1986 yılında üniversite sınavına girdiğimde, yanlış
hatırlamıyorsam 26 devlet, bir tane de vakıf üniversitesi vardı. Hangi bölüm
olursa olsun üniversitede okumayı hak kazanan bir öğrenci, mezun olur olmaz
boşta kalmaz; mezunların çoğunluğu kamuda görev almak suretiyle bir istihdam
sorunu yaşanmazdı. Sonraki yıllarda yeni üniversiteler açmak, hükümetlerin
öncelikleri arasında yer aldı. Bu bir devlet politikası haline geldi. Bugün her
ilimizde bir üniversite, çoğu ilimizde birden fazla üniversite, ilçelerin
çoğunda meslek yüksek okulları, bazı ilçelerde fakülte bile var.
2020 yılı itibarıyla 130'u devlet, 76'sı vakıf olmak üzere
206 üniversitemiz mevcut. Üniversite sayımıza oranla üniversite mezunu sayımız
artmış olmasına rağmen istihdam alanı ise yeterince artmadı. Haliyle birkaç
bölüm dışında üniversitelerimiz piyasaya bol bol işsiz insan üretip servis
etmeye devam ediyor. Çok sayıda üniversite açarak gençlerin üniversite
mezunu olmasına imkan sağlayan devletin mezunlara bakış açısı, “Ben üniversite
seçeneği sunar, gençlerin okumasına imkan sunarım ama iş vermek ya da iş bulmak
zorunda değilim” şeklindedir. Bu, “Ben çocuk doğururum ama bu çocuğa bakmak
zorunda değilim” demek gibi bir şey. Kim ne derse desin, bizim ülkemizde okuma
maratonu, kamu veya özel sektörde iyi bir işe girmek içindir. Bir planlama
yapılmaksızın bölümlerden çok sayıda mezun vermek; müşterisi olmadığı halde ürettiği
malın elinde kalacağını bile bile bir fabrikatörün normalinden fazla seri
üretim yapmasına benzer. Nice bölümler vardır ki istihdam alanı olmamasına
rağmen hem birinci hem de ikinci öğretime öğrenci almaya devam ediyor. Maalesef
bu bakış açısı, üniversite mezunları arasında işsizlerin sayısını artırmaktan
başka bir işe yaramıyor.
Herkesi gerekli-gereksiz, ihtiyaç veya değil, üniversite
mezunu yapmak zorunda mıyız? Yazık değil mi bu çocuklara? Önünü göremeyen ve yarını
olmayan bu gençler, nasıl bir psikoloji ile üniversite bitirip sağlıklı bir
şekilde hayata atılabilirler? Sonu çıkmaz sokak olmasına rağmen bu üniversite
macerasını bu şekil devam ettirmek, geleceğimiz olan gençlerimize devlet eliyle
yaptığımız en büyük kötülüktür.
***
Bir ilimizde daha önce açılan bir üniversiteye hemen hemen
her bölümü açıyoruz. Tüm bölümleri bir yerleşke içinde topluyoruz. Öğrenci
kontenjanını azami derecede artırıyoruz. Açılan bölüm, öğretim görevlisi sayısı
ve okumakta olan öğrenci mevcuduyla bir müddet övünüyoruz. Bir müddet sonra bu
üniversite çok büyüdü. Biz bunu ikiye hatta üçe bölelim diyoruz. Bir rektörün
yönettiği bir üniversiteden üç üniversite ihdas ediyoruz. Bölünen üniversitelere
bir kurucu rektör atayarak bazı bölümleri yeni üniversiteye bağlıyoruz. Yeni
üniversitelere yerleşke arayışı içine giriyoruz. Yeri bulur bulmaz fakülte
binalarını yapmak için hızlı bir inşaat işine kalkışıyoruz. Binalar
tamamlanıncaya kadar sanki acil ihtiyaç varmış gibi bulduğumuz yeri kiralayarak
hemen öğretime geçiyoruz. Bu şekil bölünmüş ve tam yerleşememiş nice
üniversitelerimiz vardır ki rektörlük binaları bir yerde üniversiteleri bir
yerde, bazı bölümler başka başka yerlerde.
İsim yapmış, köklü üniversitelerin niçin bölündüğünü çok
anlamış değilim. Haydi ihtiyaç vardı, bölündü diyelim. Bölünen üniversitelerin
ayrıldığı üniversitelerden, farklı yönlerle kendisini göstermesini beklerim.
Gördüğüm, ayrıldığı üniversitenin kötü bir kopyası şeklinde. Eski
üniversitesinde profesörlüğü geldiği halde kadro olmadığı için doçent kalan bir
akademisyeni kadromuza alıyoruz. Ona kadrosunu veriyoruz. Anabilim dalı başkanı
yapıp bölümü kurduruyoruz. Aynı ilde aynı bölümleri açıyoruz. Tabiri uygun
görürseniz anası da aynı, danası da aynı. O zaman bu kadar masraf niye? Çünkü
üniversite bölmek yeni üniversite açmak gibidir ve masraflıdır. Halbuki, ayrılan
üniversitelerin o ilde olmayan bölümleri açmak birinci öncelikleri olmalıydı
diye düşünüyorum. Böyle olmayacak ve ayrıldığı üniversitenin kötü bir kopyası
olacaksa üniversiteleri niçin böldüğümüzü de sorgulamak lazım.
***
İki örnekle anlatmak istediğim, her alandaki plansızlığımız
üniversite planlamasında da plansızlık olarak kendisini gösteriyor. Belki de bu
plansızlığımız yüzünden bu ülkenin kaynakları heba edildiği gibi istihdam
imkanı olmayan bölümlerden bir fabrikanın seri üretimi gibi mezunlar vermeye
devam ederek insan kaynağımızı da heba ediyoruz.
En kötü plan, plansızlıktan iyi olsa gerek.
*21/10/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder