Ana içeriğe atla

Ekonomimiz Böyle Giderse…***

Felaket tellalı değilim ama ekonomimiz iyiye gitmiyor. Freni patlamış kamyon gibi nerede duracağı belli olmadan tam gaz gidiyor. Kamyon giderken de sağa-sola vurarak gidiyor. Her vurduğu yerde onulmaz yaralar açıyor. Ülkenin başbakanı, “geçici dalgalanma” dese de hiç geçeceğe benzemiyor. Alınan ekonomik tedbirler sadra şifa olmadığı gibi dar gelirlinin bütçesine zam, pardon fiyat ayarlaması olarak geri dönüyor. Dolar 4,  avro 5 lirayı geçmiş, altın fırlamış, faizler yükselmiş, her biri değerine değer katarken bir zamanlar altı sıfır attığımız paramız yine eskisi gibi pul olmaya doğru gidiyor.

Adına serbest piyasa dedikleri, Batı’nın vahşi kapitalizminin bize dayattığı -Osman Altuğ’un deyimiyle- faiz, borsa ve dövizden ibaret üçkâğıt veya üçkâğıtçı ekonomisi, alın teriyle yaşayan vatandaşın yüzünü hiç güldürmedi. Hele bir de ekonomin üretime değil de, sıcak paraya dayalı ise yat ağla, kalk ağla artık. Gelen vurur, giden vurur. Altında kalmazsak bize de kaldırmamız için enkazı kalır.

Ekonomide yine eski bildik senaryolar oynanıyor.  Para musluğunun başında olanlar her zaman olduğu gibi yine bir şeylerin peşinde. Çünkü onların dinleri-imanları paradır. Taptıkları  paraya ulaşmak için her yolu denerler. Kan akması gerekiyorsa gözlerini kırpmadan akıtırlar. Senaryoyu onlar yazıyor, bizler de figüran olarak oyunda rol almaya devam ediyoruz. Sonunda yine onlar kazanacak, paraya para demeyecek; biz ise dişimizden tırnağımızdan artırdığımız üç-beş kuruşu yine onların dişlerinin kovuğuna koyacağız. Alım gücümüz azalacak. Fakirdik zaten, daha da fakirleşeceğiz.

Bize 15 Temmuz’u reva görenler her ne kadar emellerine ulaşamasalar da pes etmiş değiller. Dün canımızı almak için üzerimize bomba yağdıranlar bunda başarılı olamayınca para kozunu piyasaya sürdüler. Verilen karar; Türkiye, ekonomi yönünden batırılacak, burnu sürtülecek, yeniden başına ip geçirilip diledikleri yere çekecekler. Durum bu iken biz ne yapıyoruz? Ardı arkasına alınan pansuman tedbirleri uygulamaya koyuyoruz. Fakat dikiş tutmuyor. Sıcak paraya dayalı kırılgan ekonomimiz kırılmaya devam ediyor. Her bir kırık bir yerimizi acıtıyor. İşin garibi bu gidişe neşter vurması gereken etkili ve yetkili kişilerimiz seyrediyor. Doların, avronun ve faizin yeter kazandığımız; millete vurduk, öldürmeyelim, ileride tekrar vururuz, diyerek insafa gelmesini mi bekliyorlar? Eğer böyle bir düşünceleri varsa makyavelist görüşün içine belenmiş kişilerin böyle bir insafı olmaz. Acımak, onların felsefesine aykırıdır. Etkili ve yetkili makamdakiler ne yapacaklarını bilemez bir acizlik içerisinde herkes gibi beklemeyi, piyasanın kendiliğinden durulmasını bekliyorlarsa daha çok beklerler.

Sorumlularımız bilsinler ki ekonomi beklemeye gelmez, şakası bile olmaz. Millet şimdilik fiyatlar yükselse de zaruri ihtiyacını kıt-kanaat gideriyor. Tedbir alınmaz esnaf kepenk kapatır, sanayici iflas bayrağını çeker, işten çıkarılmalar artarsa ortaya çıkan bu kriz, herkesi etkiler. Faturası da çözüm üretmeyen/üretemeyen siyasi iktidara çıkar. Bugüne kadar vatandaşın cebine dokunan hiçbir hükümet iktidarda kalamamıştır. Vatandaş, isyanını sandıkta gösterir ve barajın altında bırakır. Ülkenin yeniden hükümet krizlerine tahammülü yoktur. Sorumlularımızın ne yapıp ne edip önce ekonominin ateşini söndürecek ve sıcak paranın çıkışını engelleyecek tedbirleri devreye koymalı. Kalıcı tedbir olarak üretime dayalı bir ekonominin temellerini atmalıdır. Kamuda tasarruf tedbirleri uygulamalıdır. Gezmeye, dolaşmaya, eğlenceye bir sekte vurmalıdır. İsraf ekonomisine bir dur demelidir. Eldeki geliri zaruri ihtiyaçlara kullanacak şekilde planlama yapmalıdır. Yoksa ceremesini kendileri çektiği gibi bu millet de çeker. 10/04/2018

*** 12/04/2018 tarihinde Yeni Haber gazetesinde yayımlanmıştır.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde