21 Temmuz 2019 Pazar

Savunma Sanayimiz ***


Cumhurbaşkanı mı Erdoğan'ın dediğine göre savunma sanayimizin yüzde yetmişi yerli. Geçmişe oranla büyük bir mesafe kat edilmiş. İnşallah kısa zamanda yüzde yüzünü de yapar hale geliriz.

Aslında yerli savunma sanayide yüzde yetmişini yapar hale gelmemiz sevindirici olmakla beraber çok gecikmiş bir yatırımdır. Biz ki Selçuklu ve Osmanlı'ya dayanan köklü bir devletiz. Atalarımızın ömrü cephede geçmiş asker bir milletiz. Ama bunca yıldır kendi savunma sanayimizi oluşturamamış. Bu asırda hala savunma sanayinde maalesef dışa bağımlıyız. Savunma ihtiyacımızı gidermek için paramızı vererek Patriot almak istiyoruz. ABD olmaz diyor. Rusya'dan S-400 almaya yöneliyoruz. Bize Patriot satmayı kabul etmeyen stratejik ortağımız cıs, alamazsın, alırsan yaptırımlar uygularım, sonucuna katlanırsın diyor. Alırsın, alamazsın derken S-400'leri Rusya'dan alıyoruz. S-400'ler gelmeye başlayınca ABD, ilk iş olarak ortağı olduğumuz F-35'lerin yapımından bizi çıkarıyor ve F-35'leri vermeyeceğini söylüyor. Nasıl ortaklıksa? Şimdi ABD, Türkiye'ye başka ne yaptırımlar yapabilirim diye düşünüyor. Bu nasıl iş, anlayabilen var mı? Bu yapılanların mantıklı bir izahı var mı? Anlamakta zorlanıyorum. Sanki bize ulufe dağıtıyorlar. 

Paramızı bastırıp istediğimiz savunma aracını alsak bile bize şartlı veriyorlar: Efendim! Bunu bana karşı doğrultamazsın, benim müttefikime kullanamazsın. Yeri geliyor parçasını vermiyor. Ne zaman zor durumda kalsak verdikleri işe yaramıyor. Ambargo ile tehdit ediyorlar. Kıbrıs Harekatında bunu yaptılar. Almanya ile gerilim ortaya çıkınca Almanya  tank modernizasyon işini durdurdu. Ama bu işlerde suç, ne ABD'de ne Rusya'da ne de başka bir ülkede. Suç tamamen bizde… Büyük devletler durmadan bizimle oynuyor ama biz tüm bunlara rağmen savunma sanayinde dışa bağımlı olmaya devam ettik. Kıbrıs Harekatından bugüne 45 yıl geçmiş. Etrafımız düşmanla çevrili olduğunu bildiğimiz halde, ülke güvenliğini sağlamak baş görevimiz olmasına rağmen dışa bağımlılıktan kurtulamamışız. Merak ediyorum, bu ülkeyi geçmişten günümüze yönetenler bu iş için ne yaptı? Elleri armut mu topladı? 

Ne iş yaptıklarını ben söyleyeyim. 1993 yılında askerim. Ankara'dan gelen üst rütbeli bir subay (sanırım albaydı) bize çok hoş bir konferans verdi. Komutanın konuşması gururumuzu okşadı. Soru-cevap kısmında bir asker "Komutanım! Güçlü bir ordumuz var. Niçin kendi milli savunma sanayimizi kurmuyoruz" dedi. Komutan ne dese beğenirsiniz? "Arkadaşlar! Kendimizin yapmasına gerek yok. İleri devletler savunma ve saldırı amaçlı her türlü savaş malzemesini yapıyorlar. Bastırır parayı alırsın, yeter ki sen paradan haber ver" dedi. Sanırım bugüne kadar (bu hükümete kadar) savunma sanayimizin niçin dışa bağımlı olduğu verilen bu cevapta gizli. O komutan hala yaşıyor mu bilmiyorum ama o komutana ve onun gibi düşünen asker ve siyasi sorumlulara "Bakın! Paramız, istediğimiz silahı almaya yetmiyor, günaydın" diye seslenmek istiyorum.

Savunma sanayimizi kurmada ve yüzde yüze ulaştırmada gecikmiş olsak da zararın neresinden dönersek kardır. S-400, Patriot, F-35'ler bizim kulağımıza küpe olsun. Kötü ülke/ortak bizi mal sahibi yapsın. Bu konuda bu hükümetin yaptıkları yadsınamaz, takdir ediyorum. İster savunma, ister saldırı amaçlı olsun her türlü savunma ihtiyacımızın yerli olması birinci vazifemiz olsun. Marş marş! Unutmayalım ki başkasının yaptığı ile ne ülke savunulur ne de savaş yapılır. Savunma sanayimiz her şeyiyle yerli ve milli olmalıdır. 

***25/07/2019 tarihinde Barbaros ULU adıyla Pusula haber gazetesinde yayımlanmıştır.


20 Temmuz 2019 Cumartesi

Neredeyse Baltayı Taşa Vuracaktım

18.05 YHT ile Ankara'dan Konya'ya seyahat ederken yanıma benimle yaşıt bir çiftçi kardeşimiz oturdu. Selamlaşmanın ardından aramızda değişik konuların açıldığı bir sohbet ortamı oluştu. İki saat süren yolculuğumuzun nasıl geçtiğini bilemedik. Eğitimden tarıma, işsizliğe çözüm gibi memleket meselelerine girdik. Ben konuştum o dinledi; o konuştu, ben dinledim. Bir bakmışız ki Konya Garındayız. Benim yolculuğum bitti, onun yolculuğu Karaman'a kadar devam edecek. Evime davet ettim, misafirim ol dedim. Teşekkür etti. Vedalaşıp ayrıldık.

Yol arkadaşımın konuşmasından ilginç bulduğum, işsizliğe çözüm önerisini sosyal medyada paylaştım. Neydi çözümü derseniz basit bir çözümü vardı: "Kadın ve kızların işine son verip işe erkekleri almak" şeklinde.

Paylaşımımın ardından sanal izleyicilerimden beğenenler oldu. Aynı zaman da yorum yazanlar da. Yorum yazanlar ikiye bölündü. Kimi çözümü yerinde buldu, kimi de çözümü eleştirdi. Bereket yorum yazanlar birbirlerine cevap verme yolunu izlemediler. Herkes medenice görüşünü yazdı. Olan bana oldu tabi. Kadın çalışmalı diyenlerle, çalışmamalı diyenlerin arasında kaldım. İki farklı görüşün bireylerini kırmadan dökmeden idare etmem gerekiyordu. Hangi kelimeleri seçeyim de kimseyi kırmayayım diye hayatında takla atmayı bilmeyen ben, kırk takla attım.

Her birini memnun edecek şekilde nabza göre şerbet verdikten sonra kendi kendime "Mübarek! Ne işin var, böyle netameli bir konuda, paylaşacak başka konu bulamadın mı” dedim. Neredeyse baltayı taşa vuracaktım. Öyle ya, kadın çalışmalı desem "modern" biri, çalışmamalı desem "yobaz" biri olacaktım. İsteyen kadın çalışsın, istemeyen çalışmasın. Bu devirde kime ne diyebilirsin? Adamla trende yaptığım konuşma orada kalsın. Sonra bize, çalışma bakanıyız da işsizliği nasıl önleyeceksin diye bir soru mu soruldu? Vazifemiz sanki! Paylaşım yapmak için konu eksikliği mi çekiyorum sonra?
*Fotoğraf paylaşsam,
*Bulunduğum yerin bildirimini yapsam,
*Hacı Bayram Camiinden bir görüntü paylaşsam,
*Aile büyüklerinden vefat edenlerin vefat yıldönümlerini yüklesem,
*Yıllardır görüşmediğim arkadaşımla buluştum desem,
*ABD, İsrail gibi ülkelere kızsam,
*PKK, FETÖ gibi örgütlere köpürsem,
*Çocukluk ve gençlik fotoğraflarımı albümden çıkarıp bir zamanlar ben neydim desem... hem de çok iyi olurdu.

Ne diyeyim? Alacağım olsun. Bu yaptığım da benim kulağıma küpe olsun...

Konumuz Cuma Hutbesi ***


19.07.2019 günü haftanın cuma hutbesi "Cuma namazı ve adabı üzerineydi. Hutbede hatip cuma gününün öneminden, namaz ve hutbenin lüzumundan, camiye ne şekil gelinmesi gerektiği şeklinde adabından bahsetti.

Hutbede hocamız cuma gününün önemine işaret etmek için Müslim'de geçen bir rivayete yer verdi: "Üzerine güneş doğan en hayırlı gün cuma günüdür. Âdem o gün yaratıldı, o gün cennete konuldu ve o gün cennetten çıkarıldı. Kıyamet de ancak cuma günü kopacaktır." Bu rivayette dikkatimi çeken birkaç yön var. İzninizle değineceğim. Kimse kızmasın! Niyetim sorgulayarak anlamaya çalışmak.
1.Cumanın mübarekliğini biliyorum ama güneşin doğduğu en hayırlı gün niçin Kur'an'ın indiği bin aydan daha hayırlı gece olan Kadir gecesinin gündüzü değil de cuma günüdür?
2.Cumanın önemine işaret etmek için verilen "Hz Adem'in cuma günü doğması, o gün cennete konması, o gün cennetten çıkarılması, kıyametin cuma günü kopacak olması" örneklerine bakıldığı zaman burada iki olumlu, iki olumsuz (istenmeyen) örnek göze çarpmakta: Atamızın cennetten bugün çıkarılması ve bugün kıyametin kopması… Gerçekten kim cennetten çıkmak ister, kim kıyametin kopmasını ister?
3.Hz Adem, öneminden dolayı cuma günü doğmuşsa Allah'ın içimizden seçerek gönderdiği diğer peygamberler niçin cuma günü doğmadı? Mesela peygamberimiz Hz Muhammed niçin pazartesi doğdu? 
4.Hz Adem cennetten o gün çıkarıldı derken burada geçen cennet gerçek cennet midir? Eğer gerçek cennet ise Hz Adem'in çıkarılışından itibaren cennet hala boş bekletiliyor mu? Eğer boş bekletiliyorsa halihazırda kullanılmayan bu cennet israf değil mi? Cennet elan var ve içinde cenneti hak kazanmışlar yaşıyorsa o zaman ikinci sura üfürüldükten sonra hesap vermek için mahşerde toplanmayı nasıl izah edeceğiz? 
5.Hz Adem'in konduğu, ağacın meyvesiyle imtihan edildiği ve ardından çıkarıldığı cennet, öbür aleme ait bir cennet ise,
a-Cennette imtihan var mı?
b-Yapılan imtihanı kaybetmesinde İblis'in iğvası etkin olduğuna göre İblis'in cennette Hz Adem'in yanında ne işi var? Kovulmuş Şeytan cennete nasıl girebilmiştir?
c-Cennete giren çıkabilecek mi?
6.Kıyametin kopması olayı gaybi bir olay değil midir? Gelecekten haber vermektedir. Peygamber gaybı biliyor muydu? Şayet biliyorsa ayette peygamber "Ben gaybı bilmem" diye niçin söylemiştir? Gerçekten peygamber gaybı bilebilir mi? Burada "Allah bildirirse bilemez mi" derseniz o zaman hiç soru sormayalım. Bu konu üzerinde kafa yormayalım. Diyelim ki Allah bildirdi ve peygamber bu bilgiyi arkadaşlarıyla paylaştı. Peki bu paylaşım, Cibril hadisi diye bilinen hadisin son bölümüyle çelişmiyor mu? Hatırlarsanız orada Cibril, peygamberimize "Kıyamet ne zaman kopacak" diye soru sorduğunda peygamberimiz "Kendisine soru sorulan, soruyu sorandan daha iyi bilen değildir" dememiş miydi? Yine "Beş bilinmeyen" diye bildiğimiz Lokman süresi son ayette Allah kıyametle ilgili "Onun bilgisi şüphesiz Allah katındadır" buyurmuyor mu? Başka ayetlerde kıyamet saati sizi aniden yakalayacak demiyor mu? Olaya bu çerçeveden bakınca kıyametin cuma günü kopacak denmesini nasıl açıklayacağız?

Soruları uzatabilirim. Ama böyle bir niyetim yok. Doğrusunu söylemek gerekirse bu hutbeyle birlikte kafam karıştı. Kafamda çelişkiler oluştu. Bize doğru ve sahih İslam'ı anlatmakla yükümlü olan Diyanet İşleri Başkanlığı, kaynaklara dayanarak bu hutbeyi tüm Türkiye'de okuttuğuna göre bir bildiği olmalı. Ama dediğim gibi bu bilgi benim kafamı iyice karıştırdı. Belki de DİB, kafalarımızın karışmasını istedi. Zira düşünmek, araştırmak ve doğruya ulaşmak için kafa karışıklığı iyidir. Diyanet şimdi bir iyilik daha yapsın. Kafamda beliren kafa karışıklığını giderecek şekilde sorduğum sorulara cevap versin, bizi aydınlatsın.

Sorduğum sorulara bakarak kimse öküz altında buzağı aramasın. Niyetim İbrahim peygamber gibi ikna olmak ve kalbimin mutmain olmasıdır. Allah ile İbrahim'in muhaveresine bir bakalım:
—Ölüyü nasıl dirilteceğini bana göster. 
—Yoksa inanmadın mı?
—İnandım. Fakat kalbimin mutmain olması için (istiyorum.)
Sonra Allah İbrahim'den parçalanmış ve değişik yerlere konmuş dört kuşu yanına çağırmasını isteyerek İbrahim peygamberi bir güzel ikna eder.

Siz bu meseleyi dert edindiniz mi bilmiyorum. Hutbeden dolayı benim dert edindiğim mesele bu. Haydi Diyanet! Bu sorularıma vereceğin cevaplarla aydınlat beni...

***23/07/2019 tarihinde Barbaros ULU adıyla Pusula haber gazetesinde yayımlanmıştır.