22 Temmuz 2017 Cumartesi

İslam Dünyasının Kudüs'le İmtihanı *

Bir terör devleti olan İsrail ilk defa Filistin'deki Müslümanların Cuma namazını Mescid-i Aksa'da kılmasına izin vermedi. İzin vermemekle kalmadı 3 Müslüman’ı şehit etti, 50'den fazla kişiyi de yaraladı. Gerginlik ve protestolar geçen haftadan beri devam ediyor. Allah Filistinlilerin yardımcısı olsun.

Filistin'de, Kudüs'te ne zaman bir, baskı, şiddet tırmanmışsa Anadolu insanı hiçbir şey yapamasa da eylem, protesto, basın açıklaması, gıyabi cenaze namazı, afişlerle mazlum ve mağdur Filistinlilerin yanında olduğunu gösterdi hep. Bu hafta Türkiye'nin hemen hemen her il ve ilçe camisinde namaz sonrası İsrail'i telin etmek için basın açıklamaları yapıldı. Sosyal medyadan duyar duymaz Cuma namazını kıldıktan sonra yapılacak eyleme katılmak için Şerafettin Camisine yöneldim. Çoğunluğu gençlerden oluşan insanımız oradaydı. Her yerde olan kadın ve kızımız daha namaz öncesinden yerini almıştı. Allah kendilerinden razı olsun. Çocukluğumdan beri kendisini tanıdığım 80'ine merdiven dayamış Hüseyin Adil amca da oradaydı. Müslüman’ı ve Müslümanlığı dert edinmek böyle bir şey olsa gerek. Nerede bir hareket var, o  böyle yerlerde bir nefer olarak yerini aldı hep. Ayaklarım ağrıyor, yaşlıyım, benden geçti, hava sıcak dememiş o da geçenlerin arasındaki yerini almıştı. Allah sağlıklı, uzun ömürler versin ona. Namazdan sonra İsrail'in yaptıklarını anlatan bir basın açıklaması yapıldı. Aralarda sloganlar atıldı, Filistin'de ölenler için gıyabi cenaze namazı kılındı. Sözde İsrail devletinin bayrağı yakıldı, dualar edildi, sonra topluluk dağıldı. Kalbi imanla dolu insanımızın yapacağı başka da bir şey yoktu. En azından İsrail'in Müslümanlara yaptığından hoşnut olmadığını göstermiş oldu. Allah hepsinden razı olsun. Zaten ötesi de Filistin davasını dert edinmiş devletlerin işi idi. Kudüs'le ilgili okuttuğu hutbe ile de Diyanet yanımızdaydı.

Topluluktan ayrılırken Filistin ile ilgili ilk defa katıldığım 06 Eylül 1980 Kudüs Mitingi geldi aklıma. Mahşeri bir kalabalık vardı o gün Konya'da. Bir hafta sonra yapılan 12 Eylül ihtilalinin gerekçeleri arasında sayıldı Konya'daki bu miting. Yine bu miting için daha sonraları "Filistin davası için ne yaptınız" sorusuna Kenan Evren'in "Konya'da Kudüs Mitingi yaptık" şeklinde cevap verdiği söylenir. Anlayacağınız Konya mitingi hem ihtilalin gerekçelerinden sayıldı, hem de Filistin'e destek mitingi sayıldı o günün şartlarında.

1948'de Müslümanların arasına 'Arz-ı Mev'ud' vaadiyle çıbanbaşı olarak konuşlandırılan İsrail, her geçen yıl yayılmacılığına ve yerleşmesine devam etti. Ne 1967 Arap-İsrail savaşı, ne yapılan Konya Kudüs Mitingi, ne Mavi Marmara; ne Lübnan'daki Hizbullah, ne İran'ın, ne Saddam'ın, ne Hafız Esed'in, ne de Kaddafi'nin düşman görünen tavrı fayda verdi. Müslümanların içinde bir ukde ve uhde olan Filistin davasında olan hep canı yanan Filistin halkına oldu. İçeride kalanlar hayat-memat mücadelesi verirken milyonlarcası başka ülkelerde mülteci durumunda. İsrail hapishaneleri Filistinlilerle dolu. Üstüne üstlük hapishanede açlık grevine başlayanlara karşı bazı Yahudiler kokusu içeriye gidecek şekilde pencerelerinin önünde mangal yaktı geçen yıl. Dinlerinde yasak olmasına rağmen öldürmeyi iyi bilen İsraillilerin pişirdiği et umarım öldürdüğü Filistinlilerin eti değildir. Olur mu demeyin, burada mevzubahis olan bir terör devletidir. Bugüne kadar neler yapmadı ki bunu yapmasın. Güya İshak'ın soyundan gelen bunlarla  İsmail'in soyunan gelen Filistinliler baba bir kardeşler.  Hani, "Hiç düşmanım yok" birine "Kardeşin de mi yok" demişler ya. İsrailliler’in ki böyle bir kardeşlik. Allah böyle kardeşi kimseye vermesin.

