Ana içeriğe atla

Gözümüz aydın! Eğitimde aranan suçlu bulundu...-II- *

Bakanlık, veli, öğrenci, kantinci, vatandaş; iyi öğretmen, iyi okul arayışında. Herkesin hakkıdır en iyisini bulmak. Bu konuda herkesin iyi niyet içerisinde olduğunu düşünüyorum. Fakat iyiyi arayan herkes "Niçin, ben ne kadar iyiyim?" diye kendisini sorgulamaz.

Herkesin aradığı bir suçlu. Bu da bulunduğuna göre sorun yok demektir. Kimsenin  kendisine bakmasına gerek yok. Nasılsa karşılarında bir şamar oğlanı var. Bakanlık bu konuda yalnız değil. Hemen hemen herkes öğretmeni suçlu olarak görüyor. Kimse kendisine toz kondurmuyor, burnundan kıl aldırmıyor. İşin mutfağında olan öğretmen bugün bir tavşan misalidir. Savunanı, destekçisi de yok. Gelen vuruyor, giden vuruyor. Tavşan hikayesini anlatarak konumuza devam edelim: "Her gün sabah ormanda içtima yapan aslan, içtima alanına kravatsız gelen tavşanı yanına çağırarak 'Nerede senin kravatın?' der, bir güzel dövermiş. Yardımcıları bir gün aslana, 'Efendim! Tavşanı her gün dövüyorsunuz. Üstelik aynı gerekçe ile yapıyorsunuz bunu. Artık dövme gerekçesini değiştirseniz.' demiş. Aslan, 'Tamam, yarından itibaren gerekçeyi değiştiriyorum, tavşan alana gelir gelmez onu sigara almaya göndereceğim,' demiş. Yardımcıları, 'İyi de efendim! Sigara yüzünden nasıl döveceksiniz' dediklerinde aslan, 'Ona parayı vereceğim, git bir paket sigara al gel diyeceğim, filtreli getirirse niçin filtresiz almadın, filtresiz getirirse niçin filtreli almadın? diye döveceğim' demiş. Ertesi günü içtima alanına koşarak gelen tavşanı aslan yanına çağırır, kendisine para verir, ‘Git bir sigara al gel,’ der. Parayı alan tavşan koşarak giderken geriye dönerek 'Efendim, sigaranız filtreli mi olacak yoksa filtresiz mi?’ diye sorunca bu duruma şaşıran aslan, tavşanı yanına çağırarak 'Gel lan buraya! Nerede senin kravatın?’ diyerek tekrar kaldığı yerden aynı gerekçe ile dövmeye başlar." Evet, hikayeyi okudunuz. Bugün öğretmenin durumu bu. Öğretmen hemen hemen herkesin gözünde suçlu. Semt pazarlarında sebze ve meyve satan pazarcıya varıncaya kadar öğretmen suçlu. Hiç unutmam bir gün karşılaştığım bir pazarcı, öğretmen olduğumu duyar duymaz 'Hiç sevmem öğretmenleri' dedi. Niçin dediğimde 'Ne iş yapıyorlar ki' dedi. Pazarcılar konusunda bu milletin ekseriyeti, onların çoğunun tezgahın önüne kötü malı koyup arkasından kötü mal verdiğini bilir. Buna rağmen pazarcı bile beğenmez öğretmeni. Fıkradan başladık yine bir fıkra ile devam edelim meramımızı anlatmaya: "Japonya ile Türkiye arasında beş kişilik bir mürettebat ile bir tekne yarışması yapılır. Yarışmayı Türkiye kaybeder, yenilen güreşçi güreşe doymaz misali Türkiye'nin itirazı üzerine yarışma yenilenir. Türkiye tekrar yenilir. Bunun sonucunda yenilginin nedenleri üzerine Türk yetkilileri yoğunlaşır. Japon teknesinde olan beş kişi de kürek çekerken Türk teknesinde ise tek kişi kürek çekmektedir. Çünkü teknedeki müdür, yardımcısına; yardımcı şefe, şef memura, memur da işçiye emir vererek küreği çekmesini emreder. Sonunda suçlu olarak işçi tespit edilir ve işçinin işine son verilir." Fıkradaki tekneyi eğitime benzetelim. Teknenin içindekileri de eğitimin paydaşları olarak düşünelim. Buradaki işçi olsa olsa öğretmen olur. 

Kimse kusura bakmasın, bu kadar kötülenen öğretmenden asla verim beklenemez. Öğretmenin yaptığı tatil bile milletin gözüne batar, durmadan tatil yapıyorlar diye eleştirir. Sanki öğretmen kendi başına buyruk istediği zaman tatil yapma yetkisine sahipmiş gibi. Kaldırsınlar tatili, istersen 12 ay boyunca eğitim yapsınlar. Öğretmen ben çalışmam mı diyecek? Öğretmen okumuyormuş. Kim okuyor bu toplumda? Öğrenci zayıf alır, öğretmen suçlu. Öğrenci bir yeri kazanamaz, yine öğretmen suçlu. Herkes yaygarayı basıyor, araya koymadık yetkili bırakılmıyor. Kimse oturup ne oluyoruz deme yoluna gitmiyor, herkes işin kolaycılığına kaçıyor. Çocuk 'Ben okumak istemiyorum, ilgi alanım değil' diyor biz 'Okuyacaksın' diye zorla sınıf ortamına girdiriyoruz. Madem sorun öğretmende idi, o halde ne diye maarif müfettişlerinin rehberlik ve denetleme amaçlı öğretmenin dersine girmesi kaldırıldı Bakanlık tarafından? Madem öğretmeni puanlayacak, o halde ne diye okul müdürünün ve ilçe milli eğitim müdürünün verdiği sicil puanı kaldırıldı? Öğrenci ve veli öğretmene puan verince mi düzelecek bu işler? 13/06/2017

* 19/06/2017 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde