Ana içeriğe atla

Avrupa'nın maskesi düştü *

Öncelikle söyleyeyim. Bu yazı Avrupa’ya bir teşekkür yazısıdır. Onlara ne kadar teşekkür etsek azdır. Biz, medeni görünümlü Avrupa’nın nemenem bir canavar olduğunu biliyorduk da içimizdeki Batı aşıklarına bir türlü anlatamıyorduk. Aramızdaki Batı hayranları bizi Avrupa ile bir ve beraber olmamız için çabaladı durdu yıllar yılı. Çünkü içimizdeki -bizden görünen- İrlandalılar’a  göre demokrasi, insan hakları, üretim, bilim, teknoloji, çağdaşlık, zenginlik, görgü, gelişmişlik…insanlık adına faydalı ne varsa hepsi Avrupa’daydı, tüm kazanımlarının temelinde sömürgecilik yattığını göz ardı ederek…

Almanya ile başlayan, Hollanda ile devam eden nezaket kurallarına uymayan diplomatik kriz öyle zannediyorum bizi bize getirecek. Çünkü dünün karanlık çağı olan Orta Çağ’ını yaşayan  medeni(!) Avrupa gerçek yüzünü göstermeye başladı. Takkesi düştü, keli göründü. Türkiye’nin 15 Temmuz direnişiyle birlikte Avrupa ne yaptığını bilemez oldu. Çünkü tüm planları boşa çıktı. Zaten darbe püskürtülünce bir ay kendine gelememişti. Şimdi de eceli gelen köpek cami duvarına işer misali Türkiye’ye karşı aklı sıra tedbir almaya çalışıyor. Türkiye onlardan bağımsız hareket ettikçe, karşılarına geçip söz söyledikçe, onlara karşı geldikçe kuduruyorlar. Çünkü 1739’dan beri sözlerinden çıkmayan emir eri bir ülke vardı karşılarında. Ne demişlerse başımız üstünde yerleri vardı. Şimdi ise söz dinlemeyen bir Türkiye var karşılarında.

Avrupa hiç bu kadar aciz kalmamıştı, acziyetini itiraf etmemişti. Türkiye’den bir bakanın gelmesine bile tahammül edemiyor, yolunu kesiyor, uçağın iniş iznini iptal ediyor, toplantıları iptal ediyor, aracını vinç ile çekme yoluna gidiyor. Bu durum Avrupa’nın bittiğinin bir işaretidir. Asya ve Afrika insanının kan, ter ve gözyaşının üzerine kurdukları medeniyetleri çatırdıyor.  Fikir, düşünce özgürlüğü havarisi kesilen Avrupa dara düştü mü dişini göstermeye başladı. Çünkü Türkiye onların suyunu bulandırıyor. Zaten bir insanın gerçek yüzünü görmek için onu sinirlendireceksin. Sinirlendi mi numara yapamaz, gerçek yüzünü gösterir. Ortada ne insan hakları kaldı, ne fikir, ne de vicdan hürriyeti. Halbuki medenilik  kim bunlar kimdi? Bunlar dünün vahşi batısı idi. “Dağdan inme, sonradan görme, ne oldum delisi, gök görmedik” denir bizde böyle tiplere. Dünün kan emicisinden, kendi mutlulukları için Asya ve Afrika’yı sömüren, birinci ve ikinci dünya savaşlarını çıkaran ve milyonlarca insanın ölümüne sebep olan katil sürüsünden medeni mi olur? Akif, İstiklal Marşı’nda: “Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar” diyerek bunları ne güzel tasvir etmişti. (Dün İstiklal Marşı’nın kabulünün 96.yılı idi. Merhumu rahmetle anıyorum.)

Sömürdükleri devletlerden bir bir atılan Avrupa tüm kozlarını oynayacak bundan sonra. Çünkü sömürmeden yaşayamazlar bunlar. Türkiye’yi yanlarına çekemeyen Avrupa bundan sonra daha da hırçınlaşacak. Çünkü deniz bitti, kum göründü artık. Ekonomik dar boğazda Avrupa. Yeni açılımlar bulmak zorunda. Çünkü onlar sömürdükleri Afrika gibi aç kalamazlar. Yüzyıllardır yedikleri önlerinde yemedikleri arkalarındaydı. Aç kalmaktan korkuyorlar. Mazlumların ahı elbet çıkacak bir gün. Bunlar bunu biliyorlar. Çünkü ne ekerlerse onu biçerler. Bunlar sünnetullahı değiştirmeye çalışıyor. Biz ettik, siz etmeyin dercesine. Kimse zulüm ile abad olmaz. Geleceği bilemem ama yaptıklarının bedelini kat be kat verecekler. Buna canı gönülden inanıyorum.

Bir söz de bizim siyasilere... Ne işiniz var Avrupa’da. İlla oradaki vatandaşlarımızla yüz yüze gelmeniz gerekmez. Kalpten kalbe de geçiş var. Avrupa’daki vatandaşlar mesajı aldı. Sandıkta gerekeni yapacaklar. Dünya uğraşsa Avrupa’yı bu şekilde rezil-rüsvay edemezdi. Sayenizde maskara oldular. Siz Anadolu’nun elleri nasırlı insanların evlerini aşındırın, onların ayaklarına gidin. 12/03/2017

* 13/03/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde