Yazdığım bir konuda kolay kolay yazmamaya özen gösteririm.
Ama bazı konular vardır ki sezonu geldiğinde yazmak zorunda hissederim kendimi.
Bunlardan biri de Konya düğünleri. Çok defa yazdım bu konuda. Temcit pilavı
gibi farklı cümlelerle tekrarlarım yine de. Benim bu durumum, senede iki defa
olduğundan unutulmuştur diye bayram namazlarını kılmadan önce imamların namazın
kılınışını anlatması gibidir. Ömrüm kifayet edip yazmaya devam ettikçe, Konya
inadım inat dedikçe Konya düğünlerine değinmeye devam edeceğim. Ne zamana
kadar? Ne zaman Konyalılar pes der, o zamana kadar… ya da beni el üstünde
musallaya taşıyıncaya kadar.
Ne varmış Konya düğünlerinde demeyin. Adı tatlı telaşe olan
düğünlerimizin sorunu çok. Yemeği sorun, konvoyu sorun, hediyesi sorun… Düğün
sahiplerinin her şey olacak diye gırtlağına kadar borçlandıklarını saymıyorum.
Bu yazımda düğün yemeği âdetimiz ile çoğumuzun götürdüğü hediyelere
değineceğim.
Yoğurt çorbası, etli pilav, bamya, zerde, helvadan ibaret
Konya düğün yemeğimiz tadı damakta kalacak kadar enfes yemeklerdir. Çoğu ilimiz
bu kadar çeşit yemek ve lezzetten mahrumdur. Yiyenin bir daha yiyesi gelir.
Sofrada pilav ve bamyanın tekraren istenmesinin ve göz doyuncaya kadar
yenmesinin bir nedeni de bu olsa gerek. Amma velakin bir kötü huyumuz var.
Bugünden yarına terk edeceğe benzemiyoruz. Tüm bu yemekleri en az on kişinin
oturduğu bir sofrada aynı kaptan yemek. Yani aynı kaba ortak kaşık sallamak.
Biz bize yiyorsak problem değil de Konya dışından gelenler kazara yanımıza
oturmuşsa "Aman Allah'ım! Bunlar ne yapıyorlar böyle? Günlerce aç kalmış
gibi saldırıyorlar" diye bize baka kalıyorlar. Biz yiyoruz, onlar bakıyor
ya da pilavın ucundan ucundan alarak yer gibi yapıyorlar. Arkamızda sırada
bekleyenler de işin cabası. Bir yönümüz daha var. Midemize düşmanmışız gibi
tıka basa yedikten sonra, başına "Yiyiniz, içiniz, fakat israf
etmeyiniz" ayetini okuyarak yemek duası yapıyoruz. Bereket israf
yapmıyoruz. Çözüm, kapları ayırmaktır. Ya alakart usulü yemeğe geçeceğiz ya da
tabldot usulü yemeğe. Bunun başka yolu yok. Efendim, alakart pahalıya
gelirmiş, o kadar misafire alakart olmazmış. Bütçemizin el verdiği, salonun
masa sayısı kadar 200-300 kadar bir davetliye yemek versek ne olur? Amacımız,
eş-dostu bu vesileyle ağırlayıp sünnet olan velime yemeği ikram ederek
düğünümüze şahit kılmak mı ya da bu vesileyle dığdığının dığdığının dığdığını
doyurmak mı? Kalabalık düğün yemeklerinde yemeğini yiyenin çekip gittiği
düğünler pek düğüne de benzemiyor. Az sayıda kişiye alakart usulü verilen
yemeklerde konuklar masalarda oturduğu ve ayakta bekleyen kimse olmadığı için
düğün, düğüne benziyor. Davetliler hem servisi bekliyor, hem sindire sindire
yiyor, hem müzik dinliyor, hem yanındakilerle sohbet ediyor. Menüsü genel de
yoğurt ya da bamya çorbası, bir dilim börek, etli pilav, tatlı. Üzerine soda
içmeyecek kadar doyulmaktadır.
Çevrem kalabalık, herkesi gönülleyeyim diye davet edilen dıdısının
dıdısı ne hediye getiriyor? Bunlar düğün sahibini gönüllüyor mu? Getire getire
zücaciye yani mutfak eşyası getiriyor. Düğün sahibinin derdini çözmekten uzak
bu âdetimize pes diyorum. Adam zaten başta mutfak eşyası olmak üzere her türlü
ihtiyacını iğneden ipliğe düğünden önce almış. Ne yapacak bu gelen mutfak
eşyasını? Ancak zücaciye dükkanı açabilir.
Düğünlerde gelen bu tür gelen hediyeyi küçümsemiyorum, bu
tür hediye getirenleri ayıplamıyorum. Nasıl kökleşmiş ve vazgeçemediğimiz bir
âdet ki sadra şifa olmayan bir âdet. Halbuki adamın tek derdi var: para para
para... İnanın birbirimize yaptığımız bu kötülüğü Çorumlu yapmaz. Allah
biz Konyalıların hayrını versin.
Not: Yakın ve orta uzaklıkta evlendireceğim çocuğum yoktur.
Derdim Konyalı'nın derdini dillendirmek. Başka bir amacım yok. Maksadımı aşmış
ve sürçü lisan etmiş isem affola!
***27/07/2019 tarihinde Barbaros ULU adıyla Pusula haber gazetesinde yayımlanmıştır.
***27/07/2019 tarihinde Barbaros ULU adıyla Pusula haber gazetesinde yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder