Ana içeriğe atla

Mevzuat değişikliğinde devlet niçin kamuoyunun gerisinde?

Basından okuduğumuza göre devlet, memurlarla ilgili kılık kıyafet Yönetmeliğinde değişiklik yapmak için düğmeye basmış. Buna göre memura sakal serbest olacakmış, kravat zorunlu olmaktan çıkarılıyormuş, memurlar kot pantolon giyecekmiş... 

Hayırlısı diyelim ama zaten bu sayılanları kaç yıldır memur serbest olarak kullanıyor. Çoğu kimse sakallı olarak kurumuna gidiyor, herkes istediğini giyiyor, kravatı zaten görmez olduk. Zannedersem bugün memurun fiili hale getirdiği giyim kuşamın mevzuata uydurulmasından ibaret olacak bu değişiklik.

Neden böyle oluyor bu işler? Niçin devlet kılık kıyafette değişiklik yapmada memurun ardından hareket ediyor? Halbuki yetkililer halkın, memurun, kamuoyunun isteklerini daha önce okuyarak onların önünü açma yoluna gitmeli değil miydi? Devletin kılık kıyafette serbest düşünebilmesi ve karar alabilmesi için illaki memurların eylem mi yapmaları gerekirdi? Yönetmelikte yasak olduğu halde kaç yıldır bu ülkenin memuru kot giydi, kravat takmadı, sakal koydu. Bu zamana kadar bu devleti yöneten yetkililer neredeydi? Devlet mevzuatta memurunun arkasından giderek insanlara, "Yapılmasını istediğiniz değişiklik için ilk önce direnmeniz gerekiyor, yoksa ben değişiklik yapmam, bunun yolu benim koyduğum mevcut kuralları çiğnemeden geçiyor, başka türlü avucunuzu yalarsınız. Ağlamayana meme verilmez..." mesajını veriyor. Yarın insanlar hak verilmez, hak alınır diyerek mevcut mevzuatları çiğnemeye başlarsa o zaman ne yapacağız? 

Devlet artık memurunun kılık ve kıyafetiyle uğraşmamalıdır. Çünkü kılık kıyafet yüzünden bu ülkenin insanı az mağdur olmadı. Önemli olan kişinin dış görünüşünden ziyade beyninin içi ve işinde göstereceği efor olmalıdır. Devlet bu kapıyı çoktan açmalıydı. Maalesef devlet yine vatandaşın gerisinde kaldı. Devlet kılık ve kıyafette yapacağı değişiklikle memuruna vereceği haktan dolayı kimse iyi oldu demeyecek, biz direndik sonunda kazandık diyecektir. Bu kılık ve kıyafet yönetmeliği yetkililere örnek olmalı, bundan sonra vatandaşın gerisinde değil, onların önünden gidecek, beklentilerine cevap verecek şekilde yerinde mevzuat değiştirme ve mevzuat çıkarma yoluna gitmelidir. Devletten beklenen de budur.  19/06/2017

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde