündeki en büyük engel bizde uygulanan siyasetin ta kendisidir. Hangisi gelirse gelsin halkın görevi, kendilerine oy vermek ve kemer sıkmaktır. Halka gelen vuruyor, giden vuruyor, sırada bekleyenler de vurmak için pusuda bekliyor. Halkın bu durumu şu fıkraya benzer:

Hayvanlar âleminde ormanın kralı aslan, her gün içtima yapar. Her içtimada "Nerede senin kravatın" diyerek tavşanı döver. Bir gün aslanın yardımcıları "Efendim, hep aynı gerekçeyle tavşanı dövüyorsunuz, artık gerekçeyi değiştirseniz" derler. Aslan, tamam gerekçeyi değiştirelim. Yarın tavşanı sigara almaya gönderelim" der. "İyi de efendim, sigarayı alır gelirse nasıl döveceksiniz" der yardımcıları. Aslan, "Sigarayı filtreli alırsa niçin filtresiz almadın der, döveriz. Şayet sigarayı filtresiz alırsa niçin filtreli almadın der, yine döveriz.

Ertesi günü tavşan içtimaa gelince aslan, ona para vererek git sigara al gel der. Tavşan parayı alıp giderken geri dönerek "Efendim sigaranız filtreli mi olsun yoksa filtresiz mi" der demez aslan, "Gel lan buraya! Nerede lan senin kravatın" diyerek tavşanı tekrar döver, tıpkı diğer günlerde olduğu gibi. 

Kimsenin moralini bozmak, umutlarını yıkmak istemiyorum ama bu tavşan hikayesi, sanırım siyasetimizi anlatan en güzel hikaye olsa gerek. Başka söze gerek var mı?

*31/07/2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde