Bugün park halindeki aracıma vurup kaçana serzenişte bulunurken kaza kazayı açtı. 2001 yılında aracıma çarptığı halde kaçmayan bir sürücü aklıma geldi.
-Sanırım- Mustafa Kemal Bulvarında seyir halindeyken arka arka gelen birisi vurdu aracıma. İndim baktım arka sağ teker üstü kaporta ve boya darbe yemişti. Kalabalık hep birden anlaşmışçasına, "bir şey yok, bir şey yok" diye seslendi. "Bir şey yok mu gerçekten" dedim. Kalabalık tekrar bir şey olmadığını teyit etti. Hele şükür, vuran da kaçıp gitmemişti.
Bir şeyin olduğu belli olan aracıma, bir şey yokmuş muamelesi yapılarak bindim ayrıldım. Araba yıkatmaktan vaz geçip evin yolunu tuttum. Tıraş olmam lazım. En iyisi tabanvay diyerek yürümeye başladım. Akşam karanlığında biri beni durdurdu.
—Beni tanıdın mı?
—Hayır.
—Senin arabaya vuran benim, kaportacıya göster, neyse masrafını ödeyeyim. Ben belediyede zabıtayım. Bir ara uğra.
—Eyvallah kardeş, teşekkür ederim.
Gündüz meydana gelen moral bozukluğunun yerini akşam huzura bırakmıştı. İçten içe, "helal olsun be adama, insanlık ölmemiş hâlâ. Adamı tanımıyordum. Ama adam geldi beni buldu" şeklinde konuşmaya başladım.
Nice günler sonra zabıtayla tanış olan birisi ile belediyeye giderek bizim zabıtayı bulduk. Selam kelâmdan sonra:
—Arabayı gösterdin mi?
—Evet.
—Ne kadar?
—30 TL
—Öyle mi, bir dakika ben şu çocuğumu eve bırakıp geleyim, siz bekleyin, hallederiz.
Adamı bekledik epeyce, hem de yaya olarak Kahta'yı bir kaç defa tur atacak şekilde. Ne gelen oldu ne de giden.
Bir bardak soğuk su ile birlikte geri döndük.
Anlayacağınız, arabama vurup kaçandan da bana hayır gelmedi vurup kaçmayandan da. Gelen vurdu giden vurdu. Canları sağ olsun. Ancak durup kaçmayana çok da gönül koymadım. Belki de imkanı yoktu. Kim bilir? 18/09/2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder