19 Eylül 2025 Cuma
FB ve GS'ye Kayyum
Ya Hep Ya Hiç
Bir yerdeyiz. 7-8 kişi varız aynı ortamda. Aramızda miras paylaşır gibi paylaşım yaptık.
Bir ara dışarı çıkıp geldim.
Dediler ki on fazlalık var. İkiniz de fazlalığa talipsiniz. Aranızda pay edin.
Kolaydı aramızda pay etmek. Tam eşit bir şekilde bölünemezse de altı birimiz, dört öbürü alabilirdi.
Birbirimize bakıştık. Gönlümden geçen, dört ben alayım, altı da siz alın. Ama benim gönlümden geçen ne ki esas önemli olan onun gönlünden geçenmiş. Daha ağzımı açmadan ya hep ya hiç dedi.
Garibime gitti bu üslup ve istek. Ama erkekliğe halel gelsin istemedim. Hepsi senin olsun dedim. Böylece hep ona gitti, hiç ise bana kaldı.
Belli ki paylaşımdan yana değil. Ya hep onun olacak ya da hiç onun olacak. Hoş, hiçe razı olacağına sanmıyorum. Böylelerine fedakarlığı sen yapacaksın. Sen hiçe razı olurken o da nimete konacak.
Ne belli? Niyet okuma demeyin. Az buçuk bilirim böylelerini. Ya hep ya hiç derken “Rabbena hep bana” olsun niyetini güderler. O yüzden ya hep ya hiç dendi mi bilin ki bahtınıza hiç kalır.
Ya hep ya hiçten devam edelim. İki ortak vardır. Birlikte ortaklaşa bir yer açarlar. İşe başlarken anca beraber kanca beraber derler. Bunlar enişte-kayın, kardeş, dayıoğlu-halaoğlu veya iki arkadaş ya da iki tanıdık olabilir.
Bir zaman gelir ki işler pek iyi gitmez. Birbirlerinden soğurlar. İçlerinden imkanı ve de bu işten anlayan biri, “Böyle gitmeyecek. Ayrılalım. Birbirimize devredeyim. Ya sen al ya da ben” der. Ortağı bakar ki istenmiyorum. Sen al der. Zaten almak istese de alacak imkanı yok. İmkanı olsa da öbürü gibi atılmaz. Tüm dükkanı ortağına bırakır, alacağını alır, çeker gider.
Bu ortaklıktaki ya al ya ver de bir nevi ya hep ya hiçten başka bir şey değil.
Devam edelim. Adam aşıktır ya da evlenmişlerdir. Cicim ayları bir süre sonra başka aylara dönüp, kız, ben seni istemiyorum ya da ayrılalım dediği zaman, bizim Türk erkeği burada devreye girer: Ya benimsin ya kara toprağın”. Kısaca aba altından sopa gösterilir. Çünkü Bburadaki kara toprak mezardır. Seni başkasına yar etmem. Eğer bu sevdadan vazgeçmezsen ölümün benim elimden olacak demektir.
Başka örnekler de verilebilir. Ama bu kadarı kafi.
Hasılı,
Ya hep ya hiç,
Ya al ya ver,
Ya benimsin ya da kara toprağın...
Demek, “Rabbena hep bana demenin Türkçesidir. Bu tiplere kendine Müslüman dense nasıl olur.
Şu var ki böylelerini yola getirmenin yolu;
Hep, benim olsun,
Al, benim olsun,
Kara toprak senin olsun demektir sanki.
Tiksinti Veren Bir Hareketimiz
Cuma için mahalle camimize girdim. Şuraya, buraya oturayım derken imamın cumanın ilk sünnetini kıldığı minberin önündeki üçüncü safa kadar ilerleyip oturdum.
Önümde, sırtını minbere dayamış hutbe dinleyen 12 yaşlarında küçük bir çocuk var.
Kendi halimde hutbeyi dinlerken önümdeki çocuğun sağ elini hareket ettirdiği dikkatimi çekti. Allah vere de burnuyla oynamasa bari dedim. Kendi kendime, her neyse ne. Ramazan! Ne olur başını kaldırma dedim. Bir güzel kendimi dinledim. Ama nereye kadar. Çocuk durmadı bir türlü. Gözlerim yarı açık yarı kapalı neler oluyor diye başımı kaldırdım. Vara kaldırmaz olsaydım. Çocuk burnundan çıkardığını eliyle bir güzel topladı. Sonra şehadet parmağıyla halının üzerine fırlattı.
Bu eziyet, bu mide bulandıran hareket çekilir mi, ne yapmam lazım. Az sonra namaza kalkınca bu çocuk ön safta yer bulur. Onun boşalttığı yere de ben geçerim. İyi de nasıl olacak bu? Ya çocuğun kendi emeği, kendi mahsul, secdeye varınca alnıma gelirse... Ramazan, aklına böyle şeyler getirme dedim.
Hutbeyi dinlemekten vazgeçtim. Çünkü önümdeki çocuk hutbenin önüne geçti.
Ben bu durumun kendi içimde mücadelesini verirken burnunun sağ tarafının temizliğini yapan çocuk bu sefer sol tarafın temizliğine kalktı. Parmağını burnunun sol tarafına girdirdi. Çöp sepeti gibi karıştırmaya başladı. Ben ne yapıyorum, şu işi biraz gizli yapayım da demedi. Aman ya Rabbi, çekilir mi bu cuma vakti bu çile derken, orta ikinci sınıfta sosyal bilgiler dersinde dersi işlerken, kafasını hafifçe yukarı kaldırarak, "Oğlum, çöp sepeti gibi burnunu karıştırma" uyarısını aşağı yukarı her derste yapan Recai Gümüş zihnimde belirdi. Bir kez daha hak verdim Hocama. Garibim, ne çile çekmiş demek ki dersi işlerken burnuyla oynayanlardan. Kimin oynadığını da söylemezdi. Kimseyi rencide etmezdi. Gözleri yumulu, kafasını kaldırır, ortaya söylerdi. Ne kadar faydası olurdu bilmem. Kim karıştırıyor, diye sağa sola bakışlar olunca, “Önümüze bakın, kimse değil” derdi. Kulakları çınlasın.
Olmayacak böyle deyip kafamı arkaya çevirdim. Hutbe okunurken herkesin bakışları arasında arka saflardan boş bulduğum bir yere geçtim. Hutbenin geri kalan kısmını orada dinledim.
Biliyorum mideniz bulandı. Bu da yazılır mı dediniz ve bu yazdıklarımdan tiksindiniz. Kusura bakmayın ama bu yazdığım toplumsal bir yaramız. Bu çocuk daha küçük ama bu toplumun çoğu büyüğü de bu çocuktan farklı değil. Alenen burnuyla oynayan insanımızın sayısı az değil; otobüste, çarşı, pazarda...
Küçük, büyük toplumun bu burnuyla imtihanı ne zaman sona erecek bilmem. Ya her şeye burnumuzu sokarız ya çöp sepeti gibi alenen burnumuzu karıştırırız. Toplumun içinde elinde mendil olmadan sümkürüp burun temizliği yapanları, bu haltı işledikten sonra lavaboya el yıkamaya gitmeyenleri saymıyorum bile.
Bizim bu çilemiz ne zaman bitecek? Bu burnuyla oynayanlar mide bulandırıcı bu hareketleri nasıl terk edecekler bilmem. Bilinen bir şey varsa tiksindirici. Ve biz bu tiksinti veren kişilerin içinde yaşamak zorundayız vesselam.