26 Ağustos 2021 Perşembe

Dayanışma Dediğin Böyle Olur

"Efendim, sebebi ziyaretimiz, sizin herhangi bir sendikaya üyeliğinizin olmadığınızı öğrendik. Bizim sendikaya üye olmak istemez misiniz?"

"Sizin sendikanız hangisi?"

"Üye sayısı yüzde 1'in üzerinde olan bir sendikayız."

"Ama ben adını sormuştum."

"Adımızın ne önemi var efendim!" Getirisi olan bir sendikayız."

"Yani?"

"Sen bize gelince biz de sana getireceğiz."

"Neyi getireceksiniz?"

"Dayanışmayı"

"Anlamışsam harap olayım. Şunu biraz açık konuşun. Sonra yüzde 1'in üstünde olmak veya altında olmak ne demek?"

Kısaca, bizim sendikaya gelirsen, sendika üyelerine devlet tarafından memurlara üç ayda bir verilen 135 lira dayanışma parasını, 2022 Ocağından itibaren 400 lira olarak alacaksınız." Yani üyeliğimiz sayesinde cebiniz para görecek. Gönlünüz de sürurla dolacak."

"Üye olmazsam."

"Sendika üyesi olan emsallerinizin faydalandığı bu paradan faydalanamayacaksınız. İyi düşünün. Bu devirde kim, kime bu kadar para verir."

"Sizin sendikaya değil de yüzde birin altında üyesi olan bir sendikaya üye olursam, ne olur?"

"Bu, hiç mantıklı değil. Zira getirisi olan 400 liradan mahrum olduğunuz gibi devlet sizden bir de aylık sendika aidatı kesecek."

"Deme ya! Desenize bu sistemle büyük sendikalar yaşayacak ve daha da büyüyecek. Küçükler ise bu sayede kapılarına kepenk vurup gidecek."

"Aynen öyle."

"Bu durumda üye sayınızda bugünlerde bir artış olurken küçük sendikalardan bir kaçış söz konusu mu?" 

"Öyle efendim. Allah bereket versin. Paraya pardon sendikaya büyük rağbet ver. Ayrılmak isteyenler de ayrılmaktan vaz geçiyor. Bence çok düşünmeyin. Para bizde, rağbet bizde, büyüme bizde."

"Haklısınız, verin formu, hemen doldurayım."

"Buyurun efendim. Yüzünüze karşı söylüyorum ama gerçekten çok akıllıca hareket ettiniz. Bu vesileyle siz de biz de kazanacağız. Sendikasızlar ve yüzde birin altında kalan sendikaların canı çıksın."

Devlette Üslup Sorunu *

Devletin dili yazışmadır. Zira söz uçar yazı kalır. Bu yüzden devlette her şey yazıya dökülür. Yazıya dökerken de bir takım kıstaslar aranır. Çünkü yazışmalarda önemli olan içerik olsa da şekil, seçilen kelimeler ve üslup da önemlidir. Hatta çoğu zaman şekil içeriğin önüne geçer. Devlet bu yüzden yazışmalarda birliği sağlamak, yanlışların önüne geçmek amacıyla “Resmi Yazışmalarda Uygulanacak Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmeliği” yürürlüğe koymuştur. Bu yönetmelik, tüm kurumları ve memurları bağlar. Yazışmanın dışında protokol ve nezaket kuralları da tören, karşılaşma, ağırlama vs.de önemli bir yer tutar. Bunlar da yazıya dökülmüştür.

Hem yazışma hem de protokol ve nezaket kuralları, devlette bir kültürün oluşması, tertip ve düzen açısından gereklidir. Konan kuralların içerisinde, olması gerekenler olduğu gibi zorlama, şekilci, sahteci ve itici yöneler de çok. Halkta ve toplumsal hayatta karşılığı olmayan bu zorlama kurallara dikkat edilmediği takdirde çoğu zaman devlet krizi ortaya çıkabiliyor.

Niyetim yazışma, protokol ve nezaket kurallarını anlatmak, önemine işaret etmek veya yermek değil. Bu kuralların içerisinde tasvip etmediklerim olduğu gibi tasvip ettiklerim de vardır. Mesela, arz/rica, af talebi/istifa, af talebinin kabulü/istifasının kabul edilmesi, görevden alma/görev değişikliği, görevlendirme/atanma gibi ifadeler vs.

İzninizle devletin diline girmiş bu ifadeler üzerine birkaç kelam etmek isterim.

Arz/rica: Sunmak, saygı ile bildirmek, saygı ile anlatmak; rica ise dilek, dileme ve dileyiş anlamına gelir. Bir isteğin yerine getirilmesi anlamında rica bana daha sıcak gelmekte ise de ast-üst ilişkisini belirtmek bakımından yazışma dilinde olabilir diyelim. Ama aynı arz etme işi konuşma ve hitap dilinde çok şık kaçmıyor. Buna örnek olarak çelenk törenlerini verebiliriz. Sunucu, “…çelengini sunacaktır. Arz ederim.” Buradaki çelengini sunacaktır cümlesinde bir sorun yok. Sorun, sunmanın ardında kullanılan ve sunma anlamına gelen arz ederim ifadesinde. Bence burada cümle tekrarı vardır. Türk dil kurallarına göre de ikinci kullanım zaittir. Yani gereksizdir. Üstelik sunucunun onurunu zedeleyen bir üsluptur. Devletin ne yapıp ne edip konuşmacı takdimlerinde ve törenlerde bu arz ederim ifadesine bir çözüm bulması gerekir diye düşünüyorum.

Af talebi/istifa, af talebinin kabulü/istifanın kabulü: TDK sözlüğüne göre af: Bir suçu, bir kusuru veya bir hatayı bağışlama anlamında kullanılır. Af kelimesinin ikinci kullanımı ise görevden çıkarılma, görevden af talebi de görevin sona ermesi ve bitmesi anlamına gelir. Cumhurbaşkanlığı sistemiyle birlikte devletin diline giren ad talebi ve af talebinin kabulü her ne kadar af kelimesinin ikinci anlamına uygun gibi gelse de dilimizde af, genelde birinci anlamıyla kullanılır. “Beni affet” diyenin bir hata yaptığına ve suç işlediğine işaret eder. Kulağı tırmalayan bu kelime ve ifade yerine, yıllarca kullanılan ve devlet dilinde bir karşılığı olan istifa tabiri daha uygun gibi geliyor. Çünkü af talebi kişinin onurunu zedelerken tek taraflı bir müessese olan istifa ise insanın onurunu korur.

Aynı durum görevden alma/görev değişikliği, görevlendirme/atanma ifadelerinde de göze çarpmaktadır. Bu da devletin diline girdi. Görevden alındı deyimi bir suçluluğa ve beceriksizliğe işaret ederken aynı zamanda insan onurunu hiçe sayan bir üsluptur. Halbuki bunun yerine “falan kurumda görev/nöbet değişimi oldu. Falanın yerine falan atandı” ifadeleri; görevi bırakanın, görevden ayrılanın veya görevden alınan kişinin gönlüne su serper. Yine bir yere atanan kişi için eskiden “asaleten” veya “vekaleten” atandı denirken, şimdilerde “görevlendirildi” deniyor. Atandı ifadesinde bir ağırlık ve ciddiyet varken görevlendirildi fiilinde ise geçicilik söz konusu.

Sözün özü, hangi fiil ve tabirleri kullanırsak kullanalım, hepsi aynı kapıya çıksa da rica, istifa, görev değişimi, atama bana daha nezaketli bir üslup geliyor. Sizi bilmem.

*01/09/2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

23 Ağustos 2021 Pazartesi

Konevi Kültür Merkezi *

Aşkan Mahallesinde, 3 milyon liraya mal edilerek 2004 yılında faaliyete geçirilen ve halkın hizmetine sunulan görkemli bir bina vardı. Altındaki alışveriş merkezi olmak üzere nikah, toplantı, seminer, konferans, eğlence vs birçok etkinliğe ev sahipliği yaptı bina. Kimileri, adreslerini veya muhitlerini söylerken bu binayı merkeze alır, tariflerini ona göre yaparlardı. İnsan yoğunluğu bakımından tenha olan bu muhit, çok amaçlı kullanılan bu bina sayesinde hareketliydi. Meram'ın gurur abidesiydi. 

Gördüğünüz gibi cümlelerimin sonundaki fiilleri -dı, -di şeklinde hep dili geçmiş zaman kipinde kullandım. Çünkü bahsettiğim bu bina şimdilerde yok. Zaten 2016 yılından itibaren bu bina 5 senedir atıl durumda olduğu için yokluğa terk edilmişti. Nihayet yıkıldı. Niçin yıkıldı? Bina çok mu eskiydi? Beş yıldır kapalı olması halini de sayarsak, toplam 17 yıllık bina. Çok da eski sayılmaz. Bina çürük müydü?  Normal şartlarda çürük olmaması lazım. Çünkü bina 99 depreminden önce yapılmış olsa çürük olabilir diyeceğiz. Ama yapımına ne zaman başlandığını tam bilmesem de bu bina yeni deprem yönetmeliğine göre yapılmış olmalı. Buradan da binanın çürük olmaması gerektiğini anlayabiliriz. Bir an için bina çürüktü diyelim. Eğer böyle ise böyle bir binada niçin halka açık hizmet verildi? Şayet göçme, çökme ve yan yatma tehlikesi varsa bu bina, 2016 yılında tahliye edildikten sonra bir beş yıl niçin bekletildi? Diyelim ki binada sorun yok. Çatısı çöktü. Ki kapalı gerekçesi hep öyle söylendi. 3 milyona mal olan ve çevrenin önemli bir ihtiyacını gideren bu bina, çatısı çöktüğü için yerle bir edilir mi? Çatının açılması, düzgün bir çatı yapılması ve yeniden hizmete sunulması daha makul olanı değil miydi?

Soruları ne kadar çoğaltsam da binanın niçin yıkıldığı hakkında detaylı ve ikna edici bir bilgiye ulaşamadım. Aklıma binanın çürük olduğu geliyor. Eğer böyle ise bu binayı yapanlar, bu binayı teslim alanlar ve bu binanın kullanımına ruhsat veren sorumlular hakkında ne tür bir işlem başlatıldığını da maalesef bilmiyoruz. Eğer böyle bir şey yapılmamışsa yapanın yanına kar kalmış olmalı. 

Bildiğim, belediye yetkililerinin kısa ve gizemli açıklamasıdır. Açıklamadan anladığıma göre arsanın yarısı belediyeye, diğer yarısının da üç şahsa ait olduğu. Ortaklardan arsanın satın alındığı ve yıkılan binanın yerine yeni bir sosyal tesis yapılacağı.

Bu açıklama üzerinden gidilirse, öyle zannediyorum, belediye ile arsa sahipleri arasında bir anlaşmazlığın olduğu, bu anlaşmazlık çözülemediği için binanın uzun süre atıl durumda kaldığı anlamını da çıkarabiliriz. Eğer böyle ise zamanın belediye yetkilileri, arsa problemini çözmeden yangından mal kaçırırcasına, niçin böyle bir gecekondu konduruverdiler? Hangi birimiz, bir 12/17 yıl sonra yıkacağımız veya yıkılacak binaya bu kadar parayı kendi cebimizden harcarız? 

Yıkılmış, un ufak olmuş, bugünlerde yerinde yeller esen bu binanın yanından ne zaman geçsem, derin bir üzüntüye gark oluyorum gerçekten. Bu konuda da yalnız olduğumu düşünmüyorum. Bu binayı kim dert edinmişse, o bina niye yıkıldı diye soruyor ve kimse de açık ve net detayını bilmiyor maalesef. Her ne olmuşsa, yetkililerimiz gizemi seviyor nedense.

Sebep her ne ise binbir emek verilerek ve masraf edilerek yapılan, Konya'nın özellikle Meram ilçesinin hizmetine sunulan, birçok önemli toplantıya ev sahipliği yapan, çok amaçlı böyle bir tesisin ve kültür merkezinin ömrü bu kadar kısa olmamalıydı. Bir milli servet bu şekilde heba edilmemeliydi. Böyle binalar çağlara meydan okuyacak şekilde evladiyelik yapılmalıydı. 

Yazıma son verirken şunu da belirtmek isterim. Niyetim suç ve suçlu aramak değil, duygularımı ve hassasiyetimi ifade etmek istedim sadece.

*25/08/2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.