Ana içeriğe atla

Yine Konya Düğünleri ***

Yazdığım bir konuda kolay kolay yazmamaya özen gösteririm. Ama bazı konular vardır ki sezonu geldiğinde yazmak zorunda hissederim kendimi. Bunlardan biri de Konya düğünleri. Çok defa yazdım bu konuda. Temcit pilavı gibi farklı cümlelerle tekrarlarım yine de. Benim bu durumum, senede iki defa olduğundan unutulmuştur diye bayram namazlarını kılmadan önce imamların namazın kılınışını anlatması gibidir. Ömrüm kifayet edip yazmaya devam ettikçe, Konya inadım inat dedikçe Konya düğünlerine değinmeye devam edeceğim. Ne zamana kadar? Ne zaman Konyalılar pes der, o zamana kadar… ya da beni el üstünde musallaya taşıyıncaya kadar.

Ne varmış Konya düğünlerinde demeyin. Adı tatlı telaşe olan düğünlerimizin sorunu çok. Yemeği sorun, konvoyu sorun, hediyesi sorun… Düğün sahiplerinin her şey olacak diye gırtlağına kadar borçlandıklarını saymıyorum. Bu yazımda düğün yemeği âdetimiz ile çoğumuzun götürdüğü hediyelere değineceğim.

Yoğurt çorbası, etli pilav, bamya, zerde, helvadan ibaret Konya düğün yemeğimiz tadı damakta kalacak kadar enfes yemeklerdir. Çoğu ilimiz bu kadar çeşit yemek ve lezzetten mahrumdur. Yiyenin bir daha yiyesi gelir. Sofrada pilav ve bamyanın tekraren istenmesinin ve göz doyuncaya kadar yenmesinin bir nedeni de bu olsa gerek. Amma velakin bir kötü huyumuz var. Bugünden yarına terk edeceğe benzemiyoruz. Tüm bu yemekleri en az on kişinin oturduğu bir sofrada aynı kaptan yemek. Yani aynı kaba ortak kaşık sallamak. Biz bize yiyorsak problem değil de Konya dışından gelenler kazara yanımıza oturmuşsa "Aman Allah'ım! Bunlar ne yapıyorlar böyle? Günlerce aç kalmış gibi saldırıyorlar" diye bize baka kalıyorlar. Biz yiyoruz, onlar bakıyor ya da pilavın ucundan ucundan alarak yer gibi yapıyorlar. Arkamızda sırada bekleyenler de işin cabası. Bir yönümüz daha var. Midemize düşmanmışız gibi tıka basa yedikten sonra, başına "Yiyiniz, içiniz, fakat israf etmeyiniz" ayetini okuyarak yemek duası yapıyoruz. Bereket israf yapmıyoruz. Çözüm, kapları ayırmaktır. Ya alakart usulü yemeğe geçeceğiz ya da tabldot usulü yemeğe. Bunun başka yolu yok. Efendim, alakart pahalıya gelirmiş, o kadar misafire alakart olmazmış. Bütçemizin el verdiği, salonun masa sayısı kadar 200-300 kadar bir davetliye yemek versek ne olur? Amacımız, eş-dostu bu vesileyle ağırlayıp sünnet olan velime yemeği ikram ederek düğünümüze şahit kılmak mı ya da bu vesileyle dığdığının dığdığının dığdığını doyurmak mı? Kalabalık düğün yemeklerinde yemeğini yiyenin çekip gittiği düğünler pek düğüne de benzemiyor. Az sayıda kişiye alakart usulü verilen yemeklerde konuklar masalarda oturduğu ve ayakta bekleyen kimse olmadığı için düğün, düğüne benziyor. Davetliler hem servisi bekliyor, hem sindire sindire yiyor, hem müzik dinliyor, hem yanındakilerle sohbet ediyor. Menüsü genel de yoğurt ya da bamya çorbası, bir dilim börek, etli pilav, tatlı. Üzerine soda içmeyecek kadar doyulmaktadır.

Çevrem kalabalık, herkesi gönülleyeyim diye davet edilen dıdısının dıdısı ne hediye getiriyor? Bunlar düğün sahibini gönüllüyor mu? Getire getire zücaciye yani mutfak eşyası getiriyor. Düğün sahibinin derdini çözmekten uzak bu âdetimize pes diyorum. Adam zaten başta mutfak eşyası olmak üzere her türlü ihtiyacını iğneden ipliğe düğünden önce almış. Ne yapacak bu gelen mutfak eşyasını? Ancak zücaciye dükkanı açabilir. 

Düğünlerde gelen bu tür gelen hediyeyi küçümsemiyorum, bu tür hediye getirenleri ayıplamıyorum. Nasıl kökleşmiş ve vazgeçemediğimiz bir âdet ki sadra şifa olmayan bir âdet. Halbuki adamın tek derdi var: para para para...  İnanın birbirimize yaptığımız bu kötülüğü Çorumlu yapmaz. Allah biz Konyalıların hayrını versin. 

Not: Yakın ve orta uzaklıkta evlendireceğim çocuğum yoktur. Derdim Konyalı'nın derdini dillendirmek. Başka bir amacım yok. Maksadımı aşmış ve sürçü lisan etmiş isem affola!

***27/07/2019 tarihinde Barbaros ULU adıyla Pusula haber gazetesinde yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde