19 Mart 2020 Perşembe

Tedbirini Almış Bir Bakkal ***

Öğle vakti mahalle bakkalına gittim. Bakkal açıktı. Her zamanki satış devam ediyordu. Zaten kapalı olması da mümkün değildi. Bakkal her zamanki gibi ekmek teknesini bekliyor, vatandaşın da ihtiyacını gideriyor. Fakat bir değişikliğe gitmiş. 

Bakkal, büyükçe bir dikdörtgen masayı kapının önüne uzunlamasına atmış. Masanın üzerine de post makinesini koymuş, dükkanın içerisine kimse giremiyor. 

Hava buz gibi olduğu için bakkal, başına şapkasını geçirmiş, üzerine kışlık paltosunu giymiş, eline eldivenini geçirmiş, müşteri bekliyor. 

Müşteri ile kendisinin arasındaki mesafe nereden bakarsan yaklaşık iki metre. Müşteri, almak istediğini bakkala söylüyor, bakkal istenileni terekten alıp masanın üzerine koyuyor. Nakit verenin nakdini alıyor, kredi kartını uzatanın ücretini, post makinesinden çekip müşteriye kartı geri uzatıyor. 

Benden önce bir müşteriyi, ödemesini yapmak için post makinesine şifresini girerken gördüm. Bu durumu görünce takip mesafemi korudum, geride sıramı bekledim. Alacağımı aldıktan sonra ayrılmadan önce buranın bir fotoğrafını çekebilir miyim demek geçti içimden. Sonra vazgeçtim.

Görüntü muhteşemdi bana göre. Bakkal büfecilerin yaptığı satış sistemine geçmiş, kendini koruma altına almış. Zorunlu konuşmanın dışında bir temas yok. Büfelerden tek eksiği, açılır bir penceresinin olmaması. Onu da kapıyla halletmiş. Olağanüstü bir ortamdan geçtiğimiz için kimse bu durumu garipsemiyor.  Ki olması gereken de bu idi. Çünkü bakkal, market gibi satış yapılan yerlerde yakın temas kaçınılmaz olduğu için karşılıklı virüs kapma durumu da söz konusu.

Bakkal eline geçirdiği eldiveni sabahtan beri değiştirmeden kullanıyor mu, her müşterinin isteğini yerine getirmek için elindeki eldiveni değiştiriyor mu bilmiyorum. Belki her kalem için eldiven değiştirmesine gerek yok ama ekmek gibi gıdalar için aynı eldiveni kullanması sanırım uygun olmaz. 

Bakkal kendince virüse karşı kendini korumaya almış. Bunu yapmak için de dezenfektan malzemesine ihtiyaç duymamış, ucuz yoldan tedbirini almış. Çünkü dezenfektanlar cep yakıyor. Tedbir kendisinden, takdir ise Allah'tan.

Bakkalın virüse karşı aldığı bu tedbiri takdir ettim. İnşallah virüs kapmaz. Bu tedbire en fazla bazı müşteriler üzülecek. Çünkü bu tip müşteriler ekmek alacakları zaman dokunmadıkları ekmek bırakmazlar. Ellerine aldıkları ekmeği sıkıp koyarlar, sonra bir başka ekmeği alıp aynı şekilde sıkıştırırlar. İşte onlar için zor bir durum. Şimdilik bakkal ne verirse onunla yetinecekler artık.

***21/03/2020 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

18 Mart 2020 Çarşamba

Bardağın Dolu Tarafına Bakıyorum


Rahat olun, koronavirüsten bahsetmeyeceğim. Zira içimiz dışımız bu virüs oldu. Hepimiz demoralize olduk. Bunca olumsuzluk ve endişeli bekleyiş içerisinde iken size bu yazımda bardağın dolu tarafından bakmaya çalışacağım. Niyetim sizin yüzünüzün bir nebze de olsa gülmesini sağlamak. İşe yaramıyorsa yazıyı bir daha okuyun. Olmadı mı? Tekrar okuyun. Ta ki rahatlayıncaya kadar. Yine mi rahatlamadınız? Aşk olsun! O zaman TV’yi açın, koronavirüs programlarını izleyin.
1.      Evden kimse bana evde şu yok, listeyi hazırladım; git, şunları al gel demiyor. Evdeki olanla yetiniyor, bulduğumuzu yiyoruz. Kimse yediğini beğenmezlik yapmıyor. Böylece markete giderek yakıt yakmıyorum. Harcama yapmadığım için param cebimde kalıyor. Burada stok yaptığım anlaşılmasın. Dedim ya, olanla yetiniyoruz.
2.      Okullar tatil olduğu için çocuğum, baba! Harçlık demiyor. Baba! Bana elbise lazım, ayakkabı lazım, demiyor. Haliyle yine param cebimde kalıyor.
3.      İşe gitmediğim için mesaiye tabi değilim. Mesaiye geç kaldım endişesi taşımıyorum. Zil sesi, özellikle giriş zili duymuyorum.
4.      Evden bana “Evde ne oturup durun, gir biraz dolaş gel, kadın gibi eve tıkılıp kaldın” diyen yok. Evde rahatça oturuyorum.
5.      “Ezanlar okunuyor, ama bana gel diyen yok. Çünkü camilerde cemaatle namaz kılmak yasak.
6.      Herkes evde oturunca hane halkı hiç olmadığı kadar birbirimize iyi davranıyoruz. Kızıp moralimiz bozulmuyor.
7.      Çarşıya çıkmıyorum. Zorunlu olarak çıkıyorsam da toplu taşıma araçlarının içi bomboş. Yer bulma, birinin bana yer verme derdi yok. Bütün koltuklar benim. Birine otur, beğenmedin mi? Kalk öbürüne otur.
8.      Çarşıda beni gören gençliğinin baharındaki gençlere moral oluyorum. “Bu amca, bu yaşta hala nefes alıyor, hayata tutunmaya çalışıyor. Biz hayli hayli yaşarız” şeklinde düşünüyor olmalılar.
9.      Görüştüğüm insanlarla uzak temasta bulunuyorum. Tokalaşma yok, sarılma yok. Selam=selam. Gerçi bazılarının “Tokalaşmamak lazımdı değil mi” deyip yine de elini uzatmalarına ifrit oluyorum ama olsun. Bu kadar da moral bozan olsun. Değilse hep mutluluk insanı sıkar.
10.  Çıktığım yerde oyalanmayıp hızlı bir şekilde eve geri dönüyorum.
11.  Televizyon açmam gerekirse TRT1’e bakıyorum. Hep dizi var ve alt yazı olarak haber falan vermiyor.
12.  Canım sıkılırsa balkondan yola bir bakıyorum. Tek tük gelip geçenleri görünce hayatın devam ettiğini anlıyorum.
13.  Canım yine de sıkılırsa stoklarımda sınırlı kabak çekirdeğini önüme koyup çitlemeye çalışıyorum.
14.  Olmadı mı? Çay demleyip içiyorum.

Din Dili veya Mütedeyyin İnsanların Dili *

İslam dini kulun Allah ile irtibatını sağladığı kadar insanın toplumla ilişkilerini de düzenler. Bireyi hedef alan din aynı zamanda toplumsal bir dindir. Kişinin Allah'a karşı görevlerini düzenlerken toplumsal bir varlık olan insana, toplumla ilgili görevler de verir. Bunlardan bir tanesi de "emri bil maruf ve nehyi anil münker" denilen iyiliği emretme kötülükten sakındırma görevidir. Bu görev için dinimiz "İçinizde iyiliği emreden, kötülükten sakındıran bir topluluk bulunsun" diyerek bu görevi herkese değil, bir gruba vermiştir. Hadiste "Kim bir kötülük gördüğünde gücü yetiyorsa eliyle düzeltsin, buna gücü yetmiyorsa diliyle düzeltsin, buna da gücü yetmiyorsa kalbiyle buğzetsin. Yani hoşnut olmadığını hissettirsin. Bu da imanın en zayıf noktasıdır" denmek suretiyle bir gruptan bahsedilmemiş, bu görev herkese verilmiştir. Ayet ile hadisi birlikte düşünürsek kimin neye, ne kadar gücü yetiyorsa elinden geleni yapması, aynı zamanda bu görevin profesyonel bir ekip eliyle yapılması gerektiğini çıkarabiliriz.

Gücü yetenin gücü çerçevesinde, profesyonel ekibin de imkanlar dahilinde iyiliği emretme, kötülükten sakındırma görevini yaptığını görüyorum. Bu, sevindirici yönümüz. Fakat bu görevi yaparken çoğu zaman sınıfta kaldığımızı görüyorum. Çünkü uyarma görevini yaparken veya dinin bir görüşünü söylerken sadra şifa bir dil kullanmıyoruz. Kime, nerede, hangi ortamda, ne söylediğimize dikkat etmiyoruz. Bir şey yapmaya çalışırken kırıp döküyoruz.  Eğer böyle yapılacaksa bazılarımız din adına konuşmamalı, kendisine toplumu düzeltme görevi vermemeli. Bunu Allah rızası için yapmamalı. Örnek mi istersiniz? Buyurun birkaç örnek vermek istiyorum: (mealen)
"Koronavirüsten korkulduğu kadar Allah'tan korkulsaydı yeryüzünde kötülük diye bir şey kalmazdı."
"Çinliler, her şeyi yiyor, temizliklerine dikkat etmiyor, Doğu Türkistanlılara zulmediyorlar. Gördüler günlerini. Halbuki biz günde beş vakit abdest alıyoruz."
"Kimse ‘Hastalığa yakalananlar niçin İtalya'ya gitti’ diye sormazken -hadise bu noktada değilken- UMREYE giden müminleri "Niçin Umre yaptılar" diye sorgulamak, İSLAM'LA sorunu olan bir zihniyetin ürünü olabilir." (İhsan Şenocak)
"Bu virüs İslam'ın on beş asır önce haram kıldığı "hebâis"i yiyen Çin'de ortaya çıktı. Taharetsiz dolaşan Avrupa'da yayıldıktan sonra bize geldi. Bu halde bile birileri mikrobun kaynağı ÇİN'i değil de umreye giden MÜMİNLERİ suçluyorsa, en tehlikeli virüs DİNSİZLİK değil midir?" (İhsan Şenocak)

Bu tür örnekleri çoğaltabiliriz. Bence fazlasına gerek yok. Sizi bilmem ama korkutan ve insanı kaçıran bir dil bu. İslam bu değil. İslam’ı anlatan Müslüman böyle olmamalı. Bir defa bu vazifeyi üstlenenler özellikle din diline çok dikkat etmeliler. Neyi, nerede, hangi ortamda söyledikleri önemli. Kaş yapayım derken göz çıkarmamalılar. Söylenilen ortamın psikolojisi gözetilmeli, her doğru her yerde söylenmemeli. Söylerken güzel ve tatlı bir üslup kullanmalılar; saldırgan, savunmacı, itham edici, tekfircilikle suçlayan, dışlayan, tiksindiren, herkesi cehenneme gönderen, Allah’la korkutan bir dil kullanmaktan kaçınmalılar. Din adına söyledikleri bilimsellikten uzak olmamalı. İkna edici bir dil kullanmalılar. Toplumu kutuplaştırıcı ve yanlarından kaçıracak bir dilden sakınmalılar. Söylediklerinden dolayı kendilerine yöneltilebilecek her türlü eleştirilere de açık olmalılar.

*20/03/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.