Ana içeriğe atla

Ağırcanlıysanız Yaşadınız *

Kaderle ilgili kavramlardan bir tanesi de ömür ve eceldir. Biyolojik yasalar gereği doğduğumuz andan itibaren ölünceye kadar yaşadığımız bu hayata ömür derken yaşanan bu hayatın sona ermesine de ecel diyoruz.  Her ne kadar ölmeyecekmişiz gibi yaşasak da er veya geç ölüm, hepimizin kapısını bir gün çalacaktır. Zira her canlı bu ölümü tadacaktır. Ölümün yüzü soğuk olsa da ne edersiniz ki yasa böyle. Kimi uzun yaşar, kimi de kısa. Bir bakıyoruz, sapasağlam biri vefat ederken öldü ölecek dediğimiz, yatağa bağlı biri uzun yıllar yaşayabiliyor. Yediği, içtiği, yaşantısı, yaşadığı bölge, vücut yapısı gibi etkenler kişinin ömründe etkili olsa da kimin ne kadar yaşayacağı bilgisi Allah katındadır.

Bu girizgahtan sonra işin bilimsel yönünü bilmediğim bir gözlemimi sizinle paylaşmak istiyorum. Bu hayatın içinde envaiçeşit insan olduğu gibi tez canlı ve ağırcanlı olanlar da var. Acaba tez canlılar mı hayata daha erken veda ediyor yoksa ağırcanlılar mı? Gözlemlerime göre sanki tez canlılar daha tez giderken ağırcanlılar daha uzun yaşıyorlar. Siz bu tezime katılır veya katılmazsınız, doğrusunu Rabbim bilir. Eğer bu tezim doğru ise bunun sebebi ne olabilir?

Önce tez canlı ve ağırcanlı kime denir, sözlüğe bir bakalım. Tez canlı, “Beklemeye dayanmayan, sabırsız” kimseye denirken ağırcanlı da “Davranışları ağır olan, işini çok ağır yapan, uyuşuk; tembel, vurdumduymaz” kimse demekmiş. Tanımlardan anlaşıldığına göre tez canlılar aceleci ve işlerini çabuk yaparlarken ağırcanlılar ise hiç acele etmeden, işlerini ağır ağır yapıyorlar. Bir işte çalışanların veya bir yerde olanların hepsi tez canlı ise oradaki işlemler, bir saat gibi dakik işler. İşte bir aksama söz konusu olmaz. Bir makinenin dişlileri gibi hep birlikte hareket ederler. Yani hepsi birbirine uyum sağlarlar. Aynı şekilde bir yerde olanların veya çalışanların hepsi ağırcanlı ise işin bitmesi uzun sürse de burada da bir aksama söz konusu olmaz ve bir ahenk vardır. Çünkü karşınızda birbirini bulmuş muhteşem bir ekip var. Hayatta birlikte iş yapanlar hep tez canlı veya ağırcanlı ise sorun yok. Ya bir iş veya başka nedenle bir arada olanların bir kısmı tez canlı, bir kısmı da ağırcanlı ise işte asıl sorun burada başlıyor. Ağırcanlılar aheste aheste hareket ederken veya iş yaparken bunları gören tez canlıların ömrü, sabrın ya en güzel örneğini göstermekle ya da saç-baş yolmakla geçecektir. Ya geride kalan ağırcanlının işini bitirmesine yardım edecek, iş yükünü artıracak ya da bekleyecektir. Bu bekleme esnasında dişleri boğazına gitmezse verilmiş sadakaları var demektir. Ağırcanlılar böyle yapmakla belki de dünyanın düzenini sağlıyorlar ve dünyayı dengede tutuyorlardır. Maazallah, dünya sadece tez canlılara emanet olsa acele işe şeytan karışır misali tez canlılar, dünyayı toz duman ederler ve dünyanın altını üstüne getirirler.

Şimdi bu söylediklerimi etrafınıza bakın, bir test edin. Test için çok uzağa gitmenize gerek yok. Burnunuzun dibinde hem tez canlısını hem de ağırcanlısını görürsünüz. Hangisi daha erken dünyaya veda ediyor? Eğer testinizin sonucu ağırcanlılar daha geç ölüyor ise aklın yolu bir. Ben de aynı düşünüyorum. Yok böyle değilse problem değil. Zira ben tek başına kalmaya alışkınım. Eğer bu konuda yeterince test yapmamış ve benim tezimle de ikna olmadı iseniz, bizim gibi canlı olan hayvanlar alemine bir bakalım. Zira hayvanlar arasında da hızlı ve yavaş hareket edenleri vardır. Bu hayvanların ortalama ömürlerine de parantez içerisinde yer verdim. Tavşan(9), devekuşu(60-70), at(20-30), tilki(2-5), kanguru(15), Afrika yaban köpeği(11), tazı(10-14) ve aslan(10-14) hızlı hareket eden kara hayvanlarıdır. Bazı ağır hareket eden hayvanların ortalama ömrü çok fazla olmasa da ağır hayvan denince hepimizin aklına kaplumbağa gelir. Kaplumbağaların ortalama ömrü 190 yıl imiş.

Bana öyle geliyor ki ister insan ister hayvan olsun her canlının, bu dünyada yerine getirmekle yükümlü olduğu bir vazifesi ve işi var. Herkes bu işini tamamlayacak ve yarım bırakmayacak. Vazifesini ve işini bitiren gidiyor. Tez canlılar işlerini tez bitirdikleri için tez gidiyorlar, ağırcanlılar ise işlerini geç bitirdikleri için geç gidiyorlar. Azrail de onların işlerini bitirmelerini bekliyor. Bu tezim doğru ve siz, ağırcanlı iseniz bilin ki yaşadınız. Dünyaya kazık çakmasanız da epey bir yaşarsınız.

*24/10/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

 

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde