18 Ekim 2018 Perşembe

“Bu, Kur'an’da Yazıyor” *


Bugün öğle namazına gittim. Sünneti kıldıktan sonra imama uymak için ikinci safta saf tuttum. İmamın komutlarıyla birlikte tekbirimi aldım, ruküya gittim, ruküdan doğruldum, secdeye vardım, kıyama kalktım, tahiyyata oturdum. Dört rekatı bu şekilde bitirdim ve selamla beraber son sünneti kılmak için arka tarafa doğru yöneldim.

Uygun bir yerde durarak öğle namazının son sünnetini kılmak için hazırlık yaparken 25-30 yaşlarında biri yanıma geldi. Bana “Amca! İmamdan önce hareket ediyorsun, imamdan önce oturup kalkıyorsun.  Bu işi imamdan sonra yapman gerekiyor. Bu şekil namazın olmaz. Bu, Kur'an'da böyle yazıyor” dedi. “Bu, Kur’an’da böyle yazıyor” demese tamam deyip geçecektim. Bu cümleyi duyunca “Bak kardeşim! Ben ne yaptığımı biliyorum, imama da uydum, namazımda da bir sıkıntı olmadı. İmamdan önce hareket etmedim. Eğer gördüğün rükudan secdeye gitmeden önce ayakta imamın komutunu beklerken hafif eğilmem ise bunun namaza bir manisi yoktur. Ayrıca Kur'an'da böyle bir şey yazmıyor ve ben ilahiyat okudum” dedim. Delikanlı “öyle mi, tamam” dedi yanımdan uzaklaşıp gitti.

Son sünnet için tekbirimi aldım ve namazımı kıldım ama nasıl namaz kıldığımı, ne okuduğumu gelin bana sorun. Değişik bir atmosfer yaşadım. Üzüldüm daha doğrusu. Niçin üzülmeyeyim ki? Üzülmem gencin beni uyarmasına değil. Varsa hatam elbette biri uyaracak. Orta yerde imamdan önce rükuya, secdeye giden, tahiyyata oturan yok. En azından ben böyle yapmadım. Çünkü en az o genç kadar imamdan önce hareket etmemin imama uymak olmadığını bilirim. O genci işkillendiren ve hakkımda namazımın olup olmadığı hakkında hüküm verip fetva vermeye iten tek şey şu olsa gerek: imam semiallahü limen hamideh dedikten sonra rükûdan doğruldum, içimden Rabbena leke’l hamd dedim. Secdeye gitmek için imamın Allahü ekber komutunu bekledim. İşte bu esnada bazen hafifçe eğildim. Hepsi bu. Rüku veya secdeye gittiğim yok yani. Bunun sebebi de bazı imamlarımızın tadili erkana riayet edeceğim diye secdeye gitmeden önce ve iki secde arasında normalinden fazla beklemeleridir. Eğer aynı camiye sürekli gitmiyor iseniz imama uyum sağlamanız biraz zaman ister. Bu konuda tüm imamlarımız tek düze değildir çünkü. Uzun bekleyeni var, kısa bekleyeni var, tam kıvamında yapanı var.

İçimden bu adamlar iyi ki caminin görevlisi değil, iyi ki müftü falan olmamışlar dedim. Eğer öyle olsaydı iki ayağımızı bir pabuca girdirir, kıldığımız namazları olmadı deyip tekrar  tekrar kıldırtırlardı. Biz yatıp kalkıp mevcut imam ve müftülerimize teşekkür etsek azdır.

Şimdi tekrar gelelim namazdan sonra beni uyaran kardeşimize! Biliyorum iyi niyetli. Namazım fesada uğramasın istiyor. Merak ettiğim beni nasıl gördüğü? Yanımda mıydı, arkamda mıydı bilmiyorum. İnşallah önümde değildir. Herkesten önce rukü veya secdeye varsam eh dikkat çeker diyeceğim. Garibim namaz kılmak için mi camiye geliyor yoksa ben bu işi biliyorum, bilmeyenleri uyarayım, bu vesileyle biraz sevap kazanayım veya huzur bozayım diye mi camiye geliyor. Ancak bu işi yapacaksa “İmamdan önce hareket etmek namazı bozar” desin. Bundan öte “Kur'an'da bu böyle yazıyor” demesin. Çünkü Kur'an'da böyle bir şey yazmıyor. İçeride fısıltılı bir şekilde konuştuk. Dışarıda konuşabilseydim eğitim durumunu sormak isterdim. Tanımadığı birine “Bu, Kur'an'da böyle yazıyor” şeklinde cesurca fetva verdiğine göre din konusunda uzman biri olmalı.  İşin garibi 3 yıl Kur’an Kursunda Kur'an eğitimi aldım, 3 yıl imam hatip ortaokulunda, 4 yıl İHL’de okudum, üstüne 5 yıl ilahiyat tahsili yaptım. 27 yıldır da İHL, Anadolu Liseleri, ilköğretim, ortaokullarında Din Kültürü anlatarak görev yapıyorum. Ben hala kendimde fetva verecek cesareti bulamıyorum. Vatandaş bu cesareti nereden buluyor anlayamadım gitti.

İyi de kardeşim! Bunu gidip adama söyleseydin ya diyebilirsiniz. Doğru ona söylemem lazımdı. Ama adamı kaçırdım. Şimdi bir daha görsem tanımam. Buraya yazıyorum ki siz siz olun tanımadığınız bir adamı camide olur-olmaz/bilir bilmez uyarmaya kalkmayın. Kesin bildiğiniz bir konuda rehberliğinizi yapın. Uyarırken de kendinize destek bulmak için Kur’an’da var diye yaptıklarınıza Kur’an’ı alet etmeyin. Sözüm meclisten dışarı!

* 20/10/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.




Karma Eğitime Bakışım *

Bir okul arkadaşım Whatsapptan "Abi! Hemen hemen her konuda yazıp çiziyorsun. Bugüne kadar karma eğitim konusunda bir yazına rastlamadım. Bu konuda ne düşünüyorsun" şeklinde bir soru sordu. Kendisine kısaca "Karma eğitim konusunda kafam net değil. Kız ve erkeği ayırmak da bir sorun, bir arada tutmak da. Danışman öğretmen sistemiyle denetimli serbestliği savunuyorum" diye yazdım.

Karma eğitim konusunda siz ne düşünüyorsunuz bilmiyorum. Bu konuda kafam net olmamakla beraber bu konuda kendimin ne düşündüğünü izah etmeye çalışacağım. Baştan söyleyeyim bu konu çok su götürür. Baltayı taşa vurmak da var işin içinde. Her ne kadar 1739 Sayılı Kanunda "Okullarda eğitim ve öğretim kız-erkek bir arada verilir. Eğitimin türüne, imkan ve zorunluluklara göre bazı okullar yalnızca kız veya yalnızca erkek öğrencilere ayrılabilir" dese de bu konuda devleti yönetenlerin de kafası net değil. 

Kadın ve erkek toplumsal bir gerçekliktir. Bu yüzden kadın ve erkek toplumda iç içe geçmiş durumdadır. Ayırsan bir problem, bir araya getirsen problem. Okullar da böyledir. Kız kıza, erkek erkeğe eğitim ve öğretim yapan okullar da sorun eksik olmadığı gibi kızın ve erkeğin karışık olarak eğitim yaptığı okullarda da sorun eksik olmuyor. İnsandır ne de olsa buralarda eğitim ve öğretim yapanlar. Sorun olacak. Çünkü insanın olduğu yerde sorun eksik olmaz. Bundan kaçış yok. Önemli olan sorunu çözme irade ve azmine sahip olmaktır.

Anlatmak istediğim kızları ve erkekleri ayrı ayrı binalara koymak suretiyle eğitim yapmak problemi çözmüyor günümüzde. Bu sadece pansuman tedbir olur. Çözüme neşter vurmaktan uzaktır. Çünkü binaları ayırmak geçici bir çözümdür. Ben ortaokul ve lise öğrenimimi kız erkek ayrı binalarda yapmış birisiyim. Erkekler kızları, kızlar da erkekleri görmezdi. Karşıt cinsin görülme durumu olan pencereler varsa oraları da buzlu camlarla kapatmak suretiyle uzaktan görme durumunun da önüne geçilmeye çalışılırdı. Kız arkadaş veya erkek arkadaş edinmek isteyenler ise öğle veya akşam dağılma zili çalınca çakışma noktalarında veya otobüs duraklarında birbirini tavlama yoluna giderdi. Okul idaresi bu durumu tespit ettiği zaman erkek öğrenciye baskı uygular ve öğrenci ilçelerde bulunan okullara gönderilirdi. Buna rağmen kız-erkek ilişkisinin önüne kolay kolay geçilemedi. Günümüzde ise kız ve erkek öğrencinin otobüs durağında veya okul yolunda buluşmasına gerek kalmadı. Kâh cep telefonu marifetiyle konuşuyor kâh mesajlaşıyor kâh sosyal medyada arkadaş oluyor kah bir arkadaşının aracılık yapması sonucu buluşabiliyor. Anlatmak istediğim ayrı binalarda veya ayrı okullarda kız kıza veya erkek erkeğe eğitim ve öğretim yapılan yerlerin çoğunda kız ve erkeğin iletişimi gizli-kaçak olarak hız kesmeden devam ediyor. Âcizane ben karma kız ve erkek olmak üzere binaları ayırmayı biraz polisiye tedbirlere benzetiyorum.

Karma eğitim ve öğretim yapılan yerlerde sorun yok mu? Olmaz olur mu? Buralarda da kız ve erkek ilişkileri sağlıklı değil, problem çok. O zaman ne yapacağız? Günümüz teknolojisinde kızları erkeklerden, erkekleri de kızlardan tecrit edemeyeceğimize göre başka çözüm yollarını düşünüp devreye koymamız gerekiyor.

Kızın erkeğe, erkeğin kıza ilgi duyması tabiatın bir gereğidir. Bundan kaçış yok. Gizli-kaçak buluşmalar çocuklarımızı tehlikeye duçar etmektedir. Bir arada oldukları zaman da seviyeyi kaçırmaktadırlar. Yine gördüğüm karma eğitim yoluyla mezun olmayan kız veya erkeğin daha sonraki yaşantılarında karşıt cinsle iletişim kurmakta zorlandıkları, sağlıklı ve seviyeli bir iletişim kuramadıkları yönündedir.

 

Eğitim ve öğretimde ister karma, ister ayrı bir eğitim yapılsın büyüklere ve sorumlulara düşen çocuklar arasında denetimli serbestlik vermektir diye düşünüyorum. Bunun için gönüllü öğretmenler arasında danışman öğretmenlik veya koçluk sistemi düşünülebilir. Bu öğretmen, uhdesine verilen öğrencileri ders başarısı, ahlaki yönü, iletişim vb. yönlerde rehberlik yapar. Okul boyunca çocukların hem anası, hem babası, hem öğretmeni olur. Çocukların ailesiyle sürekli bir iletişim halinde olur. Öğrencileri ders yönünden gerileyince veya öğrencilerin arkadaşlarıyla iletişiminin sağlıklı yürümediğini görünce danışman öğretmen yerinde ve zamanında usulünce müdahale eder. Bunun için ikna yolunu kullanır.

Sonuç olarak çocuklarımızı kötülüklerden kaçırma korumacılığından ziyade onlara kötülükler içerisinde kendilerini korumayı, kötülüklerle mücadele etmeyi ve ayakta kalma yollarını öğretmemiz lazım diye düşünüyorum. Çünkü dağda evliya* yetiştirmekten ziyade her türlü kötülüğün kol gezdiği şehrin içerisinde, kötülüklerle mücadele edip ayakta kalmak, ayakları yere basan bir çözüm gibi geliyor bana. Çünkü uçan kuştan koruduğumuz çocuklarımız, kötülüğün ne olduğunu, nereden geleceğini yaşayarak ve görerek pişmesi lazım.

*Dağda yaşayan bir evliya, şehirde ayakkabıcılık yapan bir evliyayı ziyarete gider. Giderken de kerametini göstermek için mendilinin içine kar doldurur götürür ve ayakkabıcının duvarındaki askıya asar. Bu durumu gören ayakkabıcı veli de mendilinin içerisine süt doldurarak duvara asar. Yakıcı sıcağa rağmen mendildeki ne kar erir ne de süt akar.

Az sonra ayakkabı yaptırmak için dükkâna bir kadın gelir. Ayakkabı ustası veli, kadından ölçü için eteğini biraz kaldırmasını ister. Kadın eteğini biraz kaldırınca içi kar dolu mendilden su akmaya başlar ve keramet de burada sona erer.   

 *30/03/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

Ölümlerden Ölüm Beğenmeye Var mısın? ***

—Azizim! Bana eşlik eder misin?
—Olur, seninle her yere gelirim. Nereye gidiyoruz?
—Suud Konsolosluğuna.
—Ağzını hayır aç! Ne işin var orada?
—Bir pasaport işim vardı da.
—Bence gitme oraya.
—Niye ki? Gelmezsen ben kendim giderim.
—Eceline susamış olmalısın!
—Ne ecelinden bahsediyorsun sen? Alt tarafı bir pasaport işi!
—Sürekli gidiyorsun o zaman.
—Ne süreklisi? Doğup büyüdüğüm memleketimi terk eder miyim? Bir Suud'a gidip gelmek niyetim.
—Niyetini gözden geçir!
—Niyeymiş o?
—Çünkü gidişin veya girişin olur ama çıkışın olmaz oradan.
—Savaşa gitmiyorum. Vize işim var sadece. Sonra konsolosluklar en güvenilir yerler.
—Haklısın ama gitmeyi göze aldığın yer Suud Konsolosluğu. Sana orada verseler verseler ahiret bileti verirler.
—Yahu manalı manalı konuşma! Geliyor musun gelmiyor musun?
—Senin için çiğ tavuğu bile yerim ama ben canımı yolda bulmadım.
—Ağzını hayır aç. Bu işin sonunda ölüm var gibi konuşuyorsun.
—Gibisi fazla! Ölüm var. Ama ölümün ötesinde daha vahim bir durum var?
—Ne?
—Ölümlerden ölüm beğeniyorsun. Daha doğrusu onlar seçiyor. Kim vurduya gidiyorsun. Ne şekilde, kim tarafından, nasıl öldürüleceğin sır gibi saklanır orada. Şeytanın aklına gelmez başına gelecek olanı. Haydi ölümü göze aldın gittin diyelim. Bir iyi yönleri var. Cesedin de sır oluyor. Yani temiz iş yapıyorlar.
—Haydi öldürdüler diyelim. Cesedi ne yapacaklar? Bunlar yamyam mı?
—Burası da muamma! Yiyorlar mı, et makinesinde çekiyorlar mı, asit marifetiyle cesedini eritiyorlar mı bilmiyorum. Dedim ya temiz iş yapıyorlar. Geride kalan sevenlerin için teçhiz, tekfin ve defin işi bile bırakmıyorlar. Ailen mezar taşı yaptırmak için masraf etmeyecek. Çünkü mezarın olmayacak. Yok edildikten sonra mezarı olmayan ikinci kişi olarak tarihe geçeceksin.
—Kabile devleti mi burası?
—Keşke kabile bari olabilselerdi! Kabile devletinden daha beter! Çöl kanunu geçerli orada diyeceğim ama çölün bile bir raconu olur. Olsa olsa sırtını petrole dayamış, defalarca Kabe duvarına işemiş, şımarık bedevi olabilirler.
—Allah ıslah etsin, yaptıklarından bin beter yapsın onları.
—Hala gitmeyi düşünüyor musun oraya?
—Deli miyim ben? Ne işim var orada? Pasaport da kalsın, vize de. Eğer bunların devlet yönetimi bu ise alsınlar o devleti başlarına çalsınlar!

*** 22/10/2018 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.