Ana içeriğe atla

Kime ne kadar adalet istiyoruz? *

Kimin kuyruğuna basılsa 'Bu ülkede adalet yok, adalet ayaklar altında, tuz koktu artık, siyasetin adalete baskısı var, bağımsız mahkemeler yok...' şeklinde serzenişler duyarız, isyanlara oynarız çoğu zaman.

Bu ülkede ben kendimi bildim bileli adaletimizde sorun var. Adaletten dert yanan herkes haklı. Çünkü adaletimiz hiç gönüllere su serpmedi. Zaman zaman niçin var adalet isminde bir bakanlığımız ve adliye saraylarımız derim. Sahi niçin varlar? Adi suçlarda eh diyebiliriz. Siyasi, örgütlü, organize suçlarda ise maalesef yoklar. Bu tip davalar yıllar yılı devam eder, nedense bir türlü karar verilemez. Onlar karar verinceye kadar yazılı ve görsel medya aracılığıyla siyasiler, akademisyenler vb hemen hemen herkes her şeyi söyler. Onlar susar. Bir iddianame hazırlamak bile ayları hatta yılları alır. Celse üstüne celseler yapılır, hep nabız ölçerler, rüzgara göre hareket ederler, zanlıyı mahkum etmeden ya yıllar yılı içeride tutarlar, ya tutuksuz yargılamak üzere serbest bırakırlar, kamuoyundan gelen tepkilere göre saldıklarını tekrar tutuklama yoluna giderler, nafile turlar devam eder durur. Bir türlü karar çıkmaz. Davalar ya müruruzamana uğrar, ya siyaset hızlandırmak için tutukluluk süresini indirir, ya Anayasa Mahkemesi hak ihlali kararı verir, mahkemelerimiz bundan sonra lütfedip karar verme yoluna giderler. Hızları kaplumbağa hızı bile değil. Ya siyasi iradenin beklentisi doğrultusunda ya da onun muhalifi bir karara imza atarlar. Tartışma karar verdikten sonra da bitmez, ilanihaye devam eder durur. Çünkü karar maşeri vicdanı rahatlatmamıştır. Mahkum olanlar taraftarları vasıtasıyla vaveylayı basarlar: “Mahkemelere baskı var. Hakimlere emir verildi,” diye. Karar kimin işine gelmiyorsa mağdurlara oynanır. Kimse suçunu kabul etmez. Karar, istedikleri gibi çıkanlar ise gece gündüz mahkemelerin verdiği kararları öven nutuklar atar. Ne zaman ki kendi aleyhlerine olan bir karar çıkıncaya kadar yargıya methiyeler düzülür.

Bu ülkede yargının verdiği mahkumiyet kararlarının ya eleştirenleri vardır ya da kararları yerinde bulanlar. Kimse hak yerini buldu demez. Aslında esas sorun da burada. Çünkü kimse şeriatın kestiği parmak acımaz düşüncesinde değil. Herkes adalet denilen şeyin kendilerine doğru yontulmasından yanadır. Zaten bu yüzden yargımız hep evlere şenlik olmaya devam etmektedir. Lehte ve aleyhte verilen kararlar dolayısıyla hakim ve savcılarımız, Yargıtay’ımız hep topun ağzındadır. Kimseyi memnun edemezler. Bu ülkede Allah kimseyi hakim, savcı ve yargı mensubu yapmasın. Adaletten memnun olmayan kimse adalet mensuplarını da kendi halinde vicdanlarıyla karar verecek şekilde serbest bırakmaz. Sürekli bir baskı altındadır. Bu baskı siyasi irade tarafında olabildiği gibi toplumsal da olabiliyor. Sonucunda da verilen kararlardan kimse memnun kalmamaktadır. Çünkü yargımız karar verirken bakası ne der psikolojisini yaşamaktadır hep.

Bu ülkede adaletin hakim olması isteniyorsa tarafların yargıyı rahat bırakmaları gerekiyor. Yargı mensuplarına diyecekleri tek söz var: “Elinizi vicdanınıza koyun, kınayanın kınamasına aldırmayın, kimseyi gözetmeyin, suçluya suçunu verin, mağduru kurtarmaya bakın” denmelidir. Yoksa kendimize doğru yontmasını istediğimiz adaletten hiç hayır gelmez bu ülkeye.

Bugün adalet isteriz diyenlerin samimiyetlerini şiir okuduğu için ceza verildiğinde veya Meclis yeter sayısının 367 nitelikli çoğunluk olması gerektiği şeklinde karar verdiği zamanlarda görmek isterdim. Dün, “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın, rakibimin haddini bildiriyor…” denmeyip mağdurların yanında saf tutulsaydı bugün çığlıklarına cevap bulabilirlerdi.

Adalet isteyelim istemesine. Çünkü çözüm mercii orası olmalıdır. Ama istediğimiz adalet bizi koruyan rakibimize diz çöktüren adalet olmamalıdır. Önce rakibimize yapılan haksızlığa karşı çıkarsak adalette mesafe kat edebiliriz.  Gelin önce bu konuda samimi olalım. İnanın samimiyet her şeyi çözer. Gerisi boştur. 18/06/2017

* 07/07/2017 tarihinde anadoludabugun.com'da ve 08/07/2017'de Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde