Ana içeriğe atla

Psikopatın Önde Gideni *


Ordu'da cinayete kurban giden yirmili yaşlardaki genç kız, yüreğimizi dağladı. Allah kimseye böyle acılar vermesin. Öldürülen kızın suçu mu var? Yok. Kız caniyi; cani, kızı tanıyor mu? Hayır. Katil kim? Daha önce on üç yaşında bir çocuğu 12 yerinden bıçakla öldürmeye teşebbüsten hapse girmiş ve kapalı cezaevinden açık cezaevine geçtikten sonra hapisten kaçmış biri. Kaçar kaçmaz da ilk cinayetini işliyor.

Katilin, kurban seçtiği kızı nasıl öldürdüğüne dair verdiği ifadeler kan donduran cinsten. Hapisten kadın, çocuk...önüne kim çıkarsa öldürmek için kaçmış. Önce daha kolay öldürürüm düşüncesiyle tabanca aramış. Tabanca bulamayınca bıçak çalmış. Bıçak, yiyecek, içecek, giyim her neye ihtiyacı varsa çalarak elde etmiş. Nasılsa bütün dükkan ve mağazalar onun. Zaten bugüne kadar çalışarak bir şey elde etmemiş. İş olarak çalmayı ve öldürmeyi meslek edinmiş. Bir de takip etmeyi iyi biliyor. Gözüne kestirdiği zayıf kimseleri takip ediyor. Bahtına da bu kız çocuğu çıkıyor. Niçin öldürüyormuş? Kendisinden daha iyi imkanlarla yaşadıkları için insanları kıskanıyormuş. Hapisten çıktıktan sonra da öldürmeye devam edecekmiş. Yaptığından da pişman değilmiş. 

Açık cezaevinden kaçtıktan sonra yakalanma kararı çıkarılan bu kişi, işlediği cinayetten sonra kendisini yakalayan iki polisten birini de polis arabası içinde yine bıçakla yaralıyor.

Kim bu katil? Devlete ait yurtlarda büyümüş. Yetimhaneden çıktıktan sonra ömrünü hırsızlık yaparak geçirmiş biri. Daha doğrusu psikopatın önde gideni. Devlet şimdi onu tekrar cezaevine koydu. Daha önce yetimhanelerde ve cezaevinde nasıl yedirip içirdi ve büyüttü ise şimdi de hapishanede beslemeye devam edecek.

Öldürmek için yaşayan ve tüm planlarını zayıf ve savunmasız gördüğü kişileri öldürme üzerine kuran bu seri katil üzerinde daha fazla durmayacağım. Birçok kişinin dediği gibi idam edilsin de demeyeceğim. Bu katil şu ana kadar yaşamamalıydı, kim vurduya gitmeliydi. Peşine de kimse düşmemeliydi.

Yazımın bundan sonraki kısmında bazı tespitlerde bulunacağım. Katilin bu noktaya gelmesinde bizim daha doğrusu sorumluluk makamında olan kişilerin payı üzerinde duracağım. Bu seri katilin yetişmesinde Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumunun (SHÇEK) payı olduğunu düşünüyorum. Maalesef SHÇEK'e ait yurtlarda bu şekil yetişen psikopatların sayısı az değil. Kimi şiddet görmüş kimi tacize uğramış, kimi de sevgiden yoksun yetiştiği için hayatla barışık değil. Bereket devlet, bu yetimhanelerin bol psikopat ruhlu insanlar yetiştirdiğinin farkına vardı da kimsesiz çocukları "Sevgi Evleri" adıyla ev ortamlarında yetiştirmeye başladı. Anlatmak istediğim bu kişinin böyle bir psikolojide olmasını çocukluğunda aramak gerek.

Taammüden adam öldürmeye teşebbüsten sonra 20 yıl ceza alan bu kişi, kapalı cezaevinden nasıl açık cezaevine konur? Sanırım ceza kanununda bir sorun var. Haydi kondu diyelim. Bu kişi açık cezaevinin duvarından atlayarak nasıl kaçar? Cezaevinin duvarları atlanıp kaçılacak kadar alçak mı? Cezaevinin güvenliğinden sorumlu güvenlik görevlileri bu kişi kaçarken elleri armut mu topluyordu? Cezaevi yönetiminin büyük ihmali var.

Bir diğer husus, katil, masum bir cana kıydıktan sonra iki polis tarafından yakalanıyor, polis otosuna bindiriliyor. Katile ne kelepçe takılıyor ne de suç aleti kendisinden alınıyor. Merak ettiğim, bu katile kelepçe takılmayacak da kime takılacak? Burada bu polislerin büyük ihmali var.

Sonuç olarak bu olay oldu. İnşallah bir beteri daha olmaz. Bu olayda bir suçlu arayacaksak katilden ziyade kendimizi sorgulamalıyız. Bu katili bu şekil psikopat yapan, çocukluğunun geçtiği yurt hayatı ve oralardaki sorumlu kişilerdir. Caniye iyi halden açık cezaevi  imkanı veren mevzuattır. Caniyi gözlerinin önünden kaçıran ve gerekli güvenlik tertibatını almayan cezaevi yönetimidir. Kimse kusura bakmasın. Bu saydığım kurum ve kişiler bu katilin suç ortağıdır, cinayette pay sahibidir. Laftan, sözden anlamayan bu tipleri, kader mahkumu kabul edip cezalarında indirim düşünen siyasilerimize de bu psikopatın yaptığı kulaklarına küpe olsun.

* 09/12/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde