3 Eylül 2025 Çarşamba

Tek Kazanan Mourinho Oldu

Her yıl şampiyonluğa oynayan ama nasibine hep ikincilik çıkan FB şampiyonluk hasretini gideremedi.

Bu hasret 11 sezondur devam ediyor.

Yönetim her sezon kolları sıvıyor. Bu sezon olacak diyor. Para harcamaktan kaçınmıyor. Önce teknik direktörü değiştiriyor. Ardından teknik heyetin istediği futbolcuları transfer ediyor. Bu sezon şampiyona uygun bir takım kurduk. Bu sefer olacak diyor.

Yönetim istikrarı olan kulübün pek teknik direktör ve futbolcu istikrarı yok. Kulübü zenginler yönetir. Bu yönüyle kulübe zenginler kulübü dense yanlış olmaz.

İstikrar abidesi yönetim öyle bir takım kuracağız ki ülke futbolundaki yapı ve sistemi de yıkacağız. Ayrıca şampiyonluk sözü vermemize gerek kalmayacak dedi.

Kulüp başkanı kolları sıvadı. Bir seçim öncesi dünyaca ünlü bir teknik direktörle anlaştı. Başkan bununla da kalmadı. Teknik direktörün istediği her futbolcuyu aldı. Bununla özlenen şampiyonluk gelecekti. Çünkü adam değişik kulüplerde almadık kupa bırakmamış. Adeta silmiş süpürmüş. Gerçi teknik direktörleri kupa ve şampiyonlukların yanında aldığı tazminatlarla da meşhurdu ama olsun. Buraya nasılsa şampiyonluk yaşatmak için geliyordu.

Takımı ve baştaki teknik direktörü gören eski FB kaptanı bir öngörüde bulundu. Sezonun en erken şampiyonluğuna hazır olun. GS teknik direktörü Okan’ı donunda sallar. Herkesle kedinin fare ile oynadığı gibi oynar dedi.

Dünyaca ünlü teknik direktör ve istenen futbolcular alındığına göre işte şimdi özlenen başarı gelecekti.

Lig başladı. FB şampiyonlar ligine gidemedi. Ardından Avrupa ligine de havlu attı. Tamamen lige yöneldi. Ligde de işler istenildiği gibi gitmedi.

Şampiyonluğu getirecek teknik direktör dağ fare doğurur misali fos çıkmıştı. Şampiyon olmak için takımını maçlara hazırlayacağı yerde maç dışı olaylarla adından hep söz ettirdi. Yaptığı açıklamalar, bulduğu mazeretler, maçlarda takımı nasıl oluşturduğu, rakip teknik direktöre fiziki saldırısı kulübü tarafından desteklendi.

Destek gördükçe şımardı.

Sonunda şampiyonluk parolasıyla lige başlayan takım, şampiyonun 11 puan gerisinde ligi tamamladı. Teknik direktör özeleştiri yapacağı yerde, “şampiyon sezon başında belliydi” dedi.
Büyük umutlarla yüksek transfer ücreti ile transfer edilen, bir dediği iki edilmeyen bu teknik direktörle olmayacağı belleklere yerleşti. Gönderilmesi ve bir yılın daha kaybedilmemesi gerekiyor ama yüklü tazminat kulübü düşündürdü de düşündürdü.

Aradaki güven ortamı ve başarıya güven kaybolmasına rağmen gitti gidiyor denilen teknik direktör kaldı. Yeni sezona bismillah derken takım şampiyonlar ligine yine gidemedi.

Sonunda kulüp, teknik direktör tarafından oklar kendine çevrilince yeni sezonun ilk üç haftasında teknik direktörle yolları ayırdı.

Uzatmayayım. Fenerbahçe’de işler istenildiği gibi gitmedi. Konan hiçbir hedef gerçekleşmedi. Kaybeden FB kulübü oldu. Kazananı ise Mourinho oldu. Çünkü tazminatını alıp gitti. Kulüpte hedefi gerçekleşen tek kişi yine Mourinho oldu. Çünkü geldiği andan itibaren kovulmak için elinden geleni ardına koymadı. Kulüp hocayı kovmada biraz geç kaldı ama kulübün gelmiş geçmiş kazananı Mourinho oldu. Diğer kulüplerden aldığı tazminata, FB’den aldığı tazminatı da ekledi. Çekti gitti.

2 Eylül 2025 Salı

Dağda mı Evliyalık İstersiniz, Şehirde mi?

Açıklık ve kapalılık dendiği zaman akla kadın gelir. Haliyle tartışmanın objesi ya da öznesi hep kadındır.

Kadınların giyim ve kuşam durumunu kadınlar tartışması gerekirken, nedense bu tartışmanın tarafları da hep erkekler. Hep erkekler kadınlara ayar vermeye çalışıyor. Erkeklerin gündeminde olan giyim kuşam nedir?

Adına açıklık, çıplaklık, teşhir, müstehcenlik ya da kapalılık her ne dersek diyelim, giyim kuşam görecelidir. Kişinin yetişme tarzına, düşüncesine, fikrine, zikrine, inancına, hayat felsefesine, bölgesine ve ortamına göre farklılık gösterir. Birinin çok kapalı dediği diğerine göre açık, birinin çok açık dediği diğerine göre açık olmayabilir.

Bunun kıstası, toplumun ortak yaşam kültürü ve toplumsal normun oluşmasıdır. Bunu oluşturamayınca, giyim kuşam üzerinden tartışmayı da bitirmiyoruz. Belki de bitirmek istemiyoruz.

Evet, kadınların çoğu giyim ve kuşamı bu ülkede bir problemdir. Toplumsal norm oluşturmadığımız müddetçe bu problem devam edecek.

Problem sadece çıplak giyimde değil, sayıları az olmakla beraber kapalılık da bu ülkede problemdir. Bu iki hal de aşırılıktır bu ülkede. Aşırı çıplakları konuşurken aşırı kapalıları da ele almak lazım.

Kişiden kişiye giyim kuşamı değerlendirmek farklılık gösterse de kadının çok dekolte giyinmesi, göbek, bel ve sırtının görünmesi, göğüslerinin bir kısmının teşhir edilmesi, diz kapağının üstüne çıkacak şekilde kısa etek giyilmesi, sadece cinsiyet organlarını kapatacak şekilde şort türü kısa pantolon giyilmesi, üzerinde elbise olduğu halde elbisenin darlığından vücut azalarının görünmesi, iç çamaşırı veya yatak kıyafetiyle vücudun teşhiri gibi görüntü aşırılık iken; el, yüz ve göze varıncaya kadar vücudu tamamen kapatmak da normal değildir.

Biz erkekler oturup kalkıp kadınların giyimini konuşsak da kadınlar özellikle genç kızlar bildiğini okuyor. Çoğu moda rüzgarına kapılmış, açıldıkça açılıyor. Yeter ki stilistler her yıl yeni bir giyim piyasaya sürmüş olsun. Gönüllü müşterileri çok.

Çoğu kimsenin, kadınların bile bu tür moda esiri giyim kuşamdan rahatsız olmasına bir şey diyebiliyor mu? Anne babalar bile çocuğunun giyiminden rahatsız ama ellerinden bir şey gelmiyor. Eskisi gibi mahalle baskısı da yok. Bugün birine vücudun çıplak demeye kalksan, alacağın en hafif cevap, sen ahlak zabıtası mısın? Anam mısın, babam mısın? Sana ne, git işine diyecek. Anne babalar bile bir şey diyemiyor.

Yine rahatsız olduğumuz bu tür giyim kuşamda, toplumsal normu nasıl oluşturabiliriz üzerine kafa yoracağımız yerde, işin ucuzluğuna kaçıyoruz. Hemen kutuplaşıyoruz. Bir kesim, "Kadının örtünmesi ve kapalı olması dinin bir emri. Örtünenler Allah'ın emrini yerine getiriyor. Açık ve çıplaklar ise toplumun ahlakını bozuyor. Buna hakları yok. Bu ülke Müslüman bir ülke" derken, açık ve çıplaklığı savunanlar ise "Bu çağda bu şekil kapalılık olur mu? Hangi çağda yaşıyoruz? Sen nasıl örtünüyorsan, onun da açılıp saçılma hakkı var. Karışmayın" türünden bir şeyler söylüyor.

Açıklık ve kapalılıkta iki kutup birbirinden beslene dursun. Toplumsal barışı bozmamak adına, ortak bir yaşam kültürü ve toplumsal norm oluşturmak zorundayız. Asgari müşterekte buluşmalıyız. Topluma düşen, içimize sinse de sinmese de herkes herkesin giyimine ya da giyimsizliğine saygı göstermektir. Kendi giyim ve kuşamımızı başkasına dayatmamaktır. Aba altından sopa göstermemektir. Birbirimize giyim ve kuşam üzerinden ayar vermemek, had bildirmeye kalkmamaktır.

Burada herkes zaten istediği şekilde giyiniyor, kimse kimseye karışmıyor denebilir. Sosyal medyaya bakılırsa herkes herkesin giyimine karışıyor ve müdahale ediyor. Bu ülkenin toplumsal barışı için laik seküler insanlar veya modern hayat tarzını benimseyenler, kendilerine yakışan istediği kıyafeti giysin. Ama giydiği kıyafeti herkes giyecek diye dayatmasın. Bunun adı laikçilik ve sekülercilik olur. Aynı şekilde dindar ve mütedeyyin insanlar da dinin emri gereği istediği şekilde giyinsin. Giydiği bu kıyafeti kimseye dayatmaya kalkmasın. Bunun adı da dindarcılık ve dincilik olur. Her iki kesim de kendine baksın. Birbirine hayatı zindan etmesin.

Eee, bırakalım da herkes istediği gibi giyinsin mi diyebiliriz. Anne babanın bile aciz kaldığı giyim ya da giyimsizlikte bize ne düşer. Ancak ortam ve zamanlamaya riayet ederek hukukumuz olan kişilere bu rahatsızlığımızı dile getirebiliriz. Kişileri tanımadan, arada hukuk yokken müdahale her zaman ters teper. Olacak şeyi de yokuşa sürer.

Giyim ve kuşamda bu aşırılıkların sebepleri üzerinde de durmak zorundayız. Yoksa ortaya nem ne şekil bir ürün çıktığı zaman bunlar da böyle giyinerek çok olmaya başladı demeye başlarız.

Bence giyim kuşamda aşırılığın temelinde; ilk, orta ve lisede çocuklara tek tip, tek renk kıyafet dayatması üzerinde durmak gerek. Bu çocuklar tek tip kıyafete okul sonrası hayır diyor. İstemediği ve sevmediği formadan kurtulduktan sonra aşırı giyimle içindeki özlemi gideriyor. Okullara düzen, tertip gelsin diye her öğrenciyi aynı tip renk ve elbiseye girdirmekten ziyade, onlara okul boyunca denetimli serbestlik içerinde eğitim ve öğretim yapmalarına imkan verebilirdik. Pekala bu çocuklara "Şu şu kriterlere riayet ederek istediğiniz kıyafetle okula gelebilirsin" diyebilseydik. Buna rağmen anormal kıyafetle okula gelen öğrencilerle tek tek görüşmek suretiyle onları karşımıza alıp onları ikna etme yoluna gidebilseydik. Nedense işin kolayına kaçıp toptancılık yolunu seçtik. Kişileri birey olmaya yöneltmekten ziyade sürü psikolojisine ve toptancı anlayışa uymasını dayattık.

Açıklık ve kapalılık üzerinde ne kadar yazıp çizersek çizelim, ne kadar konuşursak konuşalım, toplum giyim kuşamda bildiğini okuyor. Kimse kimseye bir şey diyemiyor. Bugün dindar ve mütedeyyin insanların çocukları da aile yapısına ters bir giyim ve kuşamı giyer oldu. Eskidenmiş, anasına bak, kızını al sözü. Bugün anne tesettürlü, kızının göbeği açık. Herhalde bu örnek bile toplumun gidişatına dair bize bilgi verir.

Hasılı, giyim kuşam üzerinden bölünmeyelim. Kendi giyim tarzımızı başkasına dayatmayalım. Cadde ve sokaklar vücudunu teşhir edenlerle dolu deyip bir şeylerin pimini ateşlemeyelim. Ahlaki yozlaşma ve çıplaklık aldı başını gitti. Gördükçe günah işleniyor demeyelim. Bu toplum içinde kimseyi kırmadan, dökmeden yaşayalım. Dağda evliya olmayı bırakıp şehirde evliya olmanın yollarına bakalım. Unutmayalım ki şehirde evliyalığı seçmek herkesin değil, er kişinin işi. Şehirde evliya olmak her türlü kötülük ve müstehcenlikten kişinin kendisini korumak anlamına geldiği için kimsenin giyim, kuşamından etkilenmez. Dağda evliyalığı seçen ise kendi nefsine güvenemez ve kötülük işlemeye meyyaldir. Dağdaki evliyanın evliyalığı şehre kadardır. Ama şehirdekinin evliyalığı dağ, bayır, şehir her yerde sürer. Sahi dağda mı evliya olmak istersiniz, şehirde mi?

Not: Dağ ve şehir evliyası nasıl olur diye merak edenler, bu konuya dair ilgili hikayeyi sanal medyadan bulup okuyabilir. 

1 Eylül 2025 Pazartesi

Sosyal Medyanın Kazma Tipleri

Reel hayatın nabzı sosyal medyada atıyor.

Yaşadığımız hayatın bir gerçeği bu alem.

Kimler yok ki bu alemde...

Ben sosyal medyada yokum diyen bile mesajlaşmak, yazı, çizi ve fotoğraf paylaşmak için mecburen farklı mesajlaşma uygulamalarını kullanıyor.

Kimlerin sosyal medyada olduğundan, neler yazıp çizdiğinden bahsetmeyeceğim. Fikri, zikri şudur, trollük yapıyor demeyeceğim. Herkes istediğini yazsın ve paylaşsın. İstediğine yorum yazsın. Buna diyeceğim olamaz. Yalnız bir kesimi ele alarak bir hassasiyetimi dile getireceğim.

Bu kesim yol, yordam, adap usul, nezaket bilmeyen kesim. Normal hayatta çok nazik ve kibar dediğin niceleri bu alemde su koyuveriyor. Gerçek yüzü ortaya çıkıyor. Yeter ki kuyruğuna bas. Yeter ki bu tiplerin burnunun dikine gitme.

Bu tiplerin gerçek yüzünü ortaya çıkarmak için onların görüşünden olmaman yeterli.

Doğrudur, yanlıştır, bir konuda bir görüş öne sürersin. Takipçin olan kişilere düşen, okumaları. Görüşü beğendilerse emoji bırakmaları. Katkı sunmak isterlerse yorum yazmaları. Ben şöyle düşünüyorum demeleri. Görüşünü beğenmiyorlarsa, "Bu görüşünüze katılmıyorum" demeleri ya da olumlu veya olumsuz bir yorum yazmamaları beklenen bir davranıştır.

Görmezden gelmeleri de anlaşılır.

Gel gör ki böyle davranmıyorlar. Nezaketi elden bırakıp suçlayıcı yorum yazmaya kalkıyorlar. Bundan da geçtim. "Sen" diyor. Sanırsın ki kırk yıllık dostuz. Kardeşim, beni eleştirebilirsin. Lütfen üslubuna dikkat et. Görüşüme katılmayabilirsin. Suçlayıcı yazma. Hele ki reel hayatta tanışmıyoruz. Biraz ölçülü yazabilirsin diyorsun. "Peki, bay Ramazan Yüce Bey" diyor. Güya üslubunu yumuşattım sanıyor. Aklı sıra üslup benim kırmızı çizgimdir hassasiyetinle dalga geçiyor. Hitaba bak, hizaya gel. Bay Ramazan diye hitap olur mu? İnan, mektep medrese görmemiş dağdaki çoban bile bu tiplerden daha ölçülüdür. Bu tip ise belki de okumuştur. Maalesef böyle tiplerin bağnazlığı edebin önüne geçmiş. Bu alemde ise huzur bozmak için cirit atıyor. Kalıbına yazık böylelerinin.

Gündelik hayatta iki, üç defa karşılaşıp selam, kelam, hal hatırdan ibaret hukukun varken bir bakmışsın, böyle biri yorum yazıyor. "Saçmalıyorsun", "Alakaya maydanoz olmuşsun" deyiveriyor. Ardından da "Sizden beklemezdim" diyor. Yapma kardeşim. Böyle bir üslup size yakıştı mı diyorsun. "Daha naifini bulamadım" diyor. Naiflik ve o?

Kaba ve sabalığa dair örnekleri uzatmaya gerek yok. Şu var ki böyle tiplerle bu alemde muhatap olmak için asıldan önce usulde anlaşmak gerek. Bir insanın kaleminde edep yoksa asıl konuya yani sadede girmeyeceksin. Daha doğrusu muhatap olmayacaksın.

Yapılması gereken bu aslında. Ama anlama sorunu var belli ki. Yine de kırmadan, dökmeden cevap yazıp üslubuna dikkat çekiyorsun. Olur ya anlar diyorsun. Beyzadelerim hiç oralı değil. Çünkü burunlarından kıl aldırmıyorlar. Bu itici üsluplarıyla bir Allah'ın kulunu yanlarına çekemedikleri gibi savundukları fikre zarardan başka bir şey de veremezler. Bunun farkındalar mı? Sanmıyorum. Çünkü burnu havada olan kimseler neyi, kırıp döktüklerini bilemezler. Bu tipler için asıl, usulden önce gelir. Asıl varken usule hiç ihtiyaç duymazlar. Kendilerine balta sapı görevi verdilerse insanları asıp kesecekler. Buna da dava diyecekler.

Bildiğin kazma bunlar. Kazmadan da başkası beklenmez. Yesinler bunların gittiği yolu. Aman benden ırak olsunlar. Çevremde gölge etmesinler. Hiç ihsanlarını istemem.

Bu tiplerin yanında yazıdaki görüşüme katılmayıp güzel bir üslupla eleştiri getiren ve kendi düşüncesini yazan kişiler de var bu alemde. İyi ki varlar. Değilse çekilmez bu âlem.