5 Ekim 2025 Pazar

Kendilerini Karalar Bağlamış Tipler

Hayata ve olaylara ön yargısız ve objektif bakan, kafasını kumdan çıkaran, bir grubun fanatik ve trolü olmayan herkesin malumudur ki bu ülkede çoğu işler doğru gitmiyor.

Olumsuz giden her şeyi ele almam mümkün değil. Zaten hepsinden de haberim yok. Haber izlemeyen ve gündemi takip etmeyen biriyim.

Bu demek değildir ki olup biten her şeyden haberdar değilim. Az da olsa kulağıma çalınır. Dikkatimi çekerse olayın aslı astarını küçük bir araştırma yapmak suretiyle yazı konusu edinirim.

Bunu yaparken de kırmadan dökmeden yapmaya çalışırım.

Konu haliyle olumsuz olunca ister istemez eleştirel yaklaşırım.

Benim bu eleştirel yaklaşımıma bir davanın ya da bir zihniyetin yılmaz savunucuları, trolleri veya fanatikleri kolay kolay tahammül etmez. Yaptığın eleştiri doğru olsa bile o konuda söyleyecek sözü olmayan bazıları, senin bu yaptığını zil takıp oynamak olarak görür. Böyle derken kendisini karaların bağladığından haberdar değil tabi. Haberdar ise de tecahülüarif sanatının mimarları oldukları için kendilerini gizlemeyi marifet sanırlar. İnanmadıkları halde olayın aslı astarının öyle olmadığını sana bir güzel anlatırlar. Yutturabilirlerse kendilerinin mutluluğuna diyecek olmaz.

Çünkü sosyal medyada köşe başlarını tutmuş bu kimseler kendilerine bu işi misyon edinmişler. Bu alemde gezindikleri müddetçe kendilerine bir zihniyetin temsilcisi rolünü biçmişler. Kim, sevdiklerine halel getirecek bir hadsizlik yaparsa ona haddini bildirecekler. Kendilerine böyle bir görev veren var mı? Hayır. Savundukları zihniyetin böyle bir beklentisi var mı? Hayır. Savundukları zihniyet, futbol takımı tutar gibi kendilerini tutan, bunun için eşini dostunu kıran, savunurken üslubunu bozan bu trollere maaş ya da maddi destek sağlıyor mu? Hayır. Yaptıkları bu avukatlıktan dolayı CMUK kendilerine iş başı bir ödeme yapıyor mu? Hayır.

Ölümüne her yanlışı savunan sesleri gür çıkan bu zihniyet, yaptıkları bu trollükten dolayı bir menfaat sağlasalar, kendilerini mazur göreceğim. Ne de olsa ekmek teknesi. Oradan besleniyorlar diyeceğim.

Bu trollerin sevdiklerini amasız, fakatsız desteklemelerine bir şey demiyorum. Kendi sayfalarında çalıp oynasınlar. Körler ve sağırlar olarak birbirlerini ağırlayıp dursunlar.

Fakat gel gör ki eski efendiliklerini bozdular gördüğüm kadarıyla. Hırçınlaştılar. İşte bu hırçınlıklarını anlamaya çalışıyorum.

Sanırım hırçınlıklarının temelinde işlerin eskisi gibi iyi gitmediğinin farkındalar. Güç kaybettiklerini biliyorlar. Eskisi gibi her şeyi göğüslerini kabarta kabarta savunamıyorlar. Sanki hata yapıyoruz, düzelmezsek gerisin geri gidiyoruz demeyi bile kendilerine yediremiyorlar. Kolay değil hep kazanmak. Kaybetme endişesi bile onları yiyip bitiriyor. Ne olacak halimiz diye kendi kendilerine karalar bağlamış dururken birilerinin olup bitene eleştiri getirmesi zorlarına gidiyor. Yapacak bir şeyleri de olmayınca en azından zil takıp oynuyorsunuz demek suretiyle konuyu kapatma yoluna gidiyorlar. Sanıyorlar ki güneşi balçıkla sıvayacaklar. Böyle bir şey de mümkün değil. En azından aykırı sesleri susturalım ki moralimiz bozulmasın istiyorlar.

Hasılı işleri zor. Düştükleri durum vahim. Ama bilsinler ki işleri rast gitmeyenler eleştiriye gelmezler. Kendi savunduklarına ve yapıp ettiklerine güvenmeyenler de eleştiriye gelmezler. Değilse niye niyet okuyup dursunlar. Halbuki eleştiriye kulak veren kendine çekidüzen verdiği gibi ömrünü de uzatır. Değilse kendilerini bulunmaz Hint kumaşı gören çokları gibi yok olup giderler.

4 Ekim 2025 Cumartesi

Neredesin Güzel Üslup!

Tüm meslek hayatını belediyede geçirmiş ve üst düzey görev almış emekli bir belediyeci ile geçen gün bir çay ocağında iki arkadaşla birlikte çay eşliğinde sohbet ettik.

Söz döndü dolaştı. Geçmişte devlette üst düzey görev yapmış kişilere. Arkadaş dedi ki "Bir video izledim. (ya da yüz yüze dinledim de demiş olabilir).

Konuşmacılar arasında Mehmet Görmez ve Ali Bardakoğlu vardı. Önce Görmez konuştu. Arkasından Bardakoğlu’na söz verildi.

Hoca söze, ‘Görmez Hocamın anlattıklarının çoğuna katılıyorum. Sadece bazı izahlarına katkı babından ilavede bulunacağım’ dedi. Ardından sunumunu yaptı. İlaveden ziyade Görmez Hocanın bazı görüşlerinden farklı ve zıt bir görüş ortaya koydu. Konuşmasını bitirdi.

Görmez, Bardakoğlu’nu ayakta tebrik etti. “Üstadım, benim görüşlerime ilaveden ziyade bu konulara farklı bir açılım getirdin. Bu açılımlarına aynen katılıyorum. Çok müstefit oldum” demiş.

Arkadaşın bu anlattığını biz dinleyenler ağzımız açık dinledik. Özellikle farklı görüş serdedilmesine rağmen birbirlerini taltif etmeleri, saygı göstermeleri, bunu kırıp dökmeden yapmaları...

Hem Görmez hem de Bardakoğlu, donanımlı, birikimi, oturaklı, faydalı kişiler. Gittikleri her yerde topluluklar bunları can kulağıyla dinlerler. Çünkü hem dinletirler hem yeni şeyler söylerler.

Geçmişte her ikisi de DİB başkanlığı yaptı. Başkanlıklarını çok iyi yaptılar. Bugünkü hükümet geçmişte bu tip ağır insanlarla çalıştı.

Bugün her ikisi de emekliliklerinin ardından faydalı olmaya devam ediyorlar.

Görmez ve Bardakoğlu denince benim aklıma güzel üslupları gelir. Anlattığım anekdot da bunun en güzel örneği.

Bu tür bir üsluba toplum olarak ne de çok hasretiz. Çünkü hiçbir konuyu ön yargısız ve sözü kesmeden konuşamıyoruz. Konuşurken birbirimizi doğru dürüst dinlemiyoruz. Sesimizi yükselterek hatta belden aşağı vurarak muhatabımızı susturmaya çalışıyoruz.

Çok önem vermediğimiz üslup bence her işin başı. Üslup olmadan hiçbir şey olmaz. Hatta üslup asıldan önce gelir.

Üslup olmadan söylediğimiz her şey boştur ve güme gider. Küsmece, darılmaca arkasından gelir. Çünkü kötü üslubumuzla kırar geçiririz muhatabımızı.

Üslup her adamın harcı değil. Söyleyecek sözü olan, bu konuda birikimi olan, kendisini tekrarlamayan, muhatabına saygıyı esas alan, güç zehirlenmesi yaşamayanlar güzel üsluplarıyla tebarüz ederler. Söylediklerinin altı dolu olmayan, tüm bildikleri yüzeysel olan kişiler ise güzel üsluptan bihaber olurlar. Nasıl bir punduna getirip de bu konuşmayı sabote edeyim düşüncesine sahip olurlar. Allah var, bunu da becerirler. Çünkü kötü üslubu hayat felsefesi edinmişler.

İnanın, güzel üslup gibisi yoktur. Bizler güzel üslubu temel felsefe edinsek, aramızdaki farklılıkları zenginlik kabul eder, birbirimizin görüşüne katılmasak bile iletişimi kesmeden gül gibi geçiniriz. Birbirimizi ön yargısız dinlesek, savunma psikolojisini çalıştırmadan konuşsak, birilerine şirin gözükmeye çalışmasak, birilerinin adamı olmasak, inanın görüşümüz ne kadar farklı olursa olsun, aramızda hiç niza çıkmaz. Böylece birbirimizin görüşlerinden faydalanmaya çalışırız. Bu da bizi geliştirir.

Ah neredesin güzel üslup. Özledik seni. Gel de adam et bizi. En azından birbirimizin yüzüne bakacak yüzümüz olsun.

Hediyelikte Konya

İlçeye yeni bir kaymakam gelmişti. Bir toplantıda, "İlçenizin tanınmış, yöresel bir şeyi var mı" diye sordu. Toplantıdakiler, etli ekmek, bulgur pilavı türünden örnekler verdi. “Etli ekmek Konya'nın tüm ilçelerinde zaten meşhur. Bulgur pilavı ise evlere mahsus. Kastettiğim şu: İlçenizden transit geçen biri 'Şu ilçeye gelmişken bu ilçenin şusu meşhur. Tadıp da gideyim ya da buradan hediyelik alayım veya ilçenizde marka olmuş şeyi almak için ilçenizde gelen var mı" dedi. "Öyleyse yok" dendi.

Ne diyor bu, kendinde mi diye düşündüğümüz kaymakam doğru söylüyordu. İlçeler, iller veya bazı yörelerin kendine özgü bir şeyleri olmalı ki oraya insanımızı çekebilsin.

Mesela Gaziantep dendi mi akla Antep fıstığı ve baklavası gelir. Hatta Gaziantep'ten gelecek birileri olursa, Antep fıstığı getir" denir şakasına. Bu siparişi duyan da Antep baklavası ve fıstığının kilo fiyatını yazar. Şakayı severim ama Antep fıstığının ve baklavasının yanına varılmaz. Lütfen isterken cebimi yakmayacak bir şey isteyin, biraz insaflı olun. Bu yüzden şimdiden söyleyeyim. İsteğinizi yerine getiremeyeceğim der ki kimse beklenti içine girmesin.

Kahramanmaraş dendi mi Maraş dondurmaları meşhur. Hatta Kahramanmaraş dışında her yerde Maraş dondurmaları satılır.

Kayseri dendi mi, sucuk ve pastırması meşhur. Yolu düşen tadımlık da olsa alır.

Aynı şekilde Bursa dendi mi havlusu ve kestanesi meşhur.

Afyon dendi mi Afyon kaymağı, Afyon lokumu ve Afyon sucuğu ile ön plana çıkar.

Şehirlerimize ait şehirlerimizle özdeşleşmiş, o yöreye özgü yiyecek ve ürünlere ait örnekleri çoğaltabilirim. Yalnız çok örnek vermeye niyetim yok.

Konya'ya getireceğim işi. Konya'nın da etli ekmek, fırın kebabı meşhur. Dışarıdan gelen mutlaka tadar.

İnsanlar gidip gezdikleri yörenin o yöreye özgü yiyeceklerini yer içer. Yalnız yiyip içtiğin senin olsun, gördüklerini anlat derler Anadolu'da.

Ya giderken o yöreye özgü ne götürürler? Öyle ya dönüşte çam sakızı çoban armağanı hediyelik almak ister insanımız.

Pahalı-ucuz, tadımlık da olsa insanımız Gaziantep'ten ayrılırken Antep fıstığı alır. Bursa'dan ayrılırken havlu veya kestanesini alır. Afyon'dan ayrılan Afyon lokumu, çok ucuz demezse sucuğunu alır. Kayseri'den ayrılan pastırmasını alır.

Konya'yı gezip etli ekmeğini ve fırın kebabını yiyen biri giderken hediyelik ne götürür? Düşünüp taşınıyorum. Aklıma, Mevlana şekeri ve Konya sarması dışında bir şey gelmiyor. Konya sarması gördüğüm kadarıyla çoğu illerde var. Geriye, Konya'ya özgü bir Mevlana şekeri kalıyor.

Konya'dan ayrılan, giderken hediyelik olarak götürse götürse Mevlana şekeri götürür. Mevlana şekeri dediğimiz de bildiğimiz kaba şeker.

Konya'dan giden, tüm sülalesine yarım ya da birer kilo şeker alsa bütçesini sarsmaz. Çünkü çok ucuz.

Bildim bileli hediyelik olarak rafları süsleyen Mevlana şekerinin ne doğru dürüst şekli değişti ne de ambalajı. Yarım ya da birer kg'lık şeffaf naylon içinde müşteriye sunuluyor.

Konya esnafı ya da imalatçısı, Konya'ya özgü bu şekeri biraz farklı üretelim, içine fındık, fıstık koyalım, dışını süsleyelim ki albeni oluştursun demiyor. Sağ olsun, bu şekeri kim çıkardı, adını Mevlana şekeri diye kim koyduysa Konya imalatçısı orijinali bozmuyor. Koca şehirde bunu zamanında biri düşünüp piyasaya sürmeseydi, hediyelik eşya olarak Konya'nın satacağı bir ürün olmayacaktı. Tamam, orijinallik korunsun ama bu şekeri biraz cazip hale dönüştürmenin zamanı geldi geçiyor.

İnanın, şehir dışına çıkarken ne alayım, ne hediye götüreyim diye hediyelik eşya satan dükkanlara girerim. Hediyelik ne önerirsiniz diyorum. Gösterdikleri şeyler ya Konya'ya özgü değil ya da Mevlana şekerinden başka bir şey göstermiyorlar.

Yanı başımızdaki komşumuz Afyon bile hediyelikte Konya'yı solladı. Biz hâlâ yerimizde sayıyoruz. Ayak altındaki Afyon'a her uğrayan Konyalı, en azından Afyon lokumu alıp geliyor. O kadar meşhur ki müşteriler bu lokumdan almak için sıraya giriyor. Maalesef Konya, hediyelik eşya konusunda çok geride kaldı ve sınıfta kalmış görünüyor.

Sesimi duyun, Konyalı imalatçı ve üreticiler. Hediyelik eşya satan Konyalı esnaf sizin de mi derdiniz yok? Bari imalatçıya bir öneri götürün. En azından Konya'ya özgü hediyelik bir şeyler üretilsin. Hiçbir şey aklınıza gelmiyorsa, Mevlana şekerine bir ayar verilsin. Şekerimiz, gören müşteriye, albeni desin. Yahu bir şeyler deneyin. Denedik ama olmadı deyin.