Varlığı ve yaşaması Müslüman kanı dökmeye bağlı, din-iman gibi bir derdi olmayan İsrail'in yerine ben olsam aynı İsrail'in yaptığını yapardım. Nasılsa dünyanın sömürgeci devletleri arkasında. Para-pul sorunları yok. Dünya devletlerinin sermayeleri emrinde. Para akıyor durmadan kendilerine. Dünya sessiz, Filistin'dekilerin sahibi yok. Halkı Müslüman olan 50'nin üzerindeki devletlerin birbirleriyle uğraşmaktan gıkı çıkmıyor. Niye yapmasın tüm bunları İsrail? Birbirlerine karşı aslan kesilen bu bölük pörçük Batının kuklası İslam dünyası varken İsrail, az sayıdaki inananlarının bir ve beraber bir şekilde kendisine destek vermesiyle az bile yapıyor.

İslam dünyasına 'Gidin İsrail ile savaşın' demiyorum. Çünkü yapılacak savaşta tüm Batı ve ABD İsrail'in arkasında olacaktır. Tek istediğim, Hristiyan dünyası kendi arasında savaşlar yaparken nasıl Haçlı Seferlerinde Osmanlıya karşı aralarındaki nizayı bırakarak bir ve beraber olmuşsa Müslümanların da ortak düşmana karşı siyaseten, ekonomik ve sosyal yönden bir ve beraber hareket etmeleridir. İyi bir diplomasi yönetmeleridir. Bu istek zor olsa da imkansız değildir. Yeter ki İslam dünyasını yöneten krallar boyunlarındaki tasmaları çıkarabilsin. Olaylara Müslüman’ca ve insanca bakabilsin. İnanın bu birliktelik tek kurşun atmadan İsrail'i bir kaşık suda boğar. Biz bu birlikteliği sağlayamazsak, birlikte hareket edemezsek tarih bizi affetmeyecek ve bizden sonraki gelenler bizi rahmet ve minnetle anmadığı gibi "amma ödlek, amma korkaklarmış bizim ecdadımız, ellerindeki onca imkana rağmen rezil bir şekilde tarihteki yerlerini almışlar" diyecek. Öbür dünya mı? Oradaki halimizi söylemeye gerek var mı? Bize Kudüs'ü emanet eden Ömer'in yüzüne nasıl bakacağız orada?

Her konuda özellikle Filistin davasında Allah Müslümanlara akıl, izan, feraset ve basiret versin. Zira Filistin davası ve bir ara kıblegahımız olan Mescid-i Aksa bizim namusumuzdur, namusumuzu çiğnetmeyelim, şerefimizi daha fazla ayaklar altına aldırmayalım. 22.07.2017

*24/07/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde "Kudüs bizim neyimiz olur?" başlığıyla yayımlanmıştır.

21 Temmuz 2017 Cuma

Adaletten ayrılmasın hiç!

Ülkede vekil olmak, partinin üst organlarında görev almak, kabinede yer bulmak siyasete atılan her bir kimsenin hayal ettiği vazifelerdendir. Kabinedeki her bakanlık önemlidir önemli olmaya. Çünkü ülkede hizmetler bakanlar vasıtasıyla icra edilmektedir. Bir kişi bakan olmuşsa artık bir mazereti kalmamış demektir.

Yeni kabine açıklandı. Nispi bir değişiklik yapıldı. Gidenler, gelenler ve görevi değişenler var. Her bir değişiklik bir umuttur, heyecandır. Bana bugün hangi bakanlık diğerlerine göre bir adım daha öndedir, dense Adalet Bakanlığı'dır derim. Zira bugün bu ülkenin en büyük sorunu adalettir ve birbirimize güvendir. Kimseye derman olmayan, kimseye adalet dağıtmayan, kimsenin çözüm bulamadığı ağır-aksak yürüyen bir adaletimiz var. Devasa adalet saraylarımız adalet dağıtmıyor ya da dağıtamıyor olmalı ki hapishanelerimiz suçlu ile dolu. Kimse içeridekilerin ne kadarı suçlu, ne kadarı masum; dışarıdakiler ne kadar temiz bilmiyor. Öyle ki bugün suçlumuz da adalet istiyor, suçsuzumuz da. Herkesin adalet istediği bir ortamda adaletimiz niçin kör-topal? Sanırım tarafların hiçbiri samimi değil. Herkesin istediği rakibime/düşmanıma ceza yağdıran ama bana dokunmayan adalet de ondan. Bu yüzden adaletimiz yerlerde sürünüyor.

Adaletimiz herkesin elini kanatan ve acıtan gülü eksik böyle bir diken durumundayken nihayet Gül'ümüz geldi. Zira diken gülsüz, gül de dikensiz olmazdı. Bu Gül, diğer güller gibi değil; geçmişi, mayası ve yetiştiği ortam itibariyle etrafına güzel kokular veren bir Gül'dür. Her gittiği yerde varlığını ispatlamış ve etrafını mesrur etmiştir.

Adaletimizin başına gelen bu Gül'den bundan sonra suçlular korksun. Zira tabiatında var olan dikeniyle suçluların cezasını verecek ve suçlu-suçsuz hep birlikte "Adaletin kestiği parmak acımaz" diyeceğiz. Suçsuzlar, üzerine iftira atılanlar ise "Adaletimizden Gül kokusu geliyor, boynum kıldan ince ona" diyecektir. Fıtratında, tabiatında, özünde var olan gül kokusunu vermez; gelene gidene, suçlu-suçsuz demeden, sap ile saman birbirine karışırsa/karıştırılırsa, herkesin elini dikeniyle acıtmaya devam ederse bilin ki, gözümüz ve gönlümüzdeki Gül kurur, etrafına koku vermediği gibi burnumuza pis kokular gelmeye devam eder.

Çalışkan, başarılı, etrafına koku veren ve beyefendi kişiliğiyle tanıdığım bu Gül, kendi haline bırakılırsa herkesin muzdarip olduğu adaletimize katkı sağlayacağına inanıyorum. Yeter ki suçlu-suçsuz herkes adalet istesin, kendisine doğru yontmasın, siyaset veya diğer saikler baskı yapmasın, yargıyı kendi haline bıraksın, yargı mensupları birilerinden emir almasın, kimse adaleti yanıltmaya çalışmasın; şahit, doğru şahitlik yapsın. Kimsenin, hiçbir zümrenin yaptığı suç yanına kar kalmasın.

Allah utandırmasın bu Gül’ü. En güzel şekilde deruhte edeceği mesuliyeti ağır bu görevinde Gül’ümüze başarılar dilerim, Etrafına güzel kokular verir inşallah! Rabbim yardımcısı olsun. Yolu açık olsun.

Not: Burada yargı mensupları görevlerini yapmıyorlar diye bir suçlama değil niyetim. Hepsi görevini yapmaya çalışıyor. İş yükleri ağır olduğu gibi sorumlulukları da fazla. Fakat nedendir bilinmez zaman zaman değişse de çoğu kimse adaletimizden muzdariptir. Eğitim ve öğretimde öğretmen görevini yaparken nasıl ki eğitimimiz sos veriyor, kimse memnun değilse öyle bir şey bizim adaletimiz. 21/07/2017



19 Temmuz 2017 Çarşamba

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir.

Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini.

Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde karşılaşmayı istemezler, karşılaşsalar hemen ayrılmak isterler. Birbirlerine selam bile vermezler. Birbirini yok kabul ederler. Başlarına bir şey geldi mi birbirinin imdadına koşmazlar. Kırgınlık da küsme, mesafe koyma olur ama geçicidir. Bir müddet sonra eski muhabbet ortamına dönebilirler. Dargınlık ise ilanihaye devam edebilir. Barışsalar da eskisi gibi olmaz. Yine birbirlerine mesafesi devam eder.

Anlatmak istediğim zaman zaman karıştırdığımız, birini diğerinin yerine kullandığımız bu iki kelime birbirinden farklıdır. Bu iki kelimenin arasındaki farkı çoğumuz bilse de bir kısmımız ayırt edemiyor. Kazara birine kırılsan adam seni küs sanıyor. Öyle bir havaya sokuyor ki sanki kanlı bıçaklısın. Böyleleri, birbirine yakın bu tür kelimeleri karıştırdığı gibi böylesi dostları bir araya getirip aralarını bulmayı da düşünmüyor. Böyle bir şey aklına gelmediği gibi belki de hoşuna gidiyordur "Oh oh, ne güzel küstüler, ne halleri varsa görsünler" der gibi.

İnsanlar, dostlar günlük hayat içerisinde birbirine karşı kırgınlık, dargınlık yaşayabilir. İçerik önemli veya önemsiz olabilir, bazen incir çekirdeğini de doldurmayabilir. Böyle durumlarda diğer dostların sessizliği, banâne tavrı, aymaz duruşu, işte esas garip olan budur. 19.07.2